Misafir-2

MİSAFİR: Arapça’da “yolcu” anlamındaki müsâfir kelimesi Türkçe’de “konuk” karşılığında kullanılır.
Bi‘setten önce de nezih bir hayatı olan Resûl-i Ekrem misafirperverliğiyle tanınmıştı. Kendisi, ilk vahyin heyecanını ve duyduğu endişeyi Hz. Hatice’ye anlatınca Hatice onun bazı hasletlerini, bu arada misafirperverliğini de anarak korkmamasını, Allah Teâlâ’nın kendisini mahcup etmeyeceğini söylemiştir (Buhârî, “Bedʾü’l-vaḥy”, 1; Müslim, “Îmân”, 252).
Resûlullah gelen misafirleri asla geri çevirmez, evinde ağırlama imkânı olmadığı durumlarda onu ağırlayacak birini bulurdu (meselâ bk. Buhârî, “Tefsîr”, 59/6, “Menâḳıbü’l-enṣâr”, 10; Müslim, “Eşribe”, 172). Ayrıca bütün zamanlarını ibadetle geçirenlere ihmal etmemeleri gereken bedenî, ailevî ve insanî yükümlülüklerini hatırlatırken misafirlerin haklarına da dikkat çekmiş (Buhârî, “Ṣavm”, 54, 55, “Edeb”, 84; Müslim, “Ṣıyâm”, 182, 192), ev sahibinin misafirin yanında güler yüzlü olmasını, öfke ve üzüntüsünü belli etmemesini öğütlemiştir (Buhârî, “Edeb”, 87).
Hemen bütün hadis mecmualarında tekrar edilen bir hadiste yer alan (meselâ bk. Buhârî, “Edeb”, 31, 85, “Riḳāḳ”, 23; Müslim, “Îmân”, 74, 75, 76, 77, “Luḳaṭa”, 14), “Allah’a ve âhiret gününe inanan kimse misafirine ikramda bulunsun” ifadesi müslümanlar arasında bir özdeyiş haline gelmiştir. Bu hadisin bir rivayetine göre Hz. Peygamber, “Ev sahibi misafirine câizesini versin” demiş, bir soru üzerine de câizenin misafiri bir gün bir gece ağırlamak olduğunu, misafirliğin üç gün sürebileceğini, daha fazla devam ettiği takdirde yapılan ikramın sadaka sayıldığını söylemiş (Buhârî, “Edeb”, 31, 85; Müslim, “Luḳaṭa”, 14), ayrıca misafirin ev sahibini sıkıntıya sokacak derecede misafirliğini uzatmasının uygun görülmediğini belirtmiştir (Müsned, IV, 31; VI, 385; Müslim, “Luḳaṭa”, 15, 16).
Hadisteki câize kelimesi, misafir olduğu yerden ayrılan veya oraya uğrayıp geçen misafire verilen bir günlük yol azığı şeklinde de açıklanmıştır. Bazı âlimlere göre üç günden sonraki ikramın sadaka kelimesiyle ifade edilmesi, misafirin hali vakti yerinde ise ev sahibini daha fazla sıkıntıya sokmasının uygun olmayacağına işaret etmektedir (İbn Hacer, XXII, 335-340).
Bilhassa Tebük Seferi’nden sonra “elçiler yılı” (senetü’l-vüfûd) diye anılan hicretin 9. (630) yılında Medine’ye gelen kalabalık heyetlerin ağırlanması misafirlik âdâbı konusunda birçok tecrübenin yaşanmasına vesile olmuştur. Onlar için bazan çadırlar kurulmuş, bazan da sahâbeden evleri geniş olanlar bu konuda yardımcı olmuştur (Abdülhay el-Kettânî, II, 201-207).
Muhacirlerden Abdurrahman b. Avf, ensardan Remle bint Hâris evlerinde elçileri misafir edenlerin başında gelir. Abdurrahman’ın evi “dârü’d-dîfân” olarak anılırdı (İbn Şebbe, I, 235). Hz. Ömer misafirler için “dârü’r-rakīk” (dârü’d-dakīk) denilen evler yaptırmıştır. Buralarda un, hurma, kuru üzüm ve diğer ihtiyaç maddeleri bulunurdu (İbn Sa‘d, III, 283). Hz. Osman döneminde de dârü’d-dîfânların kurulması devam etmiştir (Yâkūt, IV, 355). Bu gelenek daha sonra vakıf yapılarının ve kervansarayların ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır.
