Yargıyı zayıflatmak ülkeyi güçlendirmez

Anayasa Mahkemesi ile Yargıtay arasında Can Atalay kararı sonrası yaşanan yargı krizi yeni bir siyasi krize dönüşüyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu konuda yaptığı açıklamaları bir arada değerlendirdiğimizde, Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkından rahatsız olduğunu görüyoruz. Erdoğan özetle, bireysel başvuru ile ilgili bir yasal düzenleme yapabileceklerini ancak bu düzenlemenin de AYM’den geri döneceği için zaman kaybı olacağını söylüyor ve yeni Anayasa’yı bir zorunluluk gibi sunuyor.

Öncelikle Erdoğan’ın “Bireysel başvuruyla ilgili olarak, bunu zamanında Anayasa Mahkemesinin çalışmalarına hız kazandırır diyerek çıkarttılar” ifadesindeki sorunu belirtmek gerekiyor. Vatandaşlara bireysel başvuru hakkı, 2010 yılında yapılan Anayasa değişikliği referandumuyla tanındı. Erdoğan, 13 yıl sonra bu konudaki fikrini değiştirmiş olabilir ama bireysel başvuru hakkında “çıkarttılar” ifadesini kullanması doğru değil.

Bireysel başvuru hakkı, Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) şikayet edilmesini önlemek ve oradan çıkan yüksek miktarlardaki para cezalarının önünü kesmek amacıyla getirildi. Şimdi Erdoğan, 130 bin bireysel başvuru olmasından şikayet ediyorsa bunun nedenini sorgulaması gerekir. Demek ki Türkiye’de bir yargı sorunu var, insanlar adil bir şekilde yargılandıklarına inanmıyor. Başbakanlığı döneminde kendisinin de AYM’ye bireysel başvuruda bulunma hakkından faydalandığını da hatırlatmak gerekiyor.

Bugün yaptığı grup konuşmasında AYM Başkanı’na “Cesaretin varsa Kandil’e git!” diyecek kadar ileri giden MHP lideri Bahçeli de, bir kez daha AYM’nin kapatılması ya da yeniden yapılandırılması gerektiğini söyledi ve bunun için TBMM’yi adres gösterdi. Anayasa Mahkemesi’ni zayıflatmanın, yetkilerini budamanın bir yolunu arıyorlar şimdi. Bakalım nasıl bir yöntem bulacaklar?

Türkiye’de bunlar tartışılırken, İngiltere’de bizim için son derece düşündürücü olması gereken bambaşka bir gelişme yaşandı. İçişleri Bakanı Suella Braverman, Filistin yanlısı eylemlerle engel olmaya çalıştığı için görevinden alındı. İsrail yanlısı Braverman, Londra Emniyet Müdürü Mark Rowley üzerinde baskı kurarak eylemi engellemeye çalıştı ama Emniyet Müdürü, İçişleri Bakanı’nın baskısına direndi. Neticede İçişleri Bakanı kabineden kovuldu! Çünkü orada yasalar ne derse o oluyor; bakan, başbakan, kraliçe olmanız durumu değiştirmiyor. Buna da demokrasi deniyor. Üstelik bu savaşta İngiliz halkı da, başta Başbakan Rishi Sunak olmak üzere iktidar üyeleri de İsrail’e yakın duruyor. Halk hoşlanmıyor, iktidardakiler rahatsız oluyor diye Filistin yanlısı eylemlere engel olunamuyor, engel olmaya çalışanı da yerinden ediyorlar!

Biz son yıllarda Türkiye’de yeni bir demokrasi tanımı yaptık. İktidar seçmeni “millet” oldu ve iktidarın meşruiyet zemini haline getirildi. “Millet böyle istiyor” denilerek gerekirse hukuk askıya alınabiliyor. Anayasa Mahkemesi “yerli ve milli olmamakla” suçlanıp kapatılmak isteniyor. Bunu “demokrasi” sanıyorsak eğer, İngiltere’deki gibi örnekleriyle bir alakası olmadığını da kabul etmemiz lazım. Ya oralarda başka bir rejim var, ya Türkiye’de...

İsrail’de de Başbakan Netanyahu liderliğindeki aşırı sağ ve dindar koalisyon, yargının yürütme üzerindeki denetimini ortadan kaldıran ve yargının bazı yetkilerini Meclis’e devreden bir "yargı reformu" yapmaya kalktı. Netahyahu da yargıyı bir vesayet odağı olarak görüp “seçilmiş siyaset kurumunun iradesine karşı kontrolsüz güçle donatılmış yargıyı dizginlemek”ten bahsediyordu. Büyük protestolara neden olan “yargı reformu” ülkeyi istikrarsızlaştırdı, kurumlarla iktidar arasındaki ilişkiyi zayıflattı. İsrail’de popülizmin sonucunun ne oduğunu, 7 Ekim’de hep birlikte gördük.

Güçlü ülkeler güçlü iktidarlara değil, güçlü devletlere sahiptir. Devlet ise kurumlardan oluşur ve gücünü keyfiliğin önüne geçen yasalardan alır. Gücün tek elde toplanması o ülkeyi güçlü yapmaz, zayıflatır. Son yıllarda başta ekonomi olmak üzere birçok alanda yaşadığımız sorunlar, güçlendiğimize işaret ediyor olamaz herhalde.

SON DAKİKA HABERLERİ

Buket Afkan Diğer Yazıları