Müslüman şahsiyetin temel nitelikleri

Yüce kitabımız Kur'an'da, Müslüman şahsiyetin temel niteliklerini ve hayat özelliklerini yansıtan; müminlerin inanç yapılarını, ahlâki davranışlarını ve bu davranışlarının ahiretteki sonuçlarını konu edinen çok sayıda ayet vardır.[1] Meselâ, Mü'minun suresinin ilk bölümünü oluşturan ayetlerde, iman ufkunun en üst kademesinde yer alan mümin şahsiyetlerin temel nitelikleri, hayat tarzları ve uhrevi sonuçları şu şekilde dile getirilir:

"1-Muhakkak ve Kesin olan şudur ki inananlar kurtuluşa ereceklerdir: 2-Onlar, namazlarında derin huşu içindedirler. 3-Boş ve anlamsız şeylerden yüz çevirirler. 4-Arınmak için yapılması gereken zekat ve infak görevlerini yaparlar. 5-İffetlerini korurlar.

6-Evlilik yoluyla meşru olarak sahip oldukları eşleri dışında başka yol aramazlar; onlar, eşleriyle olan meşru ilişkilerinden dolayı da kınanmazlar. 7-Emanetlerine ve ahitlerine sadakat gösterirler.

8-Salâtlarını (Allah'a kulluk azimlerini) tüm dünyevi kaygılardan uzak tutarlar. İşte Firdevs cennetine vâris olacak ve orada sonsuza kadar kalacak olanlar bunlardır.»[2]

Allah'ı Tanımak ve O'na İnanmak

Kur'an'a göre insanın en temel görevi,

Allah'ı tanımak ve O'na iman etmektir.[3] İman edip inanmak, hem bilgi ve ahlak temelli bir tasdik, hem de Allah'a duyulan bir saygı ve O'nun emirlerine göre yaşama hâlidir. İslâm (Müslüman) olmak ise, sadece sosyal bir âidiyetin değil, insanın Allah'a gönüllü teslimiyetinin ifadesidir. Şu halde Müslüman şahsiyetinin en bâriz ve birinci vasfı, "Allah'ı tanımak ve O'na tam olarak inanmaktır. “Ve insanların çoğu başka varlıklara da ilahi nitelikler yakıştırmaksızın Allah’a inanmazlar”[4] Demek ki tevhidi ikrar etmek önemlidir ancak yeterli değildir; ayrıca onu ihlâl etmemek de gereki

“İman edip, imanlarını varlık sebebine aykırı davranarak karartmayanlar, işte onlardır, güven içinde olacak olan ve doğru yola ulaşmış olanlar.”[5] İslâm'ı asli şekliyle değil de kendi işine geldiği biçimde kabul eden kimse, mümin değil, müşriktir.

Allah'a İbadet (kulluk) Etmek

Müslüman şahsiyet, Allah'a imanla yetinmez, O'na gönülden bağlanıp ibadet de eder.

O mü’minler ki, namazlarına devamlı ve duyarlıdırlar, zekatlarını da verirler, ahirete de kesin olarak inanırlar.”[6] İbadet, Allah'ın emirlerine uymak, yasaklarından sakınmak ve rızasını kazanmak için yapılan her iyi iştir. Bunun için, İslâm'ın belirleyici ilkelerine, Kur'an'ın doğruluk ve değer ölçülerine göre yaşamaya ibadet denir. Müslüman, bir hayat imtihanı içinde olduğunun bilincindedir[7]O, yaratılış gayesini[8] ve en büyük özlemini gerçekleştirmek için

“Rableri katında onların mükâfatı altlarından ırmaklar akan adn cennetleridir. Orada ebedi olarak kalacaklardır. Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah’ın verdiği sevap ve cennet nimetlerinden razı olmuşlardır. Bu mükâfat ve cennet mertebesi, Rabbinden saygı ile korkup kulluk yapan kimseye verilecektir.”[9] ömür boyu ölünceye kadar ibadet etmek gerektiğini bilir.

