Cemaatler Kızıl Goncalar’da neye tahammül edemiyor?
Yerli dizi seyretmeyen azınlıktanım. Çok çok iyi bir yapım olmadıkça yabancı dizileri de zaman kaybı olarak görürürüm ve sinema filmleri izlemeyi tercih ederim. Yine de bir yerli dizi siyasi, sosyolojik, felsefi tartışmaların nesnesi haline geldiğinde radarıma girebiliyor. Bir Başkadır’ı bu motovasyonla izlemiştim, Kızılcık Şerbeti’ni de, özellikle Nursema karakterinin başına gelenleri ve değişimini merak ettiğim için bir süre takip etmiştim. Şimdi de gündemimize Kızıl Goncalar girdi. Henüz izlemiş değilim ama tartışmaları takip ediyorum.
Bu dizilerin ortak özelliği, Türkiye’nin kabaca seküler-muhafazakar olarak isimlendirebileceğimiz polarizasyonunu karakterler aracılığıyla ekrana yansıtmaları. Her iki kesimden karakterleri karşı karşıya getiren bu dizilerde, daha çok seküler çevrelerin önyargıları hedef alınıyor diyebiliriz. Her ne kadar bu yapımlara yönelik eleştiriler İslamcı kesimlerden gelse de, toplumun sinir uçlarını kaşımakla, laik militanlık yapmakla, çatışmacı dil kullanmakla suçlansalar da işin aslı hiç de öyle değil. Bir Başkadır’da da, Kızılcık Şerbeti’nde de, seküler kadınların başörtülü kadınlara yönelik dışlayıcı tutumlarını epey de abartılmış bir biçimde izlemiştik. Kızılcık Şerbeti’nde başörtülü Nursema olumlu bir figür olarak ele alınmış, dizinin ilk sezonuna onun özgürlük mücadelesi damga vurmuştu. Milyonlarca seküler kadın, karşı mahalleden Nursema ile empati kurmuş, onun mücadelesini desteklemişti. Bu örneklerden anlaşılacağı üzere, bu diziler kutuplaşmayı körüklemek bir yana, kutuplaşmanın aşılmasına hizmet ediyorlar.
Kızıl Goncalar’a yönelik eleştiriler daha çok cemaatler ve tarikatlardan geliyor. İstanbul merkezli olması nedeniyle özellikle İsmailağa cemaati, dizide yaşanan bazı durumları üzerine alınıyor. Oysa dizide belli bir cemaat ya da tarikattan ziyade tamamen kurgusal bir yapı konu ediliyor. Yine de başta İsmailağa olmak üzere cemaat ve tarikatların baskısı etkili olmuş görünüyor. RTÜK Başkanı Ebubekir Şahin, diziye ilişkin şikayetlerin incelemeye alındığını söyledi. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı ise dizi çekiminde kullanılacak Okmeydanı Darülaceze için çekim yasağı getirdi. Dizinin yayından kaldırılması da gündeme gelirse hiç şaşırmayacağız.
Darülaceze çekimlerinin iptal gerekçesi “Dizinin ilk bölümünde halkı kutuplaştıran, manevi değerleri aşağılayan, toplumsal huzura muhalefet içeren sahneler” içermesiymiş. Daha ilk bölümün yayınlanmasının ardından bu karara varanlar senaryoyu okumadan mı çekim izni vermişler yani? Bu kararı bir yerlerden gelen emirle aldıkları çok açık. Dizinin yapımcısı bugün açıkladı, mekana ayda 200 bin lira ödeyeceklermiş. Yoksullara harcanacak milyonlarca lira cemaatler yüzünden başka birilerinin cebine girecek. Yazık değil mi?
Cemaatler, tarikatlar neden bilinmek istemiyorlar, neden gizli kalmaya çalışıyorlar diye sormak lazım aslında. Madem hayır işi yapıyorsunuz, madem amacınız İslam’ı yüceltmek neden göz önünde olmaktan bu kadar rahatsız oluyorsunuz? Neden kendinizi kitlelere anlatmak, şeffaf olmak adına adım atmadığınız gibi, bir kurmacaya konu olmaktan bile bu kadar korkuyorsunuz? Toplumun sizi tanımasını değil de, tanımamasını neden tercih ediyorsunuz?
Bu ülkede Tanzimat’tan beri edebiyatta Batılılaşmış tipler alay konusu yapılmış, eleştirilip küçümsenmiştir. Sinemada, TV dizilerinde karakterler hep seküler kesimden seçilmiş ve bütün hataları, kötülükleri, suçları, çelişkileri, günahları ile yansıtılmıştır. Sekülerler bir gün çıkıp “Biz bu ülkede azınlığı oluşturuyoruz ama bütün dizilerde bizi kötü gösteriyorsunuz” diye itiraz etti mi? Bir dizide cemaat üyeleri var diye ne hakkınız var müdahale etmeye?
Sanat topluma ayna tutar, aynada gördüğünüzü beğenmiyorsanız yasaklamayı değil, öz eleştiri yapmayı deneyin derim.