15 Temmuz ve kadınlar

Bugün, 2016 yılında devlet içinde örgütlenmiş dini bir cemaatin ülkeyi askeri bir darbeyle ele geçirmeye kalkıştığı 15 Temmuz’un 7’inci yıl dönümünü idrak ediyoruz. Ama geçmişte yaptığımız hataların ne kadar idrakindeyiz, ondan kesinlikle emin değilim.

Geçtiğimiz günlerde vefat eden Menzil cemaati liderinin ardından, siyasilerin taziye mesajı yayımlama yarışına girdiğini gördük. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan gazetelere tam sayfa başsağlığı ilanı verdi. Saadet Partisi ile aynı grupta yer alamayacak kadar “liberal” bir parti olduklarını savunan DEVA lideri Ali Babacan, bir tarikat liderinden “tasavvuf önderi” olarak bahsetti.

Fetullahçıların devletten temizlenmesinin ardından Menzil tarikatının başta Sağlık, Adalet ve İçişleri bakanlıkları olmak üzere bürokraside kadrolaştığını sağır sultan duymuştur. Cenazeye akın eden on binlerce insan da tarikatın gücü hakkında çok şey söylüyordu.

Menzil tarikatının sağduyulu bir Müslümanın kolay kolay kabul edemeyeceği bir şeyhe tapınma kültürüne sahip olduğunu da biliyoruz. Geleneksel Türk tasavvufunda şeyhten anlaşılan şey ile bu tür “modern” tarikatların anladıkları şey, yüz seksen derece farklı gibi geliyor bana. Fetullahçılarla yaşadığımız korkunç deneyimden sonra benzer yapıya sahip bu cemaatlerin neden böyle önü açılır, kabul etmek mümkün değil.

Ancak şunu da söylemek lazım: Adıyaman merkezli Menzil’e bağlı Beşir derneği, deprem felaketinden sonra bölgede büyük bir yardım kampanyası yaptı. Sadece Beşir de değil, diğer cemaatlere bağlı yardım dernekleri de Türkiye’nin dört bir yanında mağdurların, yoksulların derdine derman olarak sempati ve mürit kazanıyor.

1999 depreminden sonra Kocaeli ve Sakarya’da da insanların yardımına bu tür yapılar koşmuştu. O zamandan beridir de Doğu Marmara tarikatların en güçlü olduğu bölgelerden biri haline geldi.

Yani şunu unutmamak gerekiyor, Fetullahçılar olsun, diğer cemaatler olsun, insanları döverek büyümedi, görünürde bir şefkat eli uzatarak genişledi. Bu konuda uyanık olmamız lazım.

Menzil cemaatine yakınlığıyla bilinen Büyük Birlik Partisi’nin genel başkanı Mustafa Destici’nin iki gün önce yaptığı bir açıklama da kafa yapısı benzerliğini gözler önüne serdi. Destici, Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in kız çocuklarının okullaşma oranını artırmak için “kız okulları” açılabileceği yönündeki açıklamasının ardından yaptığı paylaşımda işi iyice ileri boyutlara taşıdı.

Kız okullarına karşı çıkanların “laiklik adı altında inanç-din düşmanlığı” yaptıklarını iddia eden Destici, bu yönde çalışmalara derhal başlanması gerektiğini söyledi.

Oysa velilerin karma eğitim nedeniyle kız çocuklarını okula göndermediklerine yönelik hiçbir veri bulunmuyor. Kız çocuklarının eğitime devamsızlıklarının nedeni daha çok ailelerin sosyoekonomik yapısından kaynaklanıyor. Düşük eğitim seviyesine sahip, yoksul ve çok çocuklu ailelerin "eğitime yapacağı yatırım karşılığında kızları için bir gelecek görememesi” asıl neden gibi görünüyor. Yani Bakan Tekin’in iddia ettiği gibi “"Ben çocuğumu erkeklerle aynı okula göndermek istemiyorum" gibi yaygın bir gerekçe söz konusu bile değil.

Bu tarikatlarla zihinsel ve yapısal akrabalığa sahip siyasiler, gerçekleri saptırarak olmayan bir sorunu varmış gibi gösterip o tarikatların taleplerini ülke gündemine getirebiliyorlar. Elbette bunu da oy için yapıyorlar. Eğitim bilimciler, sosyologlar ise kız çocuklarının ayrı okullara gönderilmesinin daha çok ayrımcılığa neden olacağını, çocukların hayattan kopuk, kadınlara özel mesleklere hapsolacağını söylüyor. Yani doktor olması halinde tıp alanında buluşlar yapabilecek bir kız çocuğu, bunun yerine kadınlara özel bir hastanede bakım hizmeti verecek. Bu durum sadece kadınlara değil, insan kaynağının yarısını kısırlaştırdığı için ülkenin geleceğine de zarar verir. Hatırlatalım ki Covid 19’a karşı etkili aşı, Türk bilim insanı Özlem Türeci öncülüğünde geliştirdi ve dünyada hayat hızla normale döndü.

Ülkemizde son yıllarda bu tür radikal söylem ve taleplerin arttığının herhalde hepimiz farkındayız. STK’lar şeklinde örgütlenen bu dini yapılar, bir kentte konser ya da festival düzenlemesini Valilikler aracılığıyla engelleyebilir hale geldi. Bunların siyasi talepleri de daha çok kadınların hak ve özgürlüklerine yönelik oluyor.

Aşağıdan siyasete aşırı bir basınç yapıldığını tahmin edebiliyoruz. Popülist sağ siyaset de oy uğruna bu yapılara boyun eğiyor. İşte “yerli ve milli” söylemleri ile yükseltilen kimlik siyasetinin bizi getirdiği yer burası.

15 Temmuz’un yıl dönümünde bu gündemle meşgul olmamız düşündürücü değil mi?