Prof. Dr. Halim Aytekin Ergül: Marmara Denizi nüfusun etkilerini taşımakta zorlanıyor!
Marmara Denizi'ni örümcek ağları gibi saran müsilaja ilişkin değerlendirmelerde bulunan KOÜ Biyoloji Bölüm Başkanı Halim Aytekin Ergül, “maalesef gözle görmeyince tepki verilmiyor” dedi.
ÖZEL HABER - MELİH CAN ŞENOL
Kocaeli Haber - Akademik Bakış röportaj serimizin konuğu olan Kocaeli Üniversitesi Biyoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Halim Aytekin Ergül, Marmara Denizi ve İzmit Körfezi’nde görülen önemli çevre sorunlarından biri olan müsilajın ne olduğu ve sorunun kökenine ilişkin önemli değerlendirmelerde bulundu.
MÜSİLAJ NEDİR?
Müsilajın ne olduğunu anlatan Ergül, “Müsilajı, (Deniz salyası) tek hücreli mikroorganizmaların salgıladıkları ya da öldükten sonra ortama bıraktıkları maddeler olarak düşünülebilir. Yani benzetme yapacak olursak, sümüksü bir madde diyebiliriz. Ancak oluştuktan sonra ortamda bulunan birçok maddenin bu sümüksü maddeye adsorbe olması nedeniyle kimyasal yapısı değişiyor yani aslında ilk oluştuğu haliyle görmüyoruz. Ve süreç içerisinde etkileşim devam ettiği için bazen yüzeyde bazen de denizin derinliklerinde rastlıyoruz” dedi.
MÜSİLAJI OLUŞTURAN FAKTÖRLER
Azotlu ve fosforlu bileşiklerin müsilajın hammaddesini oluşturduğunu belirten Ergül, “Müsilaj, onu oluşturan organizmaların sevdiği koşulların bulunduğu deniz ortamında daha çok oluşuyor. Özellikle uygun su sıcaklıkları, oluşumlarında önemli bir etken. Fakat azotlu ve fosforlu bileşiklerin nispeten yüksek olduğu ortamlarda bu maddenin daha çok üretildiğini görüyoruz. Bu da müsilajın üretilmesindeki en büyük etken olarak karşımıza çıkıyor. Şimdiye kadar yaptığımız çalışmalar neticesinde müsilajın, Marmara Denizi’nin her tarafında, yaklaşık 15-20 metre derinliklerde çok yoğun olduğunu gördük. Şu anda müsilaj henüz yüzeyde değil fakat derinlerde ağsı bir yapı şeklinde varlığını koruyor. Oluşmasının kökeninde azotlu ve fosforlu bileşikler var. Bunların deşarj miktarlarının nispeten yüksek olduğu ortamlarda bu maddenin daha çok üretildiğini görüyoruz” ifadelerinde bulundu.
“ÇALIŞMALARIN HENÜZ YETERLİ OLMADIĞINI GÖRÜYORUZ”
Sorunun asıl kaynağının Marmara Denizi çevresinde artmaya devam eden nüfus olduğunu vurgulayan Ergül, “Bilindiği üzere TÜİK’in rakamlarına göre Marmara Denizi’nin etrafında 27,2 milyon insan yaşıyor. En son Müsilaj hadisesinin başladığı tarih olan 2021 yılındaki rakam ise 25 milyon. Yani o günden bugüne nüfusta 2 milyondan fazla bir artış söz konusu. Dolayısıyla müsilajın hammaddesi olarak olan azotlu ve fosforlu bileşiklerin girdileri de doğal olarak artıyor. Atıksu arıtma tesislerinin bu konuda etkili olarak çalışmaları elbette sorunun çözümü için büyük yarar sağlar. Ancak bu konuda yapılan çalışmaların henüz yeterli olmadığını görüyoruz” şeklinde ifadelerde bulundu.
“HER ŞEY KİRLETİCİ VEYA ZARARLI OLABİLİR”
Kirletici girdilerin birim hacimdeki miktarlarının önemli olduğunu dile getiren Ergül, “Bir anlamda her şey kirletici veya zararlı olabilir. Örneğin 1 litre su içerseniz bir şey olmaz fakat bir kerede 5-6 litre su içerseniz ölebilirsiniz. Dolayısıyla kimyasal maddelerin oluşturduğu bu kirlilikte önemli olan birim hacimdeki miktarları. Bizim başımıza gelen de birim hacimdeki; özellikle azotlu ve fosforlu bileşiklerin miktarlarının yükselmesi. Çünkü yükselen miktarlar bahsettiğimiz tek hücreli mikroorganizmaların hammadde olarak kullandıkları ve müsilaja dönüştürdükleri şey olarak karşımıza çıkıyor” dedi.
“GİRDİLERİ ENGELLEMEKTE ÇOK ZORLANIYORUZ”
Ergül, deniz kirliliğine etki eden en önemli faktörün evsel girdiler olduğunu belirterek, “Elbette sanayinin de deniz kirliliği üzerinde etkisi var. Fakat müsilajın oluşumunda asıl etken evsel girdiler oluyor. Elbette evsel girdilere sanayi tesislerindeki tuvalet gibi ihtiyaçlardan kaynaklanan girdileri de evsel gidiler kapsamında düşünürsek tabi ki sanayinin de etkisi var. Ancak doğrudan sanayi tesislerinden kaynaklanan atıklar en çok denetlenen ya da kontrol altına alınabilen atıklar. Diğerleri büyük ölçüde ileri düzey atıksu arıtma tesislerinin azot ve fosforu artıma kapasitelerine bağlı. Oysa Marmara genelinde tesislerimizin en azından yarısından fazlasının bu kapasiteye sahip olmadığını biliyoruz. Marmara Denizi’nin birçok bölgesinde atıksu arıtma tesisi yok. Olan yerlerde de arıtmalar ancak kaba düzeylerde yapılabiliyor. Dolayısıyla bu girdileri engellemekte çok zorlanıyoruz” şeklinde ifadelerde bulundu.
