MEVLİD-İ ŞERİF
MEVLİD: Hz. Peygamber’in doğumu; doğum yıl dönümü vesilesiyle yapılan törenlere verilen isim; bu törenlerde okunmak üzere yazılmış eserlerin ortak adı.
Sözlükte “doğum yeri ve zamanı” anlamına gelen mevlid kelimesi, İslâm kültüründe özellikle Hz. Peygamber’in doğumunu, bu vesileyle yapılan törenleri ve yazılan eserleri ifade etmek için kullanılır. Mevsim kelimesi de Arap ülkelerinde hem mevlidi hem diğer bayram kutlamalarını ifade eden geniş bir mâna taşır.
Resûl-i Ekrem, İslâm tarihçilerinin çoğuna göre Habeşistan’ın Yemen valisi Ebrehe’nin Kâbe’yi yıkmak üzere Mekke’ye saldırdığı ve Fil Vak‘ası denilen olayın meydana geldiği yıl doğmuştur. Bu hususta görüş ayrılığının bulunmadığı rivayet edilir. Araplar’da “nesî” geleneğini göz önüne alanlara göre bu tarih milâdî 569, diğerlerine göre ise 570 veya 571’dir. Yine genellikle kabul edildiğine göre Rebîülevvel ayının 12’sinde ve gündüz dünyaya gelmiştir. Doğumun pazartesi günü olduğu ise daha sahih rivayetlere dayanmaktadır (aş.bk.). Ayrıca doğum gününün milâdî takvime göre 20 Nisan’a denk geldiği söylendiği gibi bunun doğru olmadığını ileri sürenler de bulunmaktadır (İbn Kesîr, I, 201; Şâmî, I, 405).
Hz. Peygamber’in sağlığında onun doğum yıl dönümü kutlanmadığı gibi Hulefâ-yi Râşidîn dönemiyle Emevî ve Abbâsî devirlerinde de mevlidle ilgili bir uygulamaya rastlanmamaktadır. Mısır’da Şiî Fâtımî Devleti kurulunca, soyundan geldiklerini söyledikleri Hz. Peygamber’in doğum yıl dönümü Muiz-Lidînillâh döneminden (972-975) itibaren resmî törenlerle kutlanmaya başlanmıştır. Hz. Peygamber’in yanında Hz. Ali, Fâtıma, Hasan, Hüseyin ve o günkü halifenin mevlidlerinin de kutlandığı (bunlara “mevâlîd-i sitte” deniyordu), aynı zamanda receb, şâban ve ramazan aylarındaki kandiller ile ramazan ve kurban bayramları gibi vesilelerle düzenlenen diğer bazı resmî kutlamaların da ilk örneklerinin yaşandığı bu dönem İslâm tarihinde zengin bir şölen geleneği oluşturmuştur (bk. İbnü’t-Tuveyr, s. 211-223).
Fâtımîler zamanındaki törenlerde önceden gerekli hazırlıklar yapılır, rebîülevvel ayının 12. gününde sabahtan başlamak üzere öğleye kadar 300 tepsi helva kādılkudât ve dâidduât başta olmak üzere kurrâ, hatipler ve diğer görevlilere dağıtılırdı. Tören Kur’an tilâvetiyle başlardı; ardından sırasıyla Enver (Hâkim), Ezher ve Akmer camileri hatipleri birer hutbe okuyup halife için dua ederlerdi.
Eyyûbîler zamanında birçok bayram ve tören kaldırıldığından mevlide de özen gösterilmediği ve halkın bunu evlerinde kutladığı anlaşılmaktadır. Ancak Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin kayınbiraderi Erbil Atabegi Begteginli Muzafferüddin Kökböri (1190-1233) mevlidi büyük törenlerle yeniden kutlamaya başlamıştır. Sıbt İbnü’l-Cevzî’nin bir kutlama sırasında 5000 koyun, 10.000 tavuk ve 100 at kesildiğini, 100.000 tabak yemek ve 30.000 tepsi helva dağıtıldığını kaydetmesi törene katılanların sayısı hakkında bir fikir vermektedir. Ulemâ ve tasavvuf ehlinin ileri gelenleri bu törenlerde hazır bulunur, Kökböri kendilerine hil‘atler giydirir ve hediyeler verirdi.
Endülüslü seyyah İbn Cübeyr, 579’da (1183) Mekke’de gördüklerini anlatırken Resûl-i Ekrem’in doğum yıl dönümünde doğduğu evin ziyarete açıldığını belirtir (er-Riḥle, s. 92; Mekke’deki kutlamalar için ayrıca bk. Kaptein, LXIX/2 [1992], s. 193-203). Bu ev daha önce Hârûnürreşîd’in annesi Hayzürân tarafından tamir ettirilip mescide çevrilmişti (İbn Kesîr, I, 200).
