Okumak insana ne kazandırır?

Yakın zamanlara kadar böyle bir sorunun sorulması lüzumsuz addedilebilirdi. Çünkü insanın okumakla kazandığı o kadar açık, o kadar göz önündeydi ki kimsenin aklına böyle bir soru sormak gelmezdi. Yakın zamana kadar, insanlara arasında yaygın olan “ Oku da adam ol! “ deyişinin de gösterdiği gibi adam olmanın yolunun kuşkuya yer bırakmayacak derecede okumaktan geçtiğine inanılırdı.

Ve adam olmak, vezir olmuşsun ama adam olamamışsın serzenişiyle beraber sona ermesinden sonra; mal - mülk, makam - mevki sahibi olmakla gerçekleşmeyen bir şey olduğu görüldü.

Bugün de bu soru lüzumsuz görülse de farklı bir sebepten ötürü: Artık okumakla kazanılan şey, adam olmak kimsenin itibar etmekten geri duramayacağı kadar göz önünde olmaktan kalktığı, dolasıyla kimsenin umursamazlık edemeyeceği kadar iltifata mahzar olmadığı için. İnsan ruhundaki belirleyici, yön verici yerini kaybettiği için. Fakat onun o yeri kaybetmesi ona kendi öz değerinden bir şey kaybettirmediği için yine de sorulmalı:

Okumak İnsana Ne Kazandırır?

Bana göre bu sorunun cevaplanabilmesi için şu açıcı soruların sorulmasıyla mümkün olur:

Okumak tüm insan etkinlikleri içerisinde nerede yer bulur kendisine?

Okumak insana özgü etkiler içindi diğerlerine göre nerede durur?

Okumakla insanın insan olması arasından nasıl bir ilişki vardır?

İnsanın yaratılışında düşünen ya da konuşan varlık diye tanımlanması bir etkinlik olarak okumayı ne kadar içinde barındırır veya bir tarif olarak ona ne ölçüde gereksinim duyar?

Yukarıdaki olan bu soruların insan ve insanın bu hayattaki yaşayışı için belirleyici derecede mühim sorular olduğu kabul ediliyorsa, verilecek cevabın bir taraftan okumak fiiline yüklenecek anlama göre, diğer taraftan ise insanın özü denilen şeyin nerede arandığına ve nasıl aksiyon alacağına bağlı olarak değişeceği açıktır. İnsanın özü bilhassa son dört beş asırlık zaman dilimi içerisinde bir problematik haline getirildiği biliyoruz. Ama bu öz denilen, insanı insan yapan şey nerede aranırsa aransın ve hangi noktadan bakılırsa bakılsın, o özü oluşturan bir özellik ve onun diğerleriyle ilişkisi görmezden gelinemeyecektir. Çünkü o görmezden gelindiğinde hem aynı dünyayı paylaştığı canlılardan onu ayıran ve seçkin kılan şey tebarüz ettirilmemiş olacak hem de onun dışında hangi nitelik esas alınarak bir tarif geliştirilmeye çalışılırsa çalışılsın kaçınılmaz olarak temelden yoksun kalacaktır.

İnsan nisyan içinde bulunduğuyla ünsiyet* kurandır. Ve o nisyanıyla* ünsiyet kurabildiği kadarıyla insandır. Ünsiyet düşünceyle kurulur ve düşünce ünsiyet içinde filizlenir. Ünsiyetin olmadığı yerde düşünce nasıl kök salsın?

( *Nisyan: bir şeyi unutmak, kasten terk etmek ve gâfil olmak, Ünsiyet: arkadaşlık, ahbaplık, tanışıklık. )

Madem tüm çabalarımıza karşılık sözlüklerde insan sözcüğünü kaldırıp yerini bir başka şeyle dolduramıyoruz, o zaman bu sözcüğün kök saldığı yuvayla, içinde durulduğu olukla ve durulduğu yerden işaret ettiği şeyle ünsiyet kurmazlık edemeyiz. Bu sözcük, sözcüklerimizden silinceye, belleklerimizden bıraktığı iz okunamaz hale gelinceye kadar bu insan olarak en başta gelen vazifelerimizden biri olma özelliğini koruyacağız. Alak Sûresi(96) 1. Ayet: İkra/ bi-ismi rabbike-lleżî ḣalak(e) Türkçe Meali: Yaratan Rabbinin adıyla oku! Ki ayette bile denildiği halde öyle bir dönemde yaşıyoruz ki üniversite mezunları bile okumaktan aciz, okumayı geçtim Türkçeyi doğru kullanmaktan bile acizler.

Kıymetli dostlar dil insanı çarpar. O halde şarlatanlara parlatılanlara değil, düşüncenin gerçek çocuklarına itibar etmeliyiz.

Okuyan, elbette “Okumak insana ne kazandırır?” sorusunu bu raddeye düşürmez. Onun okumanın insana kazandırdığından kuşkusu yoktur, olamaz. O okuyarak hiç olmazsa neyin kuşku doğrucu, neyin kuşkuya yer bırakmayacak kadar açık, neyin delile muhtaç ve neyin ispattan vareste olduğunu zaten öğrenmiştir.

Ki bu az bir şey değil koca bir tecrübedir.

Ama okumakla kazanılan şeyin kimsenin itibar etmekten geri durmayacağı göz önünde olmaktan neden kalktığını anlamak için sorar: Bir şeye itibar ve iltifat ediliyor olmasının onun göz önünde kalmasına katkısı var mıdır? Acaba göz önünde olan şey kendi özündeki bir yıkımdan dolayı mı göz önünden kalkmaktadır? Yoksa göz önünde bulunduğu dünyanın onu bayağılığıyla görünür olmaktan alıkoyacak kadar boğmasından mı?

SON DAKİKA HABERLERİ

Alper Tunga Akkuş Diğer Yazıları