Melahat abla raconu keser

Kahvehane açıldığı günden itibaren bu kadar gürültülü olmamıştı. Televizyonda emeklilikte yaşa takılanların yaşadığı onlarca yıllık haksızlık giderilecektir haberini duyunca kahvede ortaya çıkan ses; Arjantin-Fransa dünya kupasında finalinde atılan gollerdeki sesten bile daha yüksekti. Sülün Osman ve Yusuf; yaşa reis nidalarıyla başladıkları çiftetelli oyununu kasap halayına döndürme telaşındayken, yaka-paça Ömer ile Ali’yi de halkaya takmaya çalışıyorlardı. Hayta Ali ağzı kulaklarında gram kadar nazlanmadan halaya ok gibi fırlayarak katıldı. Ağzı kulaklarında ayakları halaydan daha ziyade yere basmadan süzülen bir kuğu nidasındaydı. Ama yetim Ömer’in hem suratı asıktı hem de halaya kalkmayacağı her halinden belliydi. Aslında Ömer ile Ali’nin her işi beraber yapmalarına alışan ahali halayda neden ayrıldıklarını anlamamışlardı ama gırla muhabbet arasında kimse pek dikkat kesilmedi. Halay daha sonra hep beraber Mehmet Amca’yı kızdırma seansına dönüştü. Herkes koro halinde ‘Gördün mü reisi Mehmet amca! Ne dedik sana, yaparsa reis yapar. Boşa kovalıyon sen Kılıçdar’ı’ ile başlayan tüm yüklenmeler amcamızı iyice yormuştu. Garibim Mehmet amcanın, bizim başkan demese yirmi yıl daha hakkınız için beklerdiniz kelimeleri sadece gürültü içinde kaybolan cümlelerden ileriye gitmedi. Bu savunma çabasının nafile olduğunu anlayan Mehmet amca nihayet pes etmişti.

Onca gürültünün arasında çay gönder seslerinin bile boğuntuya gittiği ve Murtaza Abi’nin sessizliği sağlayamadığı anda kahvehane, önce tık tık topuk sesleri sonra içeriye giren parfüm kokusuyla bir anda hastane sessizliğine bürünmüştü.

Aman Allah’ım; ayda yılda bir gelse de unutulmayan o kadın yine içeri dalmıştı; tık tık tapuk sesleriyle kara lüle saçlı, sırım boylu Melahat. Melahat’ın içeri girince oluşturduğu sessizlik nedeni; topuk sesinin mi? Kahve de oluşan parfüm kokusunun mu? Yoksa (erkekler dahil) mahallenin en dobra insanından duyulan çekingenlik mi? Asla bilinemezdi.

Melahat anasına babasına bakmış hayırlı bir evlat, kendini yetiştirmiş işini kurmuş iyi bir iş insanı ve onca malı mülküne rağmen baba ocağıdır diye mahallede kalmış hatırşinas bir kadındı. Kısacası en küçük toy delikanlıdan en yaşlı adama kadar herkeste bir beğeni bırakmıştı bu dobra kadın. Kiminin hayallerinin aşkı, kiminin ulaşamadığı sevdası, kimininse olmayan evladıydı. Sessizliği Melahatın sesi bozdu:

Yahu Mehmet amca bu zibidilere laf yetiştirmekten sıkılmadın mı? Sen ne dersen de anlamazlar? Çünkü sadece kendi çıkarlarıdır onlara esas.

Şimdi Yusuf 45’inde emekli olacağım diye mutludur ama kendi evladının 65 yaşında nerede çalışacağının hesabını yapmaz. Eski hükümetlere b*k atar ama bu düzende 65 yaşında kim kimi nerede çalıştıracak düşünmez, bıyığını sevdiğimin milliyetçisi Yusuf kardeşim.

Osman sana lafım yok. Dünyalık işini zaten sen iyi bilirsin. Senin için emeklilik filan ufak işler. Sen hep büyük düşündün zaten. Ama Ali sana ne demeli. Burada halay çekiyorsun ama sen ne zaman başladın gerçekten bir işe. Yetim Ömer’den en azından 5-10 yıl sonra. Ama senin baba uyanık çıktı sana giriş yaptırdı ama Ömer yetim. Aranızda 15 sene emeklinin farkı olacak ve bu işte adil olacak. Yanlış anlama koçum kabahat senin değil ama devlet böyle adalet sağlamaz.

Ömer sana ne oldu. Burnunun direği sızladı yetimliğin ağrına gitti dimi? Ne yapacaksın, isyan mı edeceksin? Yok ben sana ne yapacağını söyleyeyim. Mevlam bize yine mücadele emri verdi diyeceksin yine çabalayacaksın. Oğlum sen bu dünyadaki alma ağacındakilerden değil verme ağacındakilerdensin. Susup kabulleneceksin başka da bir şey yapmazsın. Sen susup kabulleneceksin ki alma ağacındakiler rahat rahat elmalarını yesinler.

Ortam resmen bir film setinin sahnesi gibiydi. Yönetmen herkese sanki donun komutu vermişti. Biraz önce gürültüden yıkılan mekânda ne ses ne hareket vardı. Sadece yetim Ömer’in boğazında ki oluşan boğumun yutkunması hariç hareket eden canlı yoktu.

Sessizliği yine Melahat’ın sesi bozdu. Sana ne desem peki Mehmet amca. Bunlara laf anlatmakla ömrün geçiyor. Zamanında burun kıvırıp rahmetli Aysel teyzemle izleseydin dizileri anlardın bu ülkede siyasetin nasıl organize olduğunu.

Bizimkileri izlerdik çocukluğumuzda. Ne farkı vardı bu ülkeden. Süper Baba izlerdik herkes birbirine saygılı. Her yerde aşiret dizileri varken bir bakarsın birden olur sana ülkede açılım. Çukur gibi diziler fışkırır televizyonda, bacak kadar velet yolda bana bile laf atıp- büyüğüne racon keser. Şimdi ise dış güçlerin üzerimize oyun oynadığı diziler mevcut her kanalda. Bu demek ki Bahçeli’yi reise kanka yapanlar millet ittifakında da bir milliyetçi aktör çıkartacaklar piyasaya. O yüzden sizin başkanla, İstanbul reisiniz omuz omuza ipi göğüslemeye giderken arka fonda Ankara’nın bağları çalmasın dikkat et. Türk dizileridir siyaseti dizayn eden Mehmet amca. Yorma kendini boşuna.

Hadi kalk biraz Melahat teyzeyi, biraz rahmetli anamla babamı analım bu gece. Güzel yemekler yaptım bu akşam bende yiyelim. Reis yılbaşında rakıya zam yapmadan iki kadehte parlatırız. Ama siyaset konuşmak yok. Sen bana yine DESEM Kİ şiirini okursun ben de keyfime gelirse BİR KIZIL GONCAYA BENZER DUDAĞINI patlatırım.

Melahat ve Mehmet Amca; Melahat’ın topuk sesler arasında yavaş yavaş kahveden çıktılar. O akşam Mehmet Amca’nın yerinde olmak isteyen tüm kahve milleti içini çeke çeke sadece arkalarından bakakaldılar. Ortam Türkiye’nin dünya kupası finalini penaltılarda kaybederse oluşacağı sessizliğe büründü.

SON DAKİKA HABERLERİ

Mehmet Ümit Küçükkaya Diğer Yazıları