Yolculuk sırasında karşılaşılan zorluklar sebebiyle misafirler oruç ve namaz gibi ibadetler konusunda hafifletici hükümlere tâbi tutulmuştur.
İslâm âlimlerinin dinen teşvik edilen ahlâkî erdemlerden olduğu hususunda fikir birliğine vardıkları, misafiri ağırlamanın fıkhî hükmü hakkında iki temel yaklaşım vardır. Ebû Hanîfe, Mâlik, Şâfiî ve ulemânın çoğuna göre misafiri ağırlamak sünnettir. Ahmed b. Hanbel’den gelen bir rivayete ve Leys b. Sa‘d’a göre ise misafiri bir gün bir gece ağırlamak vâciptir (Nevevî, XII, 30, 31). Leys b. Sa‘d, bu konuda Nisâ sûresinin 148. âyetiyle Hz. Peygamber’in, “Kim bir kavmin yanına inerse onu ağırlamak onların üzerinedir” hadisini (Ebû Dâvûd, “Sünnet”, 5) delil getirmektedir (İbn Abdülber, XXI, 45).
İmam Şâfiî, bâdiyede olsun şehirde olsun misafiri mekârim-i ahlâk çerçevesinde ağırlamayı yerine getirilmesi gereken bir görev sayar (a.g.e., XXI, 43). Hadis âlimleri misafir ağırlamanın çadır halkı (ehl-i veber) için olduğu, şehir halkı (ehl-i hadar) için bunun gerekmediği yolunda Hz. Peygamber’e nisbet edilen sözü uydurma kabul etmişlerdir (a.g.e., XXI, 44; Nevevî, II, 19).
Ancak çölde yolculuk yapan, zor durumda kalan ve hayatî tehlikeye düşmesinden korkulan kimsenin ihtiyacının karşılanmasının farz olduğunda şüphe yoktur. Kalacak yer ve yeme içme hususunda çeşitli imkânların bulunduğu şehirlerde ise durum daha farklıdır. Bu gibi yerlerde dahi insanların güç durumlarda kalabileceğini ve Hz. Peygamber’in misafiri ağırlamayan kişilerde hayır olmadığına dair sözlerini dikkate almak gerekir (ayrıca bk. İbn Abdülber, XXI, 42-48; Nevevî, II, 18, 19; Bedreddin el-Aynî, XVIII, 220-226; Mv.F, XXVIII, 316-319).
İbrâhim el-Harbî, misafire ikramla ilgili 132 hadisi İkrâmü’ḍ-ḍayf adlı eserinde bir araya getirmiştir. İslâmî literatürde misafirlik konusu ahlâkî yönüyle daha çok İbn Kuteybe’nin ʿUyûnü’l-aḫbâr’ı, İbn Abdülber en-Nemerî’nin Behcetü’l-mecâlis’i gibi edep türü eserlerde ele alınmıştır. İslâm kültürünün ve terbiyesinin en önemli kaynaklarını oluşturan bu tür eserlerde konuya dair hadislerle âlim, edip ve şairlere ait özlü sözlere yer verildiği görülür. Ayrıca Ma‘mer b. Müsennâ’nın Kitâbü’ḍ-Ḍîfân adlı bir eseri vardır (İbnü’n-Nedîm, s. 80; Keşfü’ẓ-ẓunûn, II, 1435). (1)
TDV İslâm Ansiklopedisi, 30. cild, sayfa 171-172, Ankara, 2020.
Misafir başlıklı makalemizin 2. Bölümü sonunda aynı konuda yazılmış başka bir şiirimizi de burada dikkatinize arz ederiz:
MİSAFİR-2
(Biri de, sen burada misafirsin ve buradan da diger bir yere gideceksin…Ms. N. 119)
Ey nefis şu alemde aziz bir misafirsin
Gün olur vakit gelir menzili terkedersin..
Hazer et verme gönül fâni zâil umûra
Dâr-ı bekâ’yı düşün varmak için huzura..
Nasıl ki bir gün gelip çıkarsın bu menzilden
Terk et hubb-u cihanı sen de derûn-u dil’den..
Madem ki bu cihanı terk eylemek mukadder
Akiller vücudunu Malik’e feda eder..
Hem de feda edersen büyüktür mükâfatın
Eğer etmezsen feda pek büyük zayiâtın..
Sana şayeste olan aziz ol ayrılırken
Terk-i cihan olacak ister geç ister erken..
Hikmet Erbıyık, 07.03.2022, Istanbul
SON DAKİKA HABERLERİ

Dr. Hikmet Erbıyık Diğer Yazıları