Gazeteci tutuklamakla bu beladan kurtulamayız
Dün bu köşede “Yargıda ‘temiz eller’ mi, tasfiye mi?” başlığıyla bir içerik paylaşmıştım. Yazı, gazeteci Tolga Şardan’ın tutuklanmasına neden olan "MİT'in Cumhurbaşkanlığı'na sunduğu 'yargı raporu'nda neler var?” başlıklı yazısında yer alan bilgileri de içerdiği için Şardan’ın 'Halkı Yanıltıcı Bilgiyi Alenen Yayma' suçlamasıyla karşı karşıya kaldığı haberini alınca kaldırttım. Maalesef bugünlerde gazetecilik yapmak tehlikeli bir iş haline geldi!
Kendisinin de ifadesinde söylediği gibi, bugüne kadar hiçbir haberi yalanlanmamış, çok tecrübeli, çok güvenilir bir gazeteci olan Tolga Şardan’ın gerçek olmayan bilgileri paylaştığına açıkçası inanmıyorum. Böyle düşünmemi kolaylaştıran başka sebepler de var.
Birincisi, bu yazı önceki gün yayımlanmıştı. Üzerinde çok tartışılmasına rağmen iki gün boyunca habere yalanlama gelmemişti. Ne Cumhurbaşkanlığı, ne MİT Başkanlığı haberi yalanladı. Hatta bilginin Cumhurbaşkanlığı tarafından sızdırılmış olabileceği konuşuluyordu. Çünkü yazı Cumhurbaşkanlığının lehine bir içerik taşıyordu. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yargıdaki rüşvet iddialarının üzerine gitmeye hazırlandığını düşündürüyordu.
Tolga Şardan hakkındaki soruşturmanın İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından açılması da dikkat çeken başka bir husus. Ankara’da yaşayan bir gazetecinin, Ankara’da bulunan kurumlarla ilgili yazısına neden İstanbul’dan soruşturma açılıyor? Yazıda adları çeşitli suçlarla anılan adliyeler İstanbul’da olduğu için olabilir mi?
Son olarak şuna da dikkat çekmek gerekiyor: İki gündür haberi yalanlamayan Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığına bağlı Dezenformasyonla Mücadele Merkezi, Tolga Şardan tutuklandıktan sonra iddiayı tekzip etti. DMM’nin kullandığı sözcük seçimi de dikkatlerden kaçmadı. Açıklamada “MİT’in iddia edildiği gibi bir raporu söz konusu değildir” ifadeleri kullanıldı. Bir çalışma yapılmadığı, Cumhurbaşkanlığına sunulmadığı söylenmiyor. Yalanlama muğlak bir ifadeyle yapılıyor.
Tolga Şardan’ın MİT raporunda da yer aldığını yazdığı, yargıdaki rüşvet ve yolsuzluk çarkı ile ilgili İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcısı İsmail Uçar’ın HSK’ya yolladığı mektuptaki iddia ve ihbarlar üzerine soruşturma başlatılmıştı. Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, "HSK Teftiş Kurulu Başkanlığınca 3 müfettiş görevlendirdik. Müfettişler iddiaları inceliyor, hiç şüpheniz olmasın'' demişti. Tabii iddiaların yer aldığı haberlere erişim yasağı getirmeyi de ihmal etmemişlerdi!
Bu gelişmelerle ilgili iki büyük sorun var. Birincisi, iktidar tarafından sosyal medya ve internette “yalan haberle mücadele” gerekçesiyle çıkarılan Dezenformasyon Yasası bu tür durumlar için mi devreye sokuldu? Muhalefetin sansür yasası demesinin nedeni bu muydu? Bir haberi yalanlamak, düzeltmek, hadi soruşturma açmak mümkünken gazetecinin tutuklanması ne anlama geliyor? Tolga Şardan’ın tutuklanması tüm gazetecilere gözdağı vermek ve “haber yapmayın” demektir.
İkinci büyük sorun ise yargıdaki rüşvet iddialarının üzerine gitmesi gerekenlerin, o iddiaları soruşturması gerekenlerin gazetecileri soruşturma konusu yapması. Peki iddiaları kim soruşturacak?
Türkiye, FAFT’ın “gri liste”sinde, bu durum ülkemize yabancı yatırım gelmemesinin en önemli nedenlerinden biri. Direkt olarak ekonomimizi, yani biz vatandaşların refahını ilgilendiren bir konuda “gri liste”ye girmememize neden olan karapara aklama faaliyetleri nasıl önlenecek? Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek göreve geldiği günden beri bu konu üzerinde çalışıyor.
Dilan Polat ve Engin Polat’ın karapara akladıkları gerekçesiyle gözaltına alınması da bir magazin konusu gibi takip ediliyor kamuoyu tarafından ama asıl sorulması gereken aklandığı iddia edilen para kime ait ve Polat çiftini kimler kolluyordu olmalı.
Karapara aklama faaliyetleri, Türkiye’nin geleceğine yönelik büyük bir tehdit gibi görünüyor. Gazetecileri tutuklamakla, magazinsel figürleri kamuoyunun önüne atmakla bu beladan kurtulamayız.
Herhalde en çok Türk Yargısı’nın onurlu mensupları bu lekeden kurtulmak istiyordur. Gazeteci tutuklamak lekeyi çıkarmaz, koyulaştırır.