“Rabbine olan kulluğunu, ölüm sana gelip erişinceye kadar devam ettir.” [10] Çünkü, Kur'an'a göre iman ve amel birbirlerine etkileri kaçınılmaz iki unsurdur. Öyleyse, imanla ibadet arasındaki bağı koparıp ibadet kaçkınlığı yapan bir kimsenin, Hakk'a vâsıl oldum ve hidayeti buldum demesi doğru değildir. Zira bir insan, hidayet bulmadıkça Hakk'a vâsıl olamaz; hidayet bulunca da İslâm'ı icra etmekten geri duramaz.

Kur'an'a Uymak

Müslüman şahsiyetin gönül ışığı ve hayat düsturu Kur'an'dır. Kur'an, Allah kelamıdır. O, bütün insanlar için bir hidayet rehberi, müminler için de yaşantılarını tanzim eden bir hayat kitabı, şifâ ve rahmet kaynağıdır.

“O, elbette şerefli bir Kur'ân'dır. Korunmuş bir kitaptadır.”[11] Bunun için mü'min şahsiyetin Kur'an'a imanı tamdır. O, Kur'an'ın tamamına inanır; onun belirleyici ve birleştirici ilkelerine, doğruluk ve değer ölçülerine göre yaşamaya çalışır.

“O halde sen ve beraberinde tövbe edenler, emrolunduğunuz şekilde, doğru yolu tutun. Sizden hiçbiriniz büyüklenip, Allah tarafından konulmuş sınırları aşmasın; çünkü unutmayın yaptığınız herşeyi O görüyor.”[12]

Ahirete İnanmak

Müslüman kişi, ahiret gerçeğine de inanır. Bu inanç onu, hayatı daha doğru yaşamaya sevk eder, dünyada yaptıklarının hesabını vereceği ve karşılığını göreceği bir güne hazırlar. O, İslâm'a uygun biçimde yaşayarak Allah'ın en güzel biçimde yarattığı insan kişiliğini yine aynı güzellik içinde Allah'a teslim etmeye çalışır;

Siz ey iman edenler! Mutlaka yolunuzu Allah ve kitabıyla bulmaya çalışın ve ancak Müslüman olarak can verin.”[13]

"Ey göklerin ve yerin yaratıcısı! Dünyada ve ahirette beni koruyup destekleyen sensin. Canımı, bütün varlığıyla kendini sana adamış biri olarak al ve beni dürüst insanların arasına kat"[14] diyerek Allah'a yalvarır.

Peygamber (s.a.s)'i Sevmek

Müslüman şahsiyetin temel niteliklerinden biri de, Peygamber sevgisidir. Kur'an, bu sevginin çerçevesini çizer, mü'min de bu ölçüler içinde Peygamber (s.a.s)'i sever. O, kendi arzu ve özlemlerinin, Allah'ın ve Elçisi'nin emrettiği şeyin önüne geçmesine asla izin vermez. Yine, birinin kişisel görüşlerini ve tercihlerini, Peygamber (s.a s) tarafından duyurulan kesin buyrukların ve ahlâki kayıtların üstüne de çıkarmaz. Kısaca ifade etmek gerekirse, mümin şahsiyet Allah'a ibadet, Peygamber (s.a.s)'e de ittiba ve itaat eder.

“De ki, ey peygamber! “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana tabi olun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı affetsin, zira Allah çok affeden ve çok acıyandır.”[15]

İslâm'a Bağlı Kalmak

Müslüman, İslâm'dan başka din aramaz, Allah'a inandım deyip başka varlıklara veya İslâm dışı değer ve sistemlere bağlanmaz

“Allah katında kabul gören din İslâm dır. Daha önce kitap verilenler, azgınlıkları yüzünden kendilerine hakikat bilgisi geldikten sonra, bu konuda farklı görüşlere saplandılar. Allah’ın mesajlarını kim örtbas ederse bilsin ki, Allah hesabı çarçabuk görendir.”[16] O, İslâm inanç ve yaşayış sistemini bir bütün olarak kabul eder; Kur'an'a, sünnete ve aklı selime ters düşen hiçbir görüş ve davranışa da hayatında yer vermez.

