CHP’de yanlış olan ne?
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanlığı seçimini kaybetmesi sonrasında farklı kesimlerden farklı eleştiriler geldi ve gelmeye devam ediyor.
Ben eleştirileri dört ana grupta topluyorum. Bu seçimde Kılıçdaroğlu’nu destekleyen muhafazakar ve onlara yakın liberal aydınlar, Kılıçdaroğlu’nu sahiplenmeye devam ediyor.
Onlar Kılıçdaroğlu’nun muhafazakar seçmenle barışık tutumunu, “helalleşme” politikasını, CHP’yi "orta-üst sınıf bir beyaz Türk partisi” olmaktan çıkarma çabasını başından beri desteklediler. O yüzden de seçimde kendi kesimlerinden beklendiği kadar oy alınamamasının faturasını Kılıçdaroğlu’na çıkarmadılar.
Genel olarak Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın seçim kampanyasında yürüttüğü düşmanlaştırıcı, kutuplaştırıcı dilin muhafazakar seçmeni yanılttığını savunuyorlar. Sağ seçmenin biat kültürüne sahip olmasını da sorguluyorlar.
CHP cephesinde bir kusur aranacaksa, onu da CHP medyasında ve seçmen tabanında bir türlü kırılamayan muhafazakar karşıtlığında buluyorlar.
Muhafazakar aydınlara göre, Kılıçdaroğlu dindar seçmeni tam yakalayacakken, muhalif medya kullandığı dil ve argümanlarla kaçırıyordu. Yine sosyal medyada olsun, sokakta olsun, CHP tabanı ile girişilen her temasta, muhafazakar seçmen karşı tarafın kullandığı dil nedeniyle ürkerek kabuğuna çekiliyordu.
Ulusalcı kesimler ise tersini düşünüyor elbette. Onlara göre seçimi kaybettiren, CHP’nin oy potansiyelini yakalamasını engelleyen tam da bu “sağcılaşma” politikaları ve bu açılımın mimarı olan Kılıçdaroğlu’nun bizzat kendisi.
Özellikle 15 Temmuz darbe girişiminden sonra, Türkiye kamuoyuna CHP’nin"hayatları boyunca bir caminin gölgesinden bile geçmemiş, tanımın en katı, en rahatsız edici versiyonuyla 'Kemalist' bir kitlenin partisi değil, toplumun her kesimine seslenen, bütün toplumsal grupların dertleriyle ilgilenen ve onlara politik arenada fırsat tanıyan bir parti olduğu" yönünde mesaj veren ve bu yönde adımlar atan Kılıçdaroğlu, onlar için zaten başından beri yanlış yoldaydı.
Kemalist kesimler için seçim sonucu kendilerini haklı çıkardı: “Atatürk’ten uzaklaşan CHP” doğal olarak kaybetti. “Kemalist CHP ne zaman seçim kazandı” diye sormayın, orada error verebilirler!
Eleştirilerin yoğunlaştığı bir diğer kesim ise solcu, sosyalist aydınlar ve gazetecilerden oluşuyor. Toplumsal karşılığı zayıf olsa da, bu damar medyamızda orantısal olarak çok güçlü olagelmiştir. Sadece medyaya bakan biri, Türkiye’de solun önemli bir alternatif olduğunu sanabilir.
İşte bu kalabalık ve sesi çok çıkan ama toplumda karşılığı zayıf olduğu için yankı bulamayan kesimler de, CHP’yi ve Kılıçdaroğlu’nu işçilere, emekçilere ulaşmayı başaramadığı, toplumsal itirazı organize edemediği, kimlik siyaseti tuzağına düşerek “sağcılaştığı” gerekçesiyle yerden yere vuruyor.
Aslında onların CHP’den önce, seçime ilk kez kendi listeleriyle giren Türkiye İşçisi Partisi’nin aldığı sonuçlara yoğunlaşması gerekiyor.
TİP iddiasını neden gerçekleştiremedi ve bir işçi partisi neden Bağdat Caddesi, Göztepe, Fenerbahçe, Etiler, Bebek, Arnavutköy, Mecidiyeköy gibi bölgelerden yüksek oy alıp Ümraniye, Pendik, Zeytinburnu’nda en düşük oy oranlarında kalmış?
