Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Buket Afkan

Biri “diktatör” mü demişti?

Siyasette güven her şeydir. Seçmenle partisi ve lideri arasındaki ilişkinin temelini güven duygusu oluşturur. Seçimin kazanılabileceğine, sorunların çözülebileceğine, düşmanlarla ya da rakiplerle mücadele edilebileceğine dair güven duymak ister seçmen. Muhalefetin şu anda içinde bulunduğu krizin adı da güven krizidir.

Kimileri seçim sonuçlarının kişiler üzerinden tartışılmasına karşı çıkıyor. Lafı neredeyse “Kim olsa kaybedecekti” demeye getiriyorlar. Ama aynı kişiler, CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun adaylığını savunurken de “Kim olsa kazanır” diyorlardı. Onların düşüncesi şuydu: Cumhurbaşkanı Erdoğan son beş yıllık performansı ile seçmenin güvenini kaybetmiştir, karşısına kimi koysanız seçilir. Öyle olmadı. Çünkü Kılıçdaroğlu’na olan güvensizlik, Erdoğan’a olan güvensizliğe galebe çaldı. Hemen kamuoyu araştırmalarından bir örnek: Ekonomik krizi Erdoğan çözebilir mi? Yüzde 53 “Hayır.” Kılıçdaroğlu çözebilir mi? Yüzde 55 “Hayır.”

Neredeyse son iki yıldır yapılan anketlerde, seçmene Erdoğan karşısında hangi adayı destekleme eğiliminde oldukları sorulmuştu. İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ve Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş, Erdoğan’ın önünde görünürken Kılıçdaroğlu gerisinde kalıyordu. Siz Erdoğan’ın yerinde olsanız karşınıza kimin aday olarak çıkmasını istersiniz? O halde diyebiliriz ki, Kılıçdaroğlu adaylığını açıkladığı gün Erdoğan seçimi kazanmıştı.

Doğal olarak şimdi insanlar soruyor: Kılıçdaroğlu’nun adaylığını Erdoğan mı organize etti? Öyle iddialar var ki, Kılıçdaroğlu’nu kazanacağına ikna edenler her kimse, bu kişiler onu kandırdı! En yakınındaki isimler, Erdoğan için mi çalışıyordu ya da müesses nizam içindeki bazı klikler, Erdoğan’la ittifak yaparak Kılıçdaroğlu’nu manipüle mi etti? Bunlar kulağa komplo teorisi gibi gelse de sorular makuldür. Cevapları asla bilemeyeceğiz ama sorular havada asılı kalmış durumda ve bir yere gidecekleri yok.

Şimdi saymaya üşeneceğim sayıda seçim kaybetmiş olan Kılıçdaroğlu “Sana Söz” diyerek girdiği bu son seçimde “Seçim kazanması imkansız kişi” olduğunu ispat etti. Üstelik bu kez, adaylığının belirlenme biçimi nedeniyle de ismi şaibeli hale geldi. Kazanılabilecek bir seçimin onun yüzünden kaybedildiğine inanan milyonlarca insan isyan ediyor. Ama Kılıçdaroğlu “Gemiyi limana sağlam bir şekilde ulaştırmaktan” bahsediyor.

Kılıçdaroğlu’nun aldığı yüzde 47 küsur oyu başarılı bunları gördükçe hayrete düşüyorum. Tüm muhalif partilerin ayrı ayrı aday çıkardığı 2018 seçimlerinde de toplamda yüzde 47 oy alınmıştı. 5 yılda iktidarın gösterdiği kötü performansın sonuçları sanki hiç yaşanmamış gibi, Millet İttifakı genişlememiş gibi, Erdoğan yaşlanmamış gibi, AK Parti büyük bir oy kaybı yaşamamış gibi, yüzde 48’i başarı diye önümüze koyanların samimiyetinden şüphe duyuyorum.

Ortada kimsenin üstlenmediği bir başarısızlık var. Yine geldik mi Süleyman Demirel’in sözüne: ‘Galibiyetin sahibi çoktur, mağlubiyetin sahibi yoktur. Yenilgi yetimdir.’

Bu yenilgiyi sahiplenen yoksa, birilerinin sahiplendirmesi gerekiyor. Bu CHP’nin iç meselesi değildir. Bu Türkiye’de muhalefetin geleceği ile ilgili bir meseledir. Muhalefetin geleceği de demokrasinin geleceğidir, demokrasi ise nasıl yönetileceğimizi belirler. Birilerinin iddia ettiği gibi Türkiye’yi Orta Doğu ülkelerine çevirecek olan iktidar değil, muhalefet olacak gibi görünüyor.

Şimdi muhalefetin kendine çeki düzen vermesi ve lokomotifi olduğuna göre işe CHP’den başlamak gerekiyor. Dün bir grup bağımsız siyaset bilimci, hukukçu ve iktisatçı CHP’den talep edilen değişimi maddeler halinde saydı:

“Parti ile üye/seçmen arasındaki mesafeyi kısaltmak

CHP’de bir ‘kazanan kültür’ inşa etmek

Genel Merkez’in bir elitler kulübü haline gelmesini engellemek.”

Bu taleplerin tek kelimeye tercümesi “demokrasi”dir. Önce parti içi demokrasiyi sağlayarak “tek adam”dan ve CHP’nin oligarklarından kurtulmanız gerekiyor. Sonra partinin kaderini üyelerle ve seçmenlerle birlikte belirleyeceğiniz program, tüzük ve yönetmelikler oluşturacaksınız.

Tabii ki, ‘Kılıçdaroğlu gitsin, İmamoğlu gelsin’ kolaycılığı ile CHP’de ve dolayısıyla Türkiye siyasetinde bir değişim meydana getiremezsiniz. Ama değişimin önünü de birilerinin açması gerekiyor.

Grup Başkanı Özgür Özel’i bile, illa bir değişim gerekirse oligarkların belirleyeceği kişi başa gelsin diye öne çıkardıklarını sanıyorum. Çünkü o zaman sadece isim değişmiş olur, mantalite aynı kalır, oligarklar koltuklarını korumuş olur.

Bu yaz olağanüstü bir durum olmazsa, CHP konuşmaya devam edeceğiz. Biz gazetecilerin görevidir bu. Kimsenin gazetecilere “yerel seçim geliyor, muhalefeti dağıtmayalım” diye parmak sallamaya hakkı yok. “Doğru”nun yanlış zamanı olmaz.

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER