Sabır ve Dua
Sözlükte “engellemek, hapsetmek; güçlü ve dirençli olmak” anlamlarındaki sabr kelimesinin ahlâk terimi olarak “üzüntü, başa gelen sıkıntı ve belâlar karşısında direnç gösterme; olumsuzlukları olumlu kılmak için gösterilen metanet” gibi mânalara geldiği, karşıtının ceza‘ (telâş, kaygı, yakınma) olduğu belirtilmektedir.
Kur’ân-ı Kerîm’de bu kelimeler karşıt kavramlar şeklinde geçmektedir (İbrâhîm 14/21). Sabır akıl ve zekânın, ceza‘ âcizliğin bir ifadesi sayılmıştır. Buna göre, düşünen bir kimse haramlardan sakınma konusunda gösterilen sabrın Allah’ın azabına sabretmekten daha kolay olduğunu bilir. Sabır “nefsi telâştan, dili şikâyetten, organları çirkin davranışlardan koruma, nimet haliyle mihnet hali arasında fark gözetmeyip her iki durumda sükûnetini muhafaza etme, Allah’tan başkasına şikâyette bulunmama” şeklinde de tarif edilmiştir.
Gazzâlî sabrı “din duygusunun nefsânî arzu ve tutkuların baskısına karşı direnç göstermesi” diye tanımlar (İḥyâʾ, IV, 63). Bu tanım sonraki kaynaklarda da tekrar edilmiştir (meselâ bk. İbn Kayyim el-Cevziyye, s. 16).
Sabır kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de on beş âyette geçer, ayrıca 100’e yakın âyette aynı kökten çeşitli isim ve fiiller yer alır (M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “ṣbr” md.). Bu âyetlerde genellikle sabrın önemi üzerinde durulmakta, sabırlı davrananlar yüceltilmekte ve onlara verilecek mükâfatlar anlatılmaktadır.
Kur’an’da bildirildiğine göre Allah insanları korku, açlık, yoksulluk, yakınların ölümü, ürün kaybı gibi musibetlerle imtihan eder. Bu musibetleri sabırla karşılayanların ve Allah’a teslimiyet gösterenlerin rablerinin lutfuna, rahmetine ve ebedî kurtuluşa erecekleri müjdelenir (el-Bakara 2/155-157; ayrıca bk. Âl-i İmrân 3/142; Muhammed 47/31). Sabretmek bu erdeme sahip olanlar için çok hayırlı bir davranıştır (en-Nahl 16/126). Sabır dini tebliğde azim ve sebat gösteren peygamberlerin niteliklerindendir (el-Ahkāf 46/35). Bir kimsenin kendisine kötülük edenleri âdil bir şekilde cezalandırması haktır, ancak sabır göstermesi daha hayırlıdır. Sabretmek gerekir, bu da ancak Allah’ın ihsanı sayesinde olur (en-Nahl 16/126-127).
Allah, putperest düşmanlarının aşağılayıcı davranışlarına katlanan müslümanları sabretmelerinin mükâfatı olarak ebedî kurtuluşa ulaştıracağını bildirmiştir (el-Mü’minûn 23/110-111). Kendilerine kötülük yapanlara sabırla muamele edip kötülüğe kötülükle karşılık vermeyenlere düşmanlarının hile ve tuzakları asla zarar vermeyecektir (Âl-i İmrân 3/120).
Özellikle savaş durumunda sabır gösterip disiplinli davranan müslümanları Allah melekleriyle destekleyeceğini vaad etmiştir (Âl-i İmrân 3/125). İyilik yolunu seçip kötülükleri güzellikle karşılamaya çalışanlar, böylece düşmanlıkları dostluğa çevirenler, bunu ancak sabırlı davranışları ve erdemlerde büyük pay sahibi olmalarıyla başarabilir (Fussılet 41/34-35).
Hz. Lokmân’ın oğluna verdiği öğütlerden biri de şudur: “Namazı özenle kıl, iyi olanı emret, kötü olana karşı koy, başına gelene sabret. İşte bunlar kararlılık gerektiren işlerdir” (Lokmân 31/17). Kur’an hayatta insanın başına gelen musibetlerin bir imtihan olduğunu, bu imtihanı sabırlı olanların kazanacağını bildirir (el-Furkān 25/20). Bu sebeple müslümanlar Allah’tan sabır dilemeli (el-Bakara 2/250; el-A‘râf 7/126) ve kendileri sabırlı davrandığı gibi birbirlerine de sabrı tavsiye etmelidir (el-Beled 90/17; el-Asr 103/3).