Şimdi sormazlar mı, TİP bir işçi partisi mi yoksa bir kimlik partisi mi diye? Sormazlar mı Türkiye’de sol, neden “orta - üst sınıf beyaz Türkler”in ideolojisidir diye? Kılıçdaroğlu’nun neden kaybettiğini sorgulamadan önce bu konuyu aydınlığa kavuşturmaları gerekmiyor mu?
Gelelim meseleyi bir liderlik sorunu olarak algılayanlara...
Kılıçdaroğlu ve ekibinin toplumda çok büyük bir beklenti yarattıktan sonra, sanki bu iddiada hiç bulunmamış gibi, seçim sonucunu olağan bir durum gibi karşılaması, özeleştiri yapmaması; seçmen depresyona girerken, depolitize olurken, yeni yasama yılı açılışında şen şakrak pozlar vermesi karşısında öfkeye kapılan bu kesim, zaman zaman dilini de sertleştirerek Kılıçdaroğlu ve parti elitlerine ateş püskürüyor.
Toplumda ciddi bir karşılığı olan bu tepkiyi, gazetecilik etiği dışına çıkma pahasına Kılıçdaroğlu’nu istifaya zorlayarak dile getirenler de oldu. Haddini aşan, seviyeyi fena düşürenler de…
Sayısız seçim kaybeden, bu son yenilgisinin ardından “bir daha hiçbir pozisyona aday olmayacağını” açıklamak zorunda kalan Kılıçdaroğlu’nun, bundan sonra ne yapmaya çalıştığı gerçekten de anlaşılabilmiş değil.
Ne istifa ediyor, ne de görevi bırakacağına dair bir mesaj veriyor. Değişimin önünü açacağını söylüyor ama ne zaman, nasıl, hangi takvimle bunu yapacağını söylemiyor.
Kılıçdaroğlu, belli ki yerel seçimlerden önce görevi bırakmayı doğru bulmuyor ama seçmen de bu haliyle CHP’nin adayına oy vermek için sandığa gitmeyi doğru bulmayabilir. Hangi ihtimal daha riskli buna karar vermeleri gerekiyor.
Ben CHP ve Kılıçdaroğlu’nun muhafazakar ve Kürt seçmene ulaşma çabasını doğru buluyorum. CHP’nin kimlik siyasetini aşma girişimini destekliyorum. Bu açılımların seçim kaybettirdiğine inanmıyorum, tersine Kılıçdaroğlu’nun partisinin oyunun kat be kat üstünde destek görmesini bu politikalara borçlu olduğunu düşünüyorum.
Benin eleştirim, Kılıçdaroğlu’nun adaylığının demokratik bir süreçle belirlenmemiş olması. Kılıçdaroğlu’nun “kazanacak aday” itirazlarına kulaklarını kapatmasının ve küçük partilere koltuk dağıtarak adaylığını dayatmasının seçim sonucunu belirlediğine inanıyorum.
Muhalif seçmenin kandırıldığını düşünüyorum. Ve siyasi aktörlerin de hepimiz gibi kararlarının sonuçlarına katlanması gerektiğini iddia ediyorum.
Siyasette liderlik ve karizma faktörünün sadece Türkiye’de değil, Avrupa, ABD, Kanada gibi tüm Batı demokrasilerinde en önemli belirleyicilerden biri olduğu gerçeğinin hesaba katılmamış olmasının büyük bir hata olduğu kanaatindeyim.
CHP’yi başarısız kılanın, parti içi demokrasiyi çalıştıramaması olduğunu görüyorum. Demokratik bir yapıya sahip olmayan bir partinin Türkiye’ye demokrasi vaat etmesini absürt buluyorum. CHP’nin bir elitler partisi olmaktan çıkmadığı sürece iktidara alternatif oluşturamayacağına inanıyorum. Alternatifsiz bir iktidarın ise Türkiye’ye hayrı dokunacağını sanmıyorum.