Abdüllatif Şener vakasının ortaya döktükleri

Abdüllatif Şener, CHP’nin farklı siyasi kesimlere ulaşma çabasının bir uzantısı olarak “sağ” cenahtan devşirilen bir isimdi. Öyle böyle bir isim de değil, AK Parti’nin en önemli üç-dört kurucusundan biri kendisi. Partisinden ilk kopan kurucu isim de o olmuştu. Şener’in AK Parti’ye yönelik bir takım eleştirileri vardı doğal olarak ama bu kopuşun nedeni bugüne kadar tam olarak anlaşılamamış kaldı.

Şener, AK Parti Hükümeti’nde devlet bakanı ve başbakan yardımcısı olarak görev yapmıştı. AK Parti’nin oy oranında büyük bir patlamanın yaşandığı 2007 seçimlerinde aday olmadı ve partisinden istifa etti. Türkiye Partisi’ni kurdu, sonra onu da bıraktı. Şener’in AK Parti’nin en güçlü olduğu, seçmen memnuniyetinin arttığı bir dönemde partiyi bırakması pek anlaşılır gelmemişti. Şimdi anlaşılır hale geldi diyebilirim. CHP’yi nasıl ve neden bıraktığına bakarsak, zamanında AK Parti’yi neden bıraktığını da tahmin edebiliriz gibi geliyor.

2018 seçimlerinde Konya’dan CHP milletvekili seçilen Şener, geçtiğimiz ay yapılan Cumhurbaşkanlığı seçiminin iki turu arasında CHP’den istifa ettiğini, ilk turda Sinan Oğan’a oy verdiğini, ikinci turda ise geçersiz oy kullandığını açıkladı. Daha sonra sandığında geçersiz oy kullanılmadığı da ortaya çıktı. Yalan mı söyledi yani Abdüllatif Şener, milyonların gözünün içine bakarak? Kesin bir şey söyleyemiyorum ama hiç şüphe yok ki, Şener’in bu tavrının ardında ikinci kez milletvekilliğine aday gösterilmemesi var. Şener’i Halk TV’de dinleyen herkes bunu açıkça görebilmiştir.

Ben şu kısa özgeçmişe bakarak, Abdüllatif Şener’in bir ego sorunu olduğu tespitini yapıyorum. Psikolog değiliz elbette, olsak bile bu kadar az bilgiyle ve böyle uzaktan teşhis koyamayız ama bu mesafeden görünen kendisinin narsisistik eğilimleri olduğu. Üstelik şaşırtıcı da gelmemeli kimseye. Politikacılarda çok yaygın bir kişilik özelliğidir şişkin ego. Kendini merkeze koyan, kişisel hırslarıyla hareket eden, değerlerden ziyade çıkarlar için mücadele veren politikacı tipi o kadar yaygın ki tüm dünyada. Politika, güç, etki ve prestijin merkezi olduğu bir alan ve bu özelliklere sahip bireyler için çekici olabiliyor. Bu kişilik özelliklerine sahip politikacılar kendi güçlerini ve başarılarını abartıp, kendilerini ön plana çıkarma eğilimindedirler. AK Parti’nin en güçlü olduğu dönemde, kurucusu olduğu partiyi, arzuladığı konumu elde edemediği için bıraktığını tahmin edebiliyorum şimdi.

CHP tabanında geniş bir kesim ise bu vakayı tam da beklediğimiz gibi karşıladı. Zaten büyük bir moral bozukluğu içinde olan, seçim yenilgisinin faturasını birilerine çıkarmak için fırsat kollayan seçmenler arasında “Sağcıları, dincileri doldurursanız partiye işte böyle ihanet ederler size. Bunlarla seçim kazanacağını sananlara ders olsun” şeklinde özetlenebilecek, haklılığı sanki tescilliymiş gibi, tartışmaya açık değilmiş gibi aynı “sağ ve muhafazakar” karşıtı ezberler ortaya saçıldı. Olayı, hırsı ve ihtirasları nedeniyle gözü dönmüş bir politikacının, kendi siyasi geleceği pahasına yaptığı bir çılgınlık olarak değerlendirmek için, soğukkanlı olmak gerekiyordu çünkü. Özellikle şu sıra muhalefetten duygusal olmayan tepkiler beklemek zor görünüyor.

Seçim yenilgisinin ardından da bu kesimler, öfkelerini ilk olarak Gelecek ve Deva partilerine yöneltmişti. Adeta seçim onlar yüzünden kaybedilmiş gibi bir hava yarattılar. Evet, bu partiler seçimde verdiklerinin kat be katını aldılar ama bunun nedeni onların kötü niyetli olması mıydı? Yoksa bunun nedeni, CHP tabanında ve medyasında yaygın olarak bulunan “dindar-sağ-muhafazakar” karşıtlığının toplumun o kesimlerinde hissediliyor olması, seçmenin bu yüzden CHP’ye oy vermeye elinin gitmemesi miydi

Siyasette bu tür dönüşleri, bu tür ilkesel olmaktan uzak yaklaşımları sadece muhafazakar siyasetçilerde mi görüyoruz? Muharrem İnce, Mehmet Ali Çelebi, Hulki Cevizoğlu, Metin Feyzioğlu gibi isimler hakkında ne düşünüyorlar acaba? Bunlar gizli muhafazakar oldukları için mi saf değiştirdiler?

SON DAKİKA HABERLERİ

Buket Afkan Diğer Yazıları