Alooo! Bu sesi duyan var mı?
İlimizde tarım, hayvancılık ve balıkçılıkla ilgili çalıştayların dördüncüsü dün gerçekleştirildi. Kandıra Ziraat Odası Başkanı Erdal Çetin ve yönetiminin ev sahipliğinde Namazgah Kültür Merkezinde düzenlenen çalıştaya bende katıldım. Toplantıda İl Tarım ve Orman Müdürü Levent Küçük ile beraber, ilçe müdürleri, ilçelerin ziraat odası başkanları, kooperatif başkanları, Büyükşehir Belediyesi yetkilileri yer aldı.
Ben bu toplantıya katıldım, katıldım da. Katılmaz olaydım.
Öncelikle, dün Kandıra’daki çalıştayla ilgili yazılması, gündeme getirilmesi gereken çok konu var. Bu meselelerin her biri birbirinden önemli olduğu için, önümüzdeki günlerde çalıştayla ilgili notlarımı aktarmaya devam edeceğim.
Benim dikkat çekmek istediğim ilk nokta, süt üreticileri.
Sevgili okurlar; hem sorunlara hem de çözüm önerilerine yazıda yer vereceğim fakat şu gerçeği zihinlerimize kazıyalım: sütsüz kalacağız, sütsüz.
Düz hesaplar yapacağım, çok daha rahat anlaşılacak.
Dün süt üreticileri şu örneği verdi:
Ekmek 50 kuruştu, biz sütün litresini 2.50 TL’ye satıyorduk. Ekmek 7 TL oldu, biz sütün litresini 10 liraya satıyoruz.
Bir kere bu hadise, eşyanın tabiatına aykırı, buna bir not düşelim.
Bir süt üreticisi, bugün yeteri kadar kar edemiyor. Bu üretici dese ki; “Arkadaş ben ineğimi kesime gönderiyorum. Süt üretmeyeceğim.”
Ortalama 55-60 bin TL parayı bir anda cebine koyuyor.
Ama ne oluyor? Üretim ortadan kalkıyor. Kaynaklar tükeniyor. Hayvancılık da kesilen inek gibi ölüyor.
Peki bu süt üreticisi kesmeyip üretime devam edince ne oluyor?
Süt üreticileri neredeyse bir inekten 15 litrelik verime kadar düşmüş, ama biz ortalamasını günde 20 litre süt üzerinden alalım. Hesabın da 10 ay üzerinden yapılması gerekiyormuş.
300x20= 6.000. Süt üreticisi bir yılda bir inekten 6.000 litre süt topluyor.
10 TL’den satıyor, ediyor sana 60 bin TL.
Bir balya ot olmuş 130 TL. Besi yeminin çuvalı ortalama 500 TL, içinde de 50 kilogram yem var. Bir inek de süt verebilmesi için günde minimum 8-10 kilo arasında yem tüketmesi gerekiyor. Mazot maliyeti, yem maliyeti, işletme maliyeti, harcanan emek derken varın hesabını siz yapın.
Üretici, dört yılda ineğinden kazanacağı parayı tek kesimde kazanıyor.
Belki de şunu tercih ediyor; hepsini kesime gönderiyor ve yeni bir alana yöneliyor.
Sonuçta üretim ortadan kalkıyor. Kim zararlı? Sadece üreten mi? Hayır. Sen, ben, hepimiz.
Mesela bir örnek daha var, Kocaeli-Sakarya bölgesinin günlük süt ihtiyacı 3.000 ton. Kocaeli’de yalnızca 300 ton süt üretiliyor. 2.700 ton süt kentimize dışarıdan geliyor.
Sıkı durun, sadece bu 2.700 ton sütün nakliye maliyeti 2.5 Milyon TL imiş, dünkü toplantıda öğrendim.
Olaya bakar mısınız...
Süt 10 lira, nakliyeti kazanıyor, sütü toplayan kazanıyor, fabrika zaten kazanıyor.
Üretici? Asıl işi yapan günden güne yok oluyor. Süt inekleri kesime yollanıyor. Ve biz milletçe tükeniyoruz.
Çözüm önerileri de şunlar:
- Çiftçiye mazotta ÖTV kaldırılsın.
- Kandıra gibi tarım yoğun bölgelerde köylüye yem işletmeleri kurulsun. Burada kamu-özel işbirlikleri yapılsın. Böylece hem nakliye maliyeti ortadan kalkar, minimum kar marjı ile sürdürülebilir bir çalışma modeli ortaya koyulabilir.
- Aracılar minimuma indirilsin, üretici korunsun.
- Ve en önemlisi. Özellikle Kandıra gibi bölgeler üç-beş tatilciye yazlık olmasın, arsalar bölünmesin, üretim sahaları yok edilmesin.
Samimi söylüyorum; dün çalıştayda duyduklarıma çok üzüldüm.
Şartlar çok ağır, neredeyse zararına süt satacaklar.
Ben, bu çalıştayı düzenleyen ve paydaşı olan tüm kurumları tebrik ediyorum.
Onlar gereken adımı atıyorlar.