Kur’ân-ı Kerîm’de Allah’ın sabredenlerle beraber olduğu (el-Bakara 2/153, 249; el-Enfâl 8/46, 66), onları sevdiği (Âl-i İmrân 3/146), sabır ve takvâlarıyla güzel davranışlarda bulunanların ecirlerinin asla zayi edilmeyeceği (Hûd 11/115; Yûsuf 12/90), onlara kat kat mükâfat verileceği (en-Nahl 16/96; ayrıca bk. en-Nisâ 4/25), sırf Allah rızası için sabredenleri meleklerin tebrik edeceği (er-Ra‘d 13/20-24) ifade edilmektedir.
Sabır konusu hadislerde de geniş olarak yer almaktadır (bk. Wensinck, el-Muʿcem, “ṣbr” md.). Bir hadiste sabrın kişiyi telâştan ve yanlış işler yapmaktan koruyucu özelliği, “Sabır ışıktır” sözüyle ifade edilmiştir (Müslim, “Ṭahâret”, 1; Tirmizî, “Daʿavât”, 85).
Hz. Peygamber, kendisinden sürekli yardım isteyenlere yardım ettikten sonra yine de istemeleri üzerine onlara afif olmalarını, müstağni davranmalarını ve sabırlı olmak için çaba göstermelerini öğütlemiş; böyle yapmaları halinde Allah’ın kendilerine yardım edip ihtiyaçtan kurtaracağını bildirmiş, “Hiç kimseye sabırdan daha hayırlı ve geniş bir nimet verilmedi” buyurmuştur (Buhârî, “Zekât”, 50; “Riḳāḳ”, 20; Müslim, “Zekât”, 124).
İbn Kayyim el-Cevziyye, Resûl-i Ekrem’in bu sözü ile, “Allahım! Eğer seni gücendirmemişsem sıkıntı çekmem önemli değil; ancak âfiyet vermen beni daha çok rahatlatır” anlamındaki sözünü (İbn Hişâm, II, 420) zikrettikten sonra bu ikisi arasında bir çelişki bulunmadığını belirtir. Zira sıkıntısız bir hayat güzeldir; fakat sıkıntı baş gösterdiğinde sabırlı ve güçlü olmak kişiyi başarıya kavuşturarak rahatlatır (ʿUddetü’ṣ-ṣâbirîn, s. 15).
Çocuğunu kaybetmenin acısıyla ağlayan bir kadına Resûlullah’ın, “Allah’tan kork, sabırlı ol!” sözüne karşılık, “Benim derdimden sen ne anlarsın!” şeklinde tepki gösteren kadın, daha sonra kendisine nasihat edenin Resûlullah olduğunu öğrenince ondan özür dilemiş, bunun üzerine Hz. Peygamber, “Sabır ilk sarsıntı sırasında gösterilen metanettir” buyurmuştur (Buhârî, “Cenâʾiz”, 32, 42; Müslim, “Cenâʾiz”, 14, 15).
Diğer bir hadiste Resûl-i Ekrem sıkıntıya uğramanın istenen bir durum olmamakla birlikte böyle durumlar başa geldiğinde sabırlı olmayı öğütlemiştir (Buhârî, “Cihâd”, 112; Müslim, “Cihâd”, 20). Hz. Ali’nin, “Allahım! Senden sabır diliyorum” dediğini duyan Resûlullah, “Bu sözünle Allah’tan ağır bir imtihan istemiş oldun; O’ndan âfiyet dile!” buyurmuştur (Müsned, V, 231, 235; Tirmizî, “Daʿavât”, 93).
Belâya sabretmenin mi yoksa nimete şükretmenin mi daha faziletli olduğu konusunda farklı görüşler ileri sürülmüştür. Genellikle ulemâ şükrün sabırdan daha faziletli olduğunu kabul ederken mutasavvıfların çoğunluğu sabrı daha üstün görmüştür.
Hücvîrî’nin kaydettiğine göre (Keşfü’l-maḥcûb, I, 235) tasavvufun dayandığı sekiz temelden birinin sabır olduğunu söyleyen Cüneyd-i Bağdâdî her temel için bir peygamberi örnek gösterirken sabır için Hz. Eyyûb’u zikreder. Ebû Ali ed-Dekkāk’a göre sabır ilâhî takdire itiraz etmemektir; şikâyet etmemek şartıyla başa gelen sıkıntı ve üzüntüleri anlatmak sabra aykırı olmaz. Nitekim Eyyûb peygamber derdini anlatmakla yetinmiş (Sâd 38/41-44), fakat şikâyet etmemiştir (Kuşeyrî, II, 461). Sabrın hakikati kişinin -Hz. Eyyûb gibi- belâya nasıl girmişse öylece çıkmasıdır. Eyyûb sıkıntıya düştüğünde, “Başıma bir dert geldi, ama sen merhametlilerin en üstünüsün” demiş (el-Enbiyâ 21/83), “Bana merhamet et” dememiştir; böylece Allah’a yakarırken edebini korumuştur (a.g.e., II, 462). (1)
(1)- TDV İslâm Ansiklopedisi’, 35. Cildi, sayfa 337-339, Istanbul, 2008.