Sonbahar ve Hazan
Diriliş coşkusu veren ve ruhları okşayan demlerin faslı nesim-i nevbahar ve en tatlı hayallerle geçen yaz aylarından sonra ayakların tekrar gerçeklerle temas etmeye başladığı ilk aydır eylül…
Diriliş coşkusu veren ve ruhları okşayan demlerin faslı nesim-i nevbahar ve en tatlı hayallerle geçen yaz aylarından sonra ayakların tekrar gerçeklerle temas etmeye başladığı ilk aydır eylül…
Mevsimlerin insan hayatıyla benzer yönleri vardır. Çocuklukta, gençlikte insan hep
hayal kurar, “şöyle yapsam, böyle yapsam..” şeklinde. Bahar mevsimi insanın gençlik (şebabet) dönemini andırırken Yaz mevsimi insanın olgunluk dönemine benzer. Rüzgar gibi geçen bu dönemde birtakım düşüncelerini gerçekleştirmeye çalışır. Sonbahar ise artık kışın yaklaştığı, yani yolun sonunun göründüğü mevsimdir. Sıkıntılar, dertler bu dönemde başlar. Bu yüzden güz, hüzün mevsimidir. Bir başka deyişle “ağır ağır çıkılan merdivende eteklerin güneş rengi bir yığın yaprakla dolduğu bir mevsimdir hazan…Bahardan ve yazdan sonra gelen hüzün…
Hazan ve hüzün kökdeş veçiledaş iki kelime. Hep birbirlerini çağrıştırırlar. İnsana hayatın ölümlü oluşunu hatırlatır, bir ders verir âdeta.
“Hazan ömrün bekâsı olmadığından alâmetdür” der Zâtî. Yine de hazan
yapraklarının yerlere dökülmesini kâh yıldızların yere inmesiyle, kâh bu yaprakları rengi dolayısıyla altına benzeterek yeryüzünün Kârun’dan farkının kalmadığına işaret eder:
Kara yer bağda görünmez oldu sarı yaprakdan
Kıyâmet koptu san encüm döküldü tâk-ı ezrâkdan
Şu denlüla’l ile yâkût u zer tahsil idüpdür kim
Zemînün farkı yok Kârûn ile Hâce Mezellâkdan
Dîvân şiirinde baharla ilgili binlerce beyit, yüzlerce gazel, kasîde olmasına rağmen,
hazanla ilgili olanları çok azdır. Çünkü şair sonbahara yaklaşmak istemez. Âdeta kaçar hazandan. Çünkü hazana hep solgun renkler hâkimdir. Tıpkı, sevdiğine kavuşamayan âşığın, çektiği ıstıraptan dolayı sararan yüzü gibidir hazan.
Baharın zıddıdır sonbahar. Tabiattaki yeşillik bitmiş; gül zara yahut çemene ayak seyri
seyrekleşmiştir. Ortalık sararan, hatta biraz yakıcı yaz güneşinin iyice kızıla çaldırdığı
gazellerle dolmuştur.
Şairde bu manzara neyistânı çağrıştırır:
Ten-i zerdümde her tîrünolal’dan kana müstağrak
Neyistândur ki peydâ eyledi fasl-ı hazânâteş(Hayâlî Bey)
Sevgilinin attığı kirpik okları, sarı benizli âşığa saplandığı için kana bulanmıştır. Öyle ki bu oklar hazanda sarıdan kırmızıya dönen kamışlığa benzer.
Dîvân Edebiyatında şair hazan mevsimini tasvir ederken doğrudan değil de onu
birtakım sembollere, mecazlara büründürür. Aslında anlatmak istediği mevsim değil, kendihâlet-i rûhîyesi veya kafasında kurguladığı düşünce ve hayalleridir.
Nitekim Bâkî bir gazelinde tasavvuf terimlerini ve tasavvuf öğretisini sonbahar tasvirleriyle verir. Gazelin dış görünüşü ise tamamen güz manzarasını tasvir eder:
Nâm ü nişâne kalmadı fasl-ı bahârdan
Düşdü çemende berk-i dırahti’tibârdan
Eşcâr-ı bâğ hırka-i tecrîde girdiler
Bâd-ı hazân çemende el aldı çenârdan
Her yaneden ayağına altunakupgelür
Eşcâr-ı bâğ himmet umar cûy-bârdan
Dîvân Edebiyatında hazan ile ilgili yazılan şiirlerin azlığı, bu edebiyata mensup
sanatçıların gerçeklerden kaçma temayülü ile izah edilebilir. Dîvân Edebiyatından sonraki dönemlerde baharın yanında hazanla ilgili şiirlere de yer verilmiştir. Hatta onun hüznünde bile ayrı bir zevk ve güzellik bulanlar olmuş. Bu durum, biraz da Türk şiiri için hakikati kabullenme, gerçeğe yaklaşma, gerçekle yaşayabilme düşüncesinin kuvvetlendiği şeklinde izah edilebilir.