Memlükler döneminde Mısır’da mevlid kutlamaları bütün ihtişamıyla devam etmiştir. Rebîülevvel ayının girişinden itibaren başlatılan kutlamalar sırasında donanma mensupları tarafından Kahire Kalesi’nde kurulan tören çadırı en güzel kumaşlardan yapılır, içine değerli yaygılar serilir, koltuklar konurdu. Mevlid günü ikindi namazından sonra Mısır Abbâsî halifesi, dört mezhebin başkadıları, ilim ve tasavvuf ehli, emîrler ve kumandanlar, devlet adamları, halkın ileri gelenleri, komşu ülkelerden gelen temsilciler kaleye gelerek tören çadırındaki yerlerini alırlardı. Önce Kur’an tilâvet edilir, ardından vaazlar verilir, tarikat mensupları tarafından zikir ve evrâdlar okunur, daha sonra yemek yenirdi.
Osmanlı Hükümdarı III. Murad, 996 (1588) yılında merasimle mevlid kutlamalarını başlatmakla birlikte resmî olmasa da Osmanlı Devleti’nde kutlamaların bundan önceki dönemlerde de yapıldığı bilinmektedir. Sultan Ahmed Camii’ndeki kutlamalarda padişah, sadrazam, şeyhülislâm, vezirler, Anadolu ve Rumeli kazaskerleri, diğer mülkî ve askerî erkânla ulemâ resmî kıyafetleriyle hazır bulunurdu (aş.bk.).
Eyüp Sabri Paşa’nın kaydettiğine göre Rebîülevvelin 12’si Medine’de resmî tatil olup kaleden toplar atılır ve o gün dükkânlar açılmazdı. İnsanlar güzel elbiseler giyerek dolaşır ve birbirini tebrik eder, bu gece Mescid-i Nebevî’de ihya edilirdi. Sabaha karşı Bâb-ı Nisâ önünde toplanılır, burada kurulan kürsü üzerinde güneşin doğmasıyla birlikte beş hatipten ilki bir hadis okuyup padişah için dua eder, diğerleri sırasıyla mevlidin vilâdet, radâ ve hicret bahirlerini okurlar, sonuncusu dua ederdi. Daha sonra halk ikram edilen şerbeti içip dağılırdı (Mir’âtü’l-Haremeyn, II, 101-102).
Türkiye’de yalnız ramazan ve kurban bayramları resmî bayram kabul edilmekle birlikte, Hz. Peygamber’in doğum günü uzun yıllardır Diyanet İşleri Başkanlığı ve Türkiye Diyanet Vakfı’nın ortaklaşa düzenlediği çok yönlü etkinliklerle kutlanmaktadır. 1989 yılında “Kutlu Doğum Haftası” adıyla başlatılan ve bazan hicrî takvim bazan da milâdî takvim esas alınarak düzenlenen bu etkinlikler 2010 yılında yayımlanan bir yönetmelikle resmî bir kutlama haftası niteliği kazanmış, 2017 yılında çıkarılan yeni bir yönetmelikle haftanın adı “Mevlid-i Nebî Haftası” olarak, kutlama tarihleri de hicrî takvime göre rebîülevvel ayının on ikinci günü başlayacak şekilde değiştirilmiştir.
Mevlid kutlamaları sırasında Resûl-i Ekrem’in doğumunu anlatan, bu vesileyle methini de içeren ve genel olarak “mevlid”, Kuzey Afrika’da ise “mevlidiyye” olarak anılan şiirlerin okunması gelenek halini almıştır. Bunların en meşhurları arasında Arap dünyasında Kâ‘b b. Züheyr’in Ḳaṣîdetü’l-bürde’si, Bûsîrî’nin aynı adla da anılan el-Kevâkibü’d-dürriyye fî medḥi ḫayri’l-beriyye ve el-Ḳaṣîdetü’l-hemziyye’si ile Şemseddin İbnü’l-Cezerî’nin Mevlidü’n-nebî, Ca‘fer b. Hasan el-Berzencî’nin el-ʿİḳdü’l-cevher’i (Mevlidü’n-nebî); Türk dünyasında Süleyman Çelebi’nin Vesîletü’n-necât’ı anılabilir. Ayrıca mevlid kutlamalarında okunmak üzere Arapça yazılmış yüzlerce şiirle Bûsîrî ve Berzencî’nin eserlerinin çeşitli dillere yapılan tercümeleri yanında diğer müslüman milletlerin dillerinde de birçok mevlid kaleme alınmıştır. (1)
TDV İslâm Ansiklopedisi, 29. Cild, sayfa 475-479, Ankara, 2004.
