Babam ve Kızım
Tam tamına 47 yaşına girmiş ama çocukluk evresindeki ‘’Baba’’ kavramıyla hesaplaşmasını iç dünyasında bitirememiş bir adamın sözcüklerini okuyorsunuz. Hem dertleşeceğim hem özlemlerimi aktaracağım bir yazı olacak ve tarihin tozlu raflarında yerini alacak.
Tam tamına 47 yaşına girmiş ama çocukluk evresindeki ‘’Baba’’ kavramıyla hesaplaşmasını iç dünyasında bitirememiş bir adamın sözcüklerini okuyorsunuz. Hem dertleşeceğim hem özlemlerimi aktaracağım bir yazı olacak ve tarihin tozlu raflarında yerini alacak.
İki elin parmaklarından fazla kardeşle büyümüş ve en büyüklerinden olan bir adamdı benim BABAM. Yıllarca Hollanda, Belçika, Almanya’da çalışmış. Ben Hollanda’da dünyaya geldikten kısa bir süre sonra dönüş yapıp yine Türkiye’de emekli olana kadar esnaflık ve işçilik yapmış namazında niyazında bir adam. Emekçi yani..
Zor şartlarda büyümüş, eski zamanların yokluğunu ve zorluklarını içinde hisseden ve sevgiden mahrum büyümüş biriydi benim BABAM.
Benle birlikte bir kız kardeşim ve bir erkek kardeşim de dünyaya geldikten sonra garip anamla birlikte çekirdek aile olarak yıllarca Gültepe’de yaşadık.
Ama ben ve kardeşlerim bir sefer bile BABAmla parka gitmedik. Sinemaya gitmedik. Doğru düzgün misafirliğe bile gitmedik. Hatta daha üzücü olanı BABAM benim bir sefer bile futbol oynadığım maça gelmedi. Hatta transfer etmek için gelen Düzce Doğsan kulübü yöneticilerini kovma kovmuştu. Neden benim iyi yaptığım şey ile önümü kesmişti ki? Beni mi korumuştu? Bu öfkesi nedendi ?
Oturup dertleşemedik, oğlum diye seslendiğini bile hatırlamam ben. Hayattayken hep içten içe kızdığım ama asla saygısızlık etmediğim bir adamdı benim BABAM.
Yukarıda özellikle yazdım sevgisiz ve zorluklarla büyümüş biri diye. Sevgisini içinde besleyen, kelimelere ve eyleme dökemeyen bir adamdı. Nasıl içimde yer etmiş ki sizlerle dertleşme ihtiyacı dahi duymuşum bu yaşantımı. Düşünün ki ayak başparmağımı diğer başparmağımın üstüne dahi koymadım onun yanında. Doya doya sarılamadım bile ben BABAma. Bir takke, bir yüzük, bir tesbih ve kokusu hala üzerinde olan kazak babamdan bana kalan. Tabutu başında gözyaşlarımla ıslattığım bezine hep ‘’ Allah’ım Babama merhamet eyle’’ duasından başka bir dua edemedim.
Peki neden?
Aile içinde baba ve evlatları arasında bu kadar hiyerarşik bir seviye olabilir mi?
Ya da neden var? Benim neden BABAmla anılarım az?
Ben neden BABAMla arkadaş olamadım?
Yaşamadan Yaşatamaz mı insan?
Öyle özlüyorum ki, sanki içimde kocaman bir açıklık var ve oradan sürekli cereyan alıyorum. Telefonumda BABAm diye kayıtlı numaraya saatlerce bakıp, anılarımı canlandırmaya çalışıyorum.
Evlatlarım
2003 yılının Mayıs ayında dünyaya geldi benim Nida’m. Dünyalar güzeli kızım şuan Üniversite 3. Sınıfta okuyor. Derece ile kazandığı okulunu %100 burslu olarak eğitimine devam ediyor. Ne zaman büyüdü ne zaman bu yaşlara geldi inanın hatırlayamıyorum. Ama ben kızımla kaç sefer parka gidip oynadık, kaç sefer beraber gezdik bilmiyorum. Ona neden vakit ayıramadım anlamıyorum. Bilmiyorum, üzülüyorum, kahroluyorum. Keşke demek istemiyorum ama neden ben kızımın bu yaşlara gelene kadar daha çok anı biriktiremedim ki? Acaba ben yaşamadığım bir şeyi mi uygulayamadım? Tv reklamlarında Baba ile ilgili bir ekran çıktığında gözlerim neden doluyor? Her gün neredeyse ‘’Seni çok seviyorum güzel kızım. ‘’Seni çok özlüyorum Babam’’ mesajlarına sığdırıyorum tüm sevgimi. Neden sudan sebeplerle kalbini kırdığımı bilmedim hallerim oldu.
Yetim, yardıma muhtaç ailelerin çocuklarının ihtiyaçlarını karşılayabilmek için hayatını adamış bir babanın kendi öz çocukları ile eksiklerinin olması nasıl bir hüzün?
Geçen sene doğum günümde bana yazdığı not ‘’ Bu zaman kadar bizim hayallerimiz için uğraştın. Artık hayallerini yaşama sırası sende’’ yazıyordu. Ve yıllardır hayalini kurduğum ve alamadığım Klarneti bana okuldan arta kalan zamanda çalıştığı para ile aldı bana. Gözyaşları ve gurur ile aldım. Hala o heyecanı yaşıyorum. Gözlerim hala nemli.
2013 yılında Ömer Deniz’im dünyaya geldi. Elektrogitar çalan, resim yapan neşeli hayat dolu bir çocuk. Tam bir futbol aşığı. Sanırım genetiktir muazzam bilekleri olan ve futbol oynayan bir çocuk. Geriye doğru tüm yıllarını tek tek hatırlıyorum. Antrenmanlarını bile kaçırmadım diyebilirim. Benim gibi Körfez ve Fenerbahçe hayranı bir adamın Galatasaray’lı oğlu olması da işin ilginç yanı. Her yaptığı güzel işi ‘’Baba Bak’’ diye gösteren ve arkadaşları arasında aranan bir figür. Ömer’le anılarım bir sürü. Sanırım kızımda yaşayamadığım her ne varsa onda biriktirdim. Ama inanın Ömer’ime sorsanız onunla ilgilenmediğimi söyler belkide. J
Babam ve kızım diye başlık attım. Çünkü ikisi arasında bağı tam kuramadan, tam yaşayamadan, hikâyeler biriktiremeden geçen bir ömrün özlemi bu. İçimde dindiremediğim kaygıları barındıran bir hal bu. Bildiğim şey geçmişi değiştiremeyeceğim. Ama yaşadığımız an ile ilgili geç kalmış değilim. Bu beni huzurlu kılıyor.
Bir köşe yazısında bu satırlar yazılır mı? Bu bir dertleşme mi? Bilemedim.
Sanırım her ikisine de söyleyemediğim cümleleri, açamadığım duygularımı kaleme aldığım ve belkide kendimi ifade etmek için bulduğum bir fırsat. İnanın bilmiyorum.
Sonuç : Ben doya doya yaşayamadığım BABAMı, bebeklerle evde oynayan narin kızımı çok özlüyorum.
Öğüt : Yaşarken babanızla anılar biriktirin, büyümeden evlatlarınızla büyüyün.
Dua : Allah evlatlarımızın bahtını güzel eylesin. Allah Babama ve tüm ölmüşlerimize merhamet eylesin.
Vesselam…