Korku çürütür
Korkular aslında bizi tehlikelerden korudukları ve hayatta kalmamızı sağladıkları için DNA’larımızla atalarımızdan aktarılmıştır. Vahşi yaşam şartlarında, diğer hayvanlar için bir av olan insan, “korkak” olduğu için türünü devam ettirebilmiştir. Bugün zekasıyla dünyanın en güçlü canlısı haline gelse de insanın fıtratı değişmedi elbette.
Çocukluğumuzda da korkutulmak eğitimimizin bir parçasıdır. Ailelerimiz, büyüklerimiz, öğretmenlerimiz, arkadaşlarımız tarafından korkutularak “büyürüz”.
Korku edebiyatının en önemli isimlerinden biri olan HP Lovecraft “"İnsanlığın en eski ve en güçlü duygusu korkudur ve en eski ve en güçlü korku türü bilinmeyenin korkusudur" der. Gerçekten de onun öykülerini tüyler ürpertici yapan şey “bu dünyaya ait olmayan” varlıklar ve durumlardır.
Bilinmeyene duyulan bu korku, değişim korkusunun da temelini teşkil eder. Şartlar çok kötü olduğunda bile onları değiştirmemizi engelleyen “ya daha kötüsü olursa” korkusudur. Risk almaktan korkan insanların kaderine razı olma eğilimi vardır.
Değişim korkusu yoğun olan insanlar şiddete maruz kalsalar bile mutsuz ilişkilerini bitiremiyorlar. Çalıştıkları yerde hakları verilmediği halde yeni iş arayışına girmiyorlar. Yeni ilgi alanları, yeni arkadaşlar edinmiyorlar. Sonuçları çok olumlu olabilecek fırsatları geri çeviriyorlar.
Elbette bu insanlar “Ben değişimden korkuyorum” diyerek kendileri ile yüzleşmezler. Çeşitli bahaneler üretirler. “Çocuklarım için katlanıyorum”, “İşimi sevmiyorum ama başka çarem yok”, “Gelen gideni aratır”, “İyi tarafları da var”, “İcat çıkarma” gibi yalanlar söylerler kendilerine.
Değişim için şartların çok kötü olmasına da gerek yoktur oysa. “Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir” çünkü. Hayat sürekli değişir; kişisel, mesleki, ekonomik gelişimimiz için bu değişime uyum sağlamak zorundayız. Edebiyat dünyasının cesur kadınlarından Anais Nin’in dediği gibidir: “Hayat, kişinin cesaretiyle orantılı olarak daralır veya genişler.”
Ülkeler için de aynı şey geçerli. Toplumlar bir yandan gelişmek, refah seviyesini artırmak isterken bir yandan değişim ihtiyacını reddederlerse uzun vadede ellerindekileri de kaybederler.
Muhafazakarlık da sanıldığı gibi değişimden kaçınmak değildir, değişmemesi gerekenleri koruyarak değişmektir. Kurumları koruyarak, yeni ihtiyaçlar için yeni kurumlar oluşturmaktır. Muhafazakarlık tutuculuk değildir. Tutuculuk, gerilemeye neden olur. Biz kendimizi muhafazakar olarak tanımlayan bir toplumuz ama aslında tutucuyuz. Var olan kurumlarımızı bile koruyamıyoruz, çünkü kurumlara değil kişilere, ideolojilere, sembollere sadakat gösteriyoruz.
Böyle toplumlar zamanla körelir. ABD’nin kurucu babalarından Benjamin Franklin "Cesareti olmayan insan, keskin kenarı olmayan bıçağa benzer" derken bunu kastetmiş.
Türkiye son yıllarda giderek daha çok korkuları tarafından yönlendirilen bir ülke haline geldi. Beka korkusu bizi felç etti. Ekonomik krizlerin, pahalılığın, eğitimdeki, sağlıktaki kalitenin düşüşünün nedeni bu korkuların esiri haline gelip değişime direnmemiz.
Mutluluk araştırmalarında en aşağıda, öfke araştırmalarında en üst sıralarda yer almamızın nedeni de bu. Beyin göçünün kaynağında da, kendini gerçekleştirme cesareti olan sosyal sermayenin bunu yapabileceği ülkeleri tercih etmesi var.
Büyük liderler toplumların önünü açması gereken, onlara yeni ufuklar göstermesi gereken kişiler olmalıdır. Toplumu korkutarak sindiren ve kendine duygusal olarak bağımlı kılan siyasetçiler, toplumu sadece çocuklaştırır ve gelişmesini engeller.