Seyyid-ül Kainat, Fahr-i Alem, Server-i Dücihan, Resul-ü Ekrem Hz Muhammed S.A.V. efendimizin mübarek mevlidi yıldönümü münasebetiyle kalbe gelen dizeleri bizde Na’t-ı Şerif ile arz etmek isteriz:
N A ’ T - I Ş E R Î F
Bîçareyiz hem bîkes, hadsizdir hacâtımız
Ey Rasulü’s - Sekaleyn, sana müracaatımız
Nâfiledir sarfetmek, musavver kelimâtı
Seni tavsiften âciz, cümle münacâtımız
Sana tâbi olmuşuz; bütün kusurumuzla
Seni medh ü senâda, dillerde her na’tımız
Karanlık yolda bize, kıblemizi gösterir
Sünnet-i seniyye’ndir, münevver mir’âtımız
O dest-i sıyânetin, hep müzâhir olmasa
Bizi hepten mahveder, cümle hatîâtımız
Şefâatin müsterhim; her gün salâvatlarda
Kelimât-ı tayyibe ve cümle da’vâtımız
Ta’zîm-i şükranımız, sana teba’iyyetle
Önce sana arz olur, bütün tahiyyâtımız
Makâm-ı Mahmûd’un ki ilahi bir mâide
O sofradan akıyor, bütün füyûzatımız
Livâü’l-Hamd altında, toplanmak ümîdimiz
Lûtfeyle, kabul eyle; bunca ma’rûzatımız
Komşu eyle bizleri, o yüce ashâbına
Bize ‘hablü’l-metin’i, sunsun hazerâtımız
Sensin bizi vasleden, tevhidin envârına
‘Bir’liğe yönelmiştir; cümle daavâtımız
Sünnet-i seniyyen’le ahkâmına mün’akid
Ümmet-i müstakbel ve bütün maziyyâtımız
Nurlanır, bekâ bulur; ‘sünnet’e temessükün
Hidayet iklîmiyle, şu fani hayâtımız
Şifayâb olur ancak, Gülistân-ı Nebi’de
Kulûb-ı emrâz ile, cism-i kusûrâtımız
Gül kokar vâsıl olan, Gülistân-ı Ahmed’e
Lûtfeyle toprağına, sürünsün hil’atımız
Maden-i mûcizât’la, mücehhez şanlı Nebi
Senin nûrunla bulduk, bütün irhasâtımız
Risalet semâsının, ey kamer-i münîr’i
Nûrunla hayat buldu, bütün cihazâtımız
İnşikâk-ı kamer’le, münevver oldu semâ
Dağıldı ufkumuzda, kesîf zulümâtımız
İki nûrani kanat, nüzûl etti semâdan
Zâtın ile nurlandı, evc-i kemâlâtımız
Semâvat ehline de, âyan oldu mûcizen
Mi’racınla müjdeler, buldu kâinatımız
Mi’rac mûcizesi ki, en münevver en azîm
Bizi evc-i semâya, götüren mirkâtımız
Beş vakit namaz dahi, Mi’racın hediyyesi
Nebiler Nebisi’ne, minnet-i midhâtımız
Sana her gün beş defa, muktedi ehl-i îman
Senin lûtfunla kâim, tecdîd-i bîatımız
Medâr-ı halâs bildik, dâim metbû’iyyeti
Belki kâsır olsa da, sana sadâkatimiz
Seni taşlar, ağaçlar, ay ve güneş tanıyor
Tevhîdi ikrar eder, cümle izâ’âtımız
Kur’ân, dest-i pâkinde en mücellâ mûcize
Hem Sana hem Kur’ân’a, sunmuşuz bîatımız
Ümmetine hediyye ve bâki dost verdiğin
Ol Kur’ân-ı Mübîn de kenz-i şefâatımız
Âsi kulların hâli, yaman yevm-i mahşerde
Ey merci-i şefâat, lûtfeyle ruhsatımız
Ol bâran-ı şefâat, bize de musâb olsun
O dehşet hengâmında, budur niyazâtımız
Cemâlinle rûşen et, firkate dûçar etme!
Asûmâne erişir, bütün fizarâtımız
Ağlayıp figân edip, serdettik na’tımızı
Her zaman nâkıs oldu, bütün meşrûhâtımız
Şefâat kıl bâhusus, Hikmet-i bîçareye
Hicâba dûçar eder, bunca kabahâtımız
Şefâat kıl, himmet et, ey Rasul-i Kibriyâ
Sensin ey Yâr-i Zîşan, vüsûl-i necâtımız…
Hikmet Erbıyık, 11 Rebiülevvel 1444, 07.10.2022, Eyyüp Sultan Dergâhı