Lütfen Tarım ve Orman Bakanlığımız, bu büyük tehlikenin, mağduriyetin farkında olsun.
Bu kentin, bu ülkenin imkanları çok geniş. Üretim alanları çok fazla. Geniş ve verimli topraklara sahip. Lütfen ama lütfen tarım ve hayvancılıkta doğru politikalarla ilerleyelim. Büyük fabrikalara bu hayati meseleleri peşkeş çekmeyelim.
Üreteni aç bırakırsak, yarın hepimiz aç kalırız!
İçimizi titrettin Yiğit Adam!
Hayatımın hiçbir döneminde Batı hayranı olmadım.
Öyle ki; onların eriştikleri müthiş refaha, sözde insan haklarına, özgürlüklerine, zenginliklerine hiç özenmedim.
Hiçbir zaman, “Ya acaba Avrupa’da yaşar mıyım? Orada ne yapabilirim? Ne de olsa refah ülkesi...” diye düşünmedim.
Çünkü insan köleleştirme mucidi Avrupa’ya bugünkü refahını veren Hollanda, Alman, Fransız, Britanya, İspanyol, Portekiz gibi krallıkların, eriştikleri müthiş refahı kan, gözyaşı, işkence gibi kavramlar üzerine kurduklarını hep bildim.
Sözde müthişler, eksiksizler, özgürler. En çok da medenilermiş, medeni.
Sözde medeni, özde şeytanın yeryüzü temsilcileri.
Yıllarca biz dahil dünya üzerindeki tüm coğrafyaları, “Demokrasi ve insan hakları” kılıfı altında sömürdüler, yıktılar, yok ettiler. Kendi kukla hükümetlerini kurdular. Halklara tecavüz ettiler. Yüzyıllar boyunca, umarsızca tecavüz ettiler. Maddi manevi yok ettiler.
Koskoca bir kıta, Afrika, Osmanlı Devleti’nin güç kaybetmeye başlamasıyla beraber bir sömürge kıtası haline dönüştü.
O nammussuz beyazlar, Afrikalılara hayvandan aşağı bir muameleyle bugünkü güçlerine ulaştılar.
Ama dünya, eski dünya değil.
Bir uyanış var, bir başkaldırı var, bir isyan var.
Ve Afrika’da, yıllar sonra bir yiğit çıktı.
1988 doğumlu Burkina Faso Devlet Başkanı İbrahim Traore...
BD ve Fransa’ya uranyum verilmesini yasakladı,
Burkina Faso, Mali ve Nijer; sömürgeci Fransa ve ABD'ye başkaldırdı.
Şimdi ABD ve Avrupa, bu üç ülkeye saldırmaya hazırlanıyor.
Ve bu yiğit adam çıktı dünyaya haykırdı ve dedi ki:
“Bizim nesil şunu anlamıyor: Nasıl oluyor da bu kadar zenginliğe sahip Afrika bugün dünyanın en fakir kıtası olabiliyor?”
Manası çok derin.
Dolara hapsolmuş, ekonomisi karşılığı olmayan bir kağıt parçası nedeniyle darma duman edilen Türkiye’nin, Türkiye’de yaşayan herkesin bu isyanı iyi anlaması gerek.
Batının pranga taktığı tüm halklar, bu isyana sahip çıkmalı.
Bu yiğit adamın isyanı, hepimizin isyanıdır.
Bu yiğit adamın isyanı, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, “Dünya beşten büyüktür” diyerek ezilen tüm coğrafyalara verdiği güvenin yansımasıdır.
Bu yiğit adamın isyanı, artık bir devrin kapanmaya yüz tuttuğunun, yeni bir dünya düzenin kurulacağının en net göstergesidir.
Haaa... Bu arada...
Yıllardır konuşuluyordu ya, “Bizim Afrika’da, Libya’da, Somali’de ne işimiz var?” diye.
Minik bir hatırlatma.
Türkiye, Burkina Faso, Cezayir, Çad, Fas, Gana, Kenya, Mali, Moritanya, Nijer, Nijerya, Senegal, Somali, Ruanda ve Uganda olmak üzere, şimdilik açıklanan 14 ezilen Afrika ülkesiyle çok ciddi askeri ve güvenlik işbirliği anlaşmaları yaptı yıllar önce.
Dış güçler, dış güçler diye yıllardır tiye alınan söylemlerin okumasını, bir de bu bilgiler üzerinden yapılması elzemdir.
Dünyanın gerçek gündemi, oluşturulmaya çalışan yapay kaos ve Üçüncü Dünya Savaşıdır.
Allah devletimizi var etsin, Allah hepimizin yardımcısı olsun.
Son olarak...
Burkina, Burkina Mossilerinin dili olan Moore dilinde, onurlu, bozulmayan gibi manalara geliyormuş.
Burkina Faso’nun tam olarak “Başı Dik İnsanlar Ülkesi” gibi bir manaya geliyormuş.
İpucu
Biliyor musun ki safları yaran, herşeyi yenen aslanla savaşmak kolay.
Gerçek kahraman odur ki; önce kendini ve nefsini yener.
Dr. Fuchs