Konuşma sanatı
...
Hayvanlar koklaşarak insanlar konuşarak anlaşırlar, derler. Dikkat edilirse konuşmak konu kelimesi ile beraberlik anlamını veren ‘’Ş’’ harfinden bir araya gelmiştir. Yani bu, konuların beraberce ele alınması demektir ki, söylemekten derhal ayrılmaktadır.
Molier’in ‘’bizi anlamışlarsa bu iyi konuştuğumuzun bir delilidir’’ sözü de konuşmanın karşı tarafla olan bu beraberlik ilgisini çok güzel açıklar.
Bu konuda biraz dikkat edersek, tarihe mal olmuş iz bırakmış bütün büyük adamların iyi birer konuşmacı oldukları ve gereken en uygun yerde en uygun sözleri söyleyebilmiş oldukları görülür.
Son dünya savaşında, Avam Kamarası’nda Dünkerk çekilmesinden bahsederken, ‘’Size (sonsuz) çaba(lar), kan, ter ve gözyaşından başka bir söyleyeceğim yoktur’’ veya İngiltere savaşı sıralarında ‘’tarihin hiçbir döneminde bu kadar çok insan, bu kadar az insana bu kadar çok şey borçlu olmamıştır’’ diyen Churchill için Kennedy ‘o, kelimelerini birer birer seferber etti, savaş meydanlarına yolladı ve harbi kazandı der’’ der.
Churchill için, eğer o İngilizceye bu kadar kuvvetle sahip olmasaydı, İngiltere harbi kazanamazdı da denmiştir.
Tarihçi Van Loon, Napoleon için, Mısır piramitlerinin önünde sıcak ve susuzluktan güçleri kalmamış veya Moskova yanarken soğuktan donmak üzere olan askerlerine o anda söylenebilecek en uygun kelimeleri bulan müthiş bir aktördü, der. Alman şairi Heinrich Heine’nin yazdığı ve Avusturya’lı besteci Schuman tarafından bestelenen ‘’Zwei Grenadiere’’ şiirini misal verir, zira bu iki ünlü adam da aslında Napoleon’a düşman olması gereken iki ulusun çocuklarıdır.
Konuşmanın bu kadar önemli olmasına rağmen insanlar bilhassa toplum önünde konuşmadan neden çekinirler, sıkılırlar ve korkarlar?
Bunun en basit cevabı, kendilerinden emin olmamaları, toplumun önünde çıkınca bir şey söyleyememek, istediği ve düşündüğü şey ve kelimelerden başka şeyler söylemek, toplumun kendisini kabul etmemesi, hatta tahkir etmesi endişesidir. Bunu yenebilmek için her şeyden önce insanın korktuğu şeyi yapması ve böylece toplumun sanıldığı gibi korkunç, hiçbir hatayı affetmeyen, anlayışsız ve somurtkan insanlardan bir araya gelmediğini tecrübe ile anlaması lazımdır….
Çok heyecanlı, öfkeli, neşeli veya kederli olduğu zamanlarda insan istediğini pek güzel söyler. Mesela yolda giderken ayağınızı bir taşa çarpsanız, en büyük kalabalık içerisinde bile acınızı ifade edecek kelimeyi bulmakta güçlük çekmezsiniz.
Şu halde toplum önünde konuşabilmenin en önemli şartı insanın kendini unutması ve yalnız konuşacağı konuyu, topluma vereceği mesajı düşünebilmesidir.
Dale Carnegie, bunun için öyle bir konuyu seçin ki, bunu topluma anlatmak için 10 kilometre yolu bile yaya gidebilesiniz der. Tabii böyle bir konu, üzerinde yetki sahibi olduğunuz bir konu demektir. Bir gün önce gazetede okuduğunuz havadis, bir makale veya herhangi bir dedikodu değildir.
İnsan konuşacağı şeyden 40 kat fazlasını bilmeli, diyor Dale Carnegie, çünkü otuz dokuzunu unutsanız bile, gene geriye konuşacak kadar bir şeyler kalır.
Acaba bu 40 katı nasıl öğrenmelidir? İşte bu da ikinci önemli bir şarttır; dolmakla.
Ünlü Fransız edebiyatçı Alexandre Dumas gençken çok ateşli ve daha 17-18 yaşlarında büyük tarihi romanlar yazmak hevesinde imiş. Bir gün seyrettiği bir tiyatro piyesinin yazarı ile tanışmış, ve bu yaşlı zata isteklerini söyleyerek ondan akıl sormuş, üstadın cevabı şu olmuş;
-Genç adam, önce dol ki, sonra rahatça taşabilesin!
İşte bütün mesele dolabilmektir; bu, düşünerek, okuyarak ve dinleyerek olur ki, kısacası eğitim ve öğrenim demektir.
Churchill’in bir hatip hakkında söylediği şu sözler ilginçtir:
‘’O öyle hatiplerden biridir ki, kürsüye çıkmadan önce ne söyleyeceğini bilmez, konuşurken ne söylediğini bilmez, yerine oturduğu zaman ne söylemiş olduğunu sorarsanız, onu bile hatırlamaz.’’
İyi bir konuşmanın şartlarından biri de kısa, faydalı ve yapıcı olmasıdır. W. Wison, 5 dakikalık bir konuşma için ne kadar zaman hazırlanmaya ihtiyacı olacağı sorusuna 2 ay, 10-15 dakikalık bir konuşma için bir ay, yarım saatlik bir konuşma için 10-15 güne ihtiyacı olduğunu söylemiş veya iki saatlik bir konuşma için sorusuna da gülerek, şimdi konuşabilirim cevabını vermiştir. (1)
Eskiler buna ‘’efradını cami, ağyarını mâni’’ derlerdi. Yani o gerekli her şeyi kapsamalı fakat içinde lüzumsuz hiçbir kelime bulunmamalıdır. Vaizlere iyi bir konuşmayı öğreten bir hadis-i şerif de vardır: ‘’Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız, Müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz.’’(2)
Kısacası iyi bir konuşma: Topluma, dinleyicilere bir şey verebilen bir konuşmadır. Eğer bir şey vermiyorsa, onlardan birçok şeyler alıyor demektir. Onların sabrını, zamanını, iyi niyetlerini, huzurunu hatta inançlarını bile…
(1) İnsan Mühendisliği, Hayat Karşısında İnsan Kendisi ve Çevresi, Nüvit Osmay, Atlas Pazarlama Fahrettin Telseren Yayınları, sayfa 110-112.
(2) Müslim, Cihâd, (1732). Bu hadis, Buhari ve Müslim’de muhtelif tariklerden rivayet edilmiştir.