Bir kere daha! Ebediyen bir daha!
“En sessiz sözcüklerdir fırtınayı getiren. Güvercin adımlarıyla gelen düşünceler yönlendirir dünyayı.”
“En sessiz sözcüklerdir fırtınayı getiren. Güvercin adımlarıyla gelen düşünceler yönlendirir dünyayı.”
Friedrich Nietzsche, Ecco Homo
Tüm sloganların, sert atılan adımların, ayartıcı görüntülerin ardında bir dünya işliyor. Çıkan ses kulaklara ulaşıyor ulaşmasına fakat durup dinlemeye kim cesaret edebilir? Tanburları hızla döndüren, akrebi ve yelkovanı gezdiren o mekanik çarkları kast etmiyorum. Tüm ideallerin ötesinde bozuk güzelliğiyle, kahkahasıyla; geceyi ve sabahı, kırları ve kentleri, sarhoşluğu ve duyarlığı fısıldayan bir ses bu. “Şarkıyı duymayanlar dans edenleri deli sanıyor” diyor Nietzsche. Dionysos’un şarkısı bu. Yaşamaktan başka bir derdi yok.
Modern düşünce, doğanın bağrına ellerini sokup cevheri söküp almak üzerine kuruldu. Artık doğa, insan için ıslah edilmesi gereken vahşi bir hayvandı. Hesaplar yapıldı, muntazam sınırlar çizildi. Sarmaşıklara yer yok, dikenleri budansın güllerin…
Ah şu yirmilik dişlerimiz, mutlu mesut otladığımız günlerden güzel bir hatıra şimdi. Peki ya melankoli, dehalara has o sara nöbetleri, kaşınan koltuk altı… Bir Nuh Tufanı olmasın mı?
İdealize edilmiş hayatın manifestosu, çürümekten başka bir vaat içermiyor. Güzel-çirkin, iyi-kötü, doğru-yanlış; peki ama gerçek kimin mülkü? Stefan Zweig, Immanuel Kant için “bilgiyle nikahlı karısıyla yaşar gibi yaşamıştır” diyor. Bu kesinlik isteğini anlamak fazlasıyla mümkün. Ama hayata yani insana uygun mu? Her kesinlik isteğinin sonucu ahlaki değer üretimidir.
Her ahlaki değer üretiminin kaçınılmaz sonu ise nihilizmdir. Yani kesinlik durağanlıktır, durağanlık ise çürümek demektir. Nietzsche burada, antik çağın ‘karanlık filozofu’ ile sırt sırta vererek sürekli devinen ve değişen dinamik bir yaşamın kaotik düzenini sezdiriyor bize. Kaos, belirsizlik, hakikat yoksunluğu; ikinci doğamız olan kültürün baş düşmanları bunlar. İnsan buradan bakınca, hayatın o trajik gülümsemesiyle karşı karşıya kalıyor.
Bir örnek Nietzsche; filozof, alman, deha, filolog olan değil. İnsan olan Nietzsche, bu kaosu kendi yaşamında buldu. Hristiyan bir papazın oğluydu, vaizlik yaptı. Sonrasında en ateşli Hristiyanlık karşıtı düşünceleri geliştirdi. Hiçbir şehirle, hiçbir düşünceyle kökten bağlar kurmadı. Bir göçebe gibi dolaştı Avrupa şehirlerinde. Bedeninde de buldu bu kaosu. Sonu gelmeyen migren ağrıları, dörtte üçü kör gözler, ağır depresyon dönemleri… “Hayatımın her döneminde muazzam bir acı hep benimleydi” diyor Nietzsche.
Sonra… Sonra bu trajik kahramanımız son 10 senesini bir deli olarak bakıma muhtaç bir halde geçirdi ve öldü. Bedenini evinden 30 metre ileri gömdüler.
Trajedinin kahkahaları kesilmez. Bir kere daha! Ebediyen bir daha!
Nietzsche, klasik dünyanın, modernizmin ideallerini reddederek, kaskatı kesilmiş düşünceye, beş taş oynayan çocukları işaret etti. İnsanı, iyinin ve kötünün ötesine taşıyıp, güçlü bir darbe indirdi kamburuna.
Alınacak bir şey yok, ne de olsa acı duymak ruhun fiyakasıdır.