Yahya Kemâl, eski şiir geleneğini sürdüren bir şair olduğu için sonbahar hakkındaki
düşünceleri, öncekilerden pek farklı değildir. “Hazan” gazelindeki
Hazan ki durmadan evrâkı sû-be-sû dökülür
Hazinesinden eteklerle reng ü bû dökülür
Beytinde sonbaharda ağaç yapraklarının sürekli renk ve koku döktüğüne; yaprakların renkleri dolayısıyla da hazineye benzediğine işaret ederek, meselâ Zâtî’den pek farklı bir şey düşünmez: “Mevsimler” şiirinde ise sonbaharla ilgili duygularını şöyle dile getirir:
Kopar sonbahar tellerinden
Derinden, derinden, derinden
Biten yazla başlar keder mûsıkîsi
Bu sahillerin seslenir her yerinden
Derinden, derinden, derinden
Hazin günlerin derbeder mûsıkîsi
“Eylül Sonu” şiirinde sonbaharın, insan ömrünün son demlerine benzeyişi vurgulanır:
Günler kısaldı Kanlıca’nın ihtiyarları
Bir bir hatırlamakta geçen sonbaharları
“Sonbahar” şiirinde bu ilişki daha güzel teşbih ve istiarelerle tasvir edilir.
Fânî ömür biter bir uzun sonbahar olur
Yaprak, çiçek ve kuş dağılır, târümâr olur.
Mevsim boyunca kendini hissettirir vedâ;
Artık bu dağdağayla uğuldar deniz ve dağ.
Yazdan kalan ne varsa olurken haşır neşir;
Günler hazinleşir, geceler uhrevîleşir;
Teşrinlerin bu hüznü geçer tâ iliklere.
Anlar ki yolcu, yol görünür serviliklere.
…
Yaprak nasıl düşerse akıp kaybolan suya,
Rûh öyle yollanır uyanılmaz bir uykuya,
Duymaz bu anda taş gibi kalbinde bir sızı;
Fark etmez anne toprak ölüm mâceramızı.
Ş. Nihal Başar, sonbaharda dallarda kalan son yaprakları görünce, onları “son ümide
sarılmış” insanlar gibi tasavvur eder, yere düştükleri zaman toprağın onları tahrip edeceğinidüşünür ve kendi ruhunun onlar için bir sığınak ve mezar olmasını ister:
Bir dalda son ümmîde sarılmış kuru yaprak
Âvâre-i hasret uçuyorken
Âh olsa bütün rûhum ona melce ve medfen
Heyhât, alıyor sîne-i tahrîbine toprak!
M. Faik Ozansoy “Hazana Vedâ” şiirinde Sonbaharı özlenesi bir mevsim gibi düşünür. Kendi ruhuyla güller arasında bir bağ kurarak yaz’ın işkencesinden dolayı güzü bir kurtarıcı olarak görür:
Güller ki bütün mevsim usanmış kanamaktan,
Güller ki, bakıp yollara, beklerdi hazânı;
Güller gibi aylarca hayâl ettim, uzaktan,
Yaprakların altın gibi savrulduğu ânı…
Y. Nabi Nayır “Sonbahar” şiirinde yazın bitmesiyle sevdiğinden ayrılışın aynı zamana
geldiğinden, sonbahara da ayrılık mevsimi gözüyle bakıyor:
Artık donuk bir cam var mavi gökler yerinde.
Güneşi benden çalan o sıcak bakışlardır,
Ve yazı o götürdü mutlak beraberinde.
En güzel rüyaların bile bir sonu vardır:
Bir bahar rüzgârından alarak bir sabah hız
Mevsimlerin ömrünü yaşamıştı aşkımız.
Onu şimdi kaybettim ve şimdi sonbahardır.
Eylül hepten hüzün demek değildir. O da kendine has birtakım güzellikleri taşır
hüsnünde. Hele insan, Yahya Akengin’in dediği gibi, unutamayacağı birtakım hâtıraları eylülde yaşamışsa niçin göz ardı edilsin eylül:
Ben hatırlarım hep, hatırlamalı insan
Yârdan ayrılışların yürekte yeşerttiği duaları
Öyle başladığını ölümsüz efsanelerin
İliklere kadar işler hâtırası mevsimlerin
Lâkin eylüllerinki biraz daha derin…
Her ne kadar şair gönlü, genellikle eylülden yana olmasa da, o da hayatımızın bir
güzelliğidir. Hani derler ya her şey zıddı ile kâimdir. Hazan ve kış olmasa, baharın ve yazın güzelliğini kim idrak edebilirdi?
Vedat Ali TOK1
Ne lâle zamanı ne de devr-i gül
Bir tatlı hayâlin sonudur eylül
Gül solar da, diner nağme-i bülbül
Bir tatlı hayâlin sonudur eylül
Vedat Ali TOK
(1) Eski Türk Edebiyatı ABD Uzmanı, Kayseri Lisesi TDE Öğrt. vedatali.tok@gmail.com
Nispeten sıcak geçen bir Ekim ayı ile geciken sonbaharda derin düşüncelere ve lahuti hazlara dalarken yıllar öncesinde bir Ekim günü Dolmabahçe sahillerinde gelen ilham ile yazdığımız şiir hatıra geldi.
SONBAHAR’DA İSTANBUL
İstanbul ne güzeldir her mevsimde her yerin
Boğazı seyrederken saatlerce gözlerin
Ufkunda akşam vakti türlüsü hüzünlerin..
Istanbul gönlümüzde her mevsim çok güzelsin.
Şu güz mevsiminde de bir başka güzellik var
Asude çevreleri bir tatlı hüzün sarar
Düşer serin rüzgarla kızıl sarı yapraklar..
Istanbul gönlümüzde her mevsim çok güzelsin.
Dalgın düşüncelerle sahilde bir sonbahar
Mütebessim yüzlerin izlediği dalgalar
İstanbul’u sevenler zevki hüzünde arar..
Istanbul gönlümüzde her mevsim çok güzelsin.
Hikmet Erbıyık, Dolmabahçe, 06 Ekim 1995
Beste: DrH.İbrahim Erbıyık
Makam: Nihavent