Müslüman şahsiyet, İslâm'ı sadece kişisel plânda yaşamakla yetinmez; İslâm'ın, hayatın hakim dini olması için de çalışır.

“Gerçek şu ki, Allah kendi yolunda saf bağlayıp, birbirine yapışmış, perçinleşmiş bir duvar gibi cihad edenleri sever.”[17] Çünkü Hazreti Peygamber (s.a.s), sadece bireysel yaşayışın değil bütün toplumsal hayatın, ancak İslâm'la olumlu ve anlamlı yapılanmalara ulaşabileceğini bildirmiş; İslâm'ın, toplumsal hayat örgüsüyle de ilgili olduğunu ortaya koymuştur. Hazreti Peygamber (s.a.s), iman, ahlâk ve adalet gibi yüce değerleri öne çıkararak güçlünün zayıf üzerindeki baskı ve zulmüne karşı çıkmış; hiçbir güç onu, İslâm'a bağlı kalmaktan koparamamıştır.

İslâm'ı Tebliğ Etmek

Müslüman şahsiyet, dini tebliğ ve davet görevinde korkaklık ve gevşeklik göstermez; İslâm uğruna yaptığı mücadelede, insanlardan hiçbir ücret ve karşılık beklemez.

“Sen ve kardeşin birlikte ayetlerimi Firavun’a götürün, beni anmayı ihmal etmeyin.”[18] O, sabırla, cesaretle, isabetli ve sistemli bir yöntemle insanları İslâm'a ve Kur'an esaslarına uymaya çağırır.

Kur'an Ahlakı İle Ahlaklanmak

Mü'min şahsiyet, Kur'an ahlâkı ile ahlâklanan insandır. Çünkü mü'minin inanç dünyası ve hayat tarzı Kur'an'a dayanır. Bunun en güzel örneğini, Peygamber (s.a.s) ortaya koymuştur. Bilindiği gibi O, Kur'an ahlâkının yaşayan modelidir; onun kişiliği de insanın ve imanın kemâlidir.

“Çünkü sen üstün bir hayat tarzına ve yük-sek bir karaktere sahipsin.”[19]

Müslüman Olarak Hayatta ve Ayakta Kalmak

Müslüman şahsiyetlerin hayırlı işleri içeren, hayata aktif ve olumlu biçimde katılmalarını sağlayan pek çok nitelikleri vardır. Bunların tamamını burada dile getirmek imkânsızdır. Ancak bu niteliklerin hepsi genel olarak şu şekilde ifade edilebilir: Müslüman şahsiyet, insan olma potansiyelini Kur'an'la pratize edip dünyayı İslâm'a göre şekillendiren, Müslüman olarak hayatta ve ayakta kalabilen insandır. Şu halde, insanın İslâm'a, İslâm'ın da kendisini hayata taşıyacak Müslüman şahsiyetlere ihtiyacı vardır. Çünkü kişi ve toplum kimliğinin en önemli bileşeni İslâm'dır. Ne var ki, İslâm ve onun toplumsal tezahürleri, günümüzde bazı odaklar tarafından "irtica" yaftasıyla yaftalanmakta, İslâm ve Müslümanlar, sosyal hayattan ve kamusal alandan tecrid edilmek istenmekte; buna karşılık sömürü düzenini yerleştirme ve sistemleştirme çabaları, çağdaş bir aymazlık olarak gündemdeki yerini korumaktadır.

Bize göre bunun iki temel nedeni vardır. Birincisi, İslâm ülkelerinin başında bulunan yöneticilerin hemen hemen hepsinin, Batı kültürü ile yetişmeleri ve kendi öz kültürlerini bilerek veya bilmeyerek ihmal etmeleri, bunun neticesinde kendi halklarına ters düşmeleridir. Bunlar, milletin iradesini hiçe sayarlar, halkın sesine kulak tıkarlar, kıpırdayanları da baskı ile susturmaya çalışırlar. Ülkenin zenginliklerinin, bir avuç mutlu azınlık tarafından sorumsuz biçimde tüketilmesine imkan sağlayıp, halkı fakir bırakırlar. İkincisi de, İslâm'la ilgili değerlendirmelerde, düşüncenin, insafın ve anlama gayretinin büyük ölçüde zâil olması; buna karşılık din aleyhine sloganların atılması, yaftaların yapıştırılması ve anlamanın yerini dayatmanın almasıdır. Halbuki insanlar insaflı ve serin kanlı, yöneticiler de adaletli ve anlayışlı olurlarsa, hem cehaletleri hem de dogmaları birlikte azalır. Böylece, daha insâni yaşama ortamının da yolu açılmış olur.

Olumlu ve Onurlu Tavır

Toplumca ne kadar şabloncu olduğumuz, olumsuzluklara karşı olumlu ve onurlu tavır almaktan ziyade pasif kalmayı ve olanları seyretmeyi tercih ettiğimiz ortada. Oysa insanlar, kişisel hayatlarında ve toplumsal organizasyonlarda, doğruya uyma ve doğru olanı yapma gayreti içinde olmalıdır. Özellikle inananların işleri, Allah'a olan inancın bir gereği değilse Allah onlara niçin değer versin?

“İnananlara de ki: Dua, yalvarma ve ibadetiniz olmasaydı, Rabbim size değer verir miydi? Ve inkârcılara da de ki: Gerçek şu ki siz, Allah’ın mesajını yalan saydınız, artık bu yüzden azap size sarılacak, yakanızı bırakmayacaktır.”[20] Unutulmasın ki Allah, İslâm'ı din edinip Müslüman olarak hayatta ve ayakta kalanlardan râzı olacak; râzı olduklarını da bu dünyada üstün, ahirette de cennetine vâris kılacaktır. İsmen Müslüman olup da fiilen İslâm düşmanlığı yapanlar ise, yakalarını Allah'ın azabından kurtaramayacaklardır.[21]

Kaynaklar:

[1] Asr 103/ 1-3; Furkan 25/ 63-76; Hac 22/ 40-41 vb.

[2] Mü'minun 23/ 1-11

[3] Bakara 2/ 3, 177, 218, 277; Nisa 4/ 152, 162 vb.

[4] Yusuf 12/ 106

[5] En'am 6/ 82

[6] Bakara 2/ 4-5; Neml 27/ 2-3; Lokman 31/ 4; Enfal 8/ 2-4 vb.

[7] Kıyame 75/ 36; Mülk 67/ 2; Mü'minûn 23/ 115 vb.

[8] Zariyat 51/ 56

[9] Beyyine 98/ 8; Fecr 89/ 28-30

[10] Hicr 15/ 99

[11] Vâkıa 56/ 77-80; Bakara 2/ 185; İsra 17/ 82; Nisa 4/ 105 vb.

[12] Hûd 11/ 112; Fussilet 41/ 30 vb.

[13] Âl-i İmran 3/ 102

[14] Yusuf 12/ 101

[15] Âl-i İmran 3/ 31; Enfal 8/ 24; Ahzab 33/ 36; Hucurat 49/ 1,2 vb.

[16] Âl-i İmran 3/ 19,85

[17] Sâf 61/ 4, 10-14 vb.

[18] Tâhâ 20/ 42; Hûd 11/ 51 vb.

[19] Kalem 68/ 4

[20] Furkan 25/ 77

[21] Âl-i İmran 3/ 139; Mâide 5/ 3; Mü'minun 23/ 10-11; Furkan 25/ 77

SON DAKİKA HABERLERİ

Mehmet Sönmezoğlu Diğer Yazıları