“MEVCUT ATIKSU ARTIMA TESİSLERİYLE BUNA BİR ÖNLEM ALINAMIYOR”
Mevcut teknolojilerle tarımsal kirleticilere önlem alınamadığına dikkat çeken Ergül, “Bir diğer faktör de tarımsal uygulamalardan kaynaklanıyor. Gübrelerden de azot ve fosfor girdisi oluyor. Ve bunların engellenmesi, özellikle yeraltı suları ya da akarsu akışlarına karışarak denize taşınan materyalin durdurulmasıyla ilgili yapılabilecekler çok sınırlı. Güncel teknoloji ve mevcut atıksu artıma tesisleriyle buna bir önlem alınamıyor. Bu sebeple esasında bu işin kökeninde bizi en çok zorlayan şey yoğun nüfus ve nüfusa bağlı olarak ortaya çıkan evsel girdiler” ifadelerinde bulundu.
“ELİMİZDEKİ EN ÖNEMLİ SİLAH ATIKSU ARITMA TESİSLERİ”
Mevcut durumda atıksu artıma tesislerinin çok önemli olduğunu fakat yeterli olmadığını vurgulayan Ergül, “Şu anda elimizdeki en önemli silah atıksu arıtma tesisleri diyebiliriz. Devletimizin bu konuda gittikçe artan çabaları var. Kuruluşlar var ve teknik olarak imkanların genişletilmesiyle ilgili çalışmalar yapıldığı biliyoruz. Fakat yetmiyor. Çünkü tek bir parametreye bağlı değil. İleri düzey atıksu artıma tesisleri yapmak için mekân problemi de var. Yani mevcut bir tesisi ileri düzey bir tesise dönüştürmek istediğinizde etrafındaki birçok yerleşim alanını istimlak etmek gibi bir takım tali sorunlarla karşı karşıya kalınıyor. Bu durumun hele bir de İstanbul gibi arazinin değerli olduğu yerlerde ne kadar zor bir iş olduğunu herkes tahmin edebilir. Bu konuyla ilgili uzman arkadaşlarımızın öngörüsü doğrultusunda bu dönüşümün 5 ila 6 milyon euro civarında masraf gerektirdiği yönünde. Dolayısıyla da ekonomik olarak buna ne kadar hazırlıklıyız ve bu kaynağı nereden bulabiliriz gibi sorular ortaya çıkıyor” dedi.
“MARMARA DENİZİ ÜLKEYİ BESLEYEBİLECEK BİR KAYNAK”
Nüfus planlaması yapılmadan sadece atıksu artıma tesisleriyle sorunun çözülemeyeceğini dile getiren Ergül, “Gittikçe artan ve yoğunlaşan bir nüfus var. Marmara Denizi bu nüfusun etkilerini taşımakta zorlanıyor. Azalması gerekirken tam tersine bahsettiğimiz kirletici bileşikleri artıracak unsurları bir araya getiriyoruz. Halbuki Marmara Denizi dünyada tek bir ülkenin sınırları içerisinde olan tek deniz ve ülkeyi besleyebilecek bir kaynak. Dolayısıyla daha kontrollü ve denizi koruyacak tedbirleri almak için daha geniş çerçeveden bakmamız gerekiyor. Sadece atıksu arıtma tesislerini kurarak bugünkü durum içerisinde sorunu çözmek mümkün olabilir fakat uzun vadede tekrar sorunlarla karşılaşacağımız açık. Bu nedenle kalıcı bir çözüme kavuşmak için 20 yıllık 30 yıllık perspektiflerde nüfus planlaması yapılmalı” ifadelerinde bulundu.
“GİRDİYİ SIFIRLAYAMADIĞIMIZ GİBİ ARTIŞIYLA KARŞI KARŞIYAYIZ”
Kirletici girdilerin sıfıra indirilmesi gerektiğini fakat geçen zaman içerisinde artmaya devam ettiğini belirten Ergül, “2021 yılında; bugünkü kirletici unsurların girdisi sıfırlanırsa deniz 6 yıl içerisinde kendisini yenileyebilir ve artık müsilaj ile görünür ölçüde karşılaşmayacağımız bir duruma gelebiliriz şeklinde öngörüler vardı. Sene 2025 oldu yani aradan 4 yıl geçtikten sonra yeniden müsilaj görüldü. Yani girdiyi sıfırlayamadığımız gibi artışıyla karşılaştığımız bir durum var gibi görünüyor şeklinde ifadelerde bulundu.
“NÜFUS HALA ARTIYOR”
Tüm girdiler sıfırlansa bile denize zaman tanınması gerektiğini vurgulayan Ergül, “Mevcut durumda, Marmara Denizi etrafındaki bütün arıtma tesisleri ileri teknolojiye dönüştürülse bile yıllık 1.2 groston fosfor ve 8 groston azot girmeye devam edecek. Teknoloji ilerlese ve bu girdiler sıfıra indirilse bile denize zaman tanınması gerekiyor. Sorun da burada başlıyor. Çünkü nüfus hala artıyor” dedi.