Gazeteci tutuklamak gücümüzü göstermez
Bu yazıya nereden başlayacağıma karar vermekte zorlandım. Sonra, TELE 1 genel yayın yönetmeni Merdan Yanardağ’ın çoğu fikrine katılmadığımı, kendisini takip etmediğimi, zaman zaman gündem olan çıkışlarını ciddiye almadığımı, hatta Türkiye’de toplumsal barışın sağlanmasına yönelik çabalara zarar veren figürlerden biri olarak gördüğümü, yönettiği televizyonun da toplumsal kutuplaşmayı derinleştiren bir yayın politikasına sahip olduğunu ifade ederek başlayıp, fikirlerine katılmasam da bir gazetecinin “kaçma ve saklanma” gibi inanılmaz bir gerekçeyle tutuklanmasına itiraz ederek devam etmeye karar verdim.
Gazetecilere yönelik tutuklama uygulaması, düşüncelerin gücünün kabul edilmesiyle ilgili bir ironi yaratır. Yanardağ’ı tutuklayarak düşüncelerinin çok güçlü olduğunu ve dile getirilmesinin de çok büyük bir etkisi olacağını kabul ediyorsunuz. İnsanlara aslında sahip olmadıkları güçleri vehmetmek sizi güçlü göstermez, zayıf gösterir.
Aynı şey Yanardağ’ın hakkında “çok kitap okudu, filozof oldu” dediği Abdullah Öcalan için de geçerli. Bir televizyon ekranında, Öcalan’ın adının anılmasının bile ülkeye zarar vereceğini sanmak güç göstergesi değildir. Öcalan’a büyük bir güç vehmetmektir. Sempatizanlarının gözünde Öcalan’ı büyütmektir.
2019 yerel seçimlerinde oy davranışını etkilemek amacıyla Öcalan’dan mektup getirenler, Osman Öcalan’ı TRT 1’e çıkaranlar da onun güçlü olduğunu varsayıyordu. Oysa seçim sonuçları bize toplum üzerinde sanıldığı gibi bir gücü olmadığını göstermişti.
Ben şahsen eski bir terör örgütü elebaşının Türkiye hakkındaki fikirlerini öğrenmeye hevesli değilim. Onun fikirlerinden korktuğum için değil, onun fikirlerine güvenmediğim için. Bu benim tercihim elbette, başkaları da farklı düşünebilir.
Tecrit meselesine gelince, bu konuda ilkesel bir duruşa sahip olunması gerektiğini düşünüyorum. Tecrit uygulamasını yanlış buluyorsanız, istisnalar yaratamazsınız. Her mahkum aynı yasal haklara sahiptir.
Eski İngiltere başbakanlarından David Lloyd George “Düşünceler suç olamaz, sadece korkutucu gelebilir” demiş. Düşüncelerden korkmamak lazım. Korku, bir kişinin kendi düşüncelerine olan güvenin zayıf olduğunu gösterir. Eğer kendi fikirlerimizin alternatif bakış açılarından etkilenmeyecek kadar güçlü olduğuna inanıyorsak, farklı düşüncelere bu kadar tepki göstermez, onları dile getirenleri tutuklamaya kalkmayız. Tutuklama ve baskı yöntemleri zayıflık ve güvensizlik işaretleridir.
Eğer düşüncelerden korkar ve onları yasaklarsanız, o ülkede yaşayan insanlar zamanla düşünmeyi bırakır. Düşünme faaliyetinin olmadığı bir ülkede ne sanatsal, ne felsefi, ne de bilimsel üretim yapılabilir. Ekonomik ve kültürel gelişim durur, toplum madden ve manen yoksullaşmaya başlar. Bir ülkeye yapılabilecek en büyük kötülük budur.
Ben Merdan Yanardağ’ın ya da Abdullah Öcalan’ın ya da AK Parti Milletvekili Galip Ensarioğlu’nun fikirlerinden korkmuyorum çünkü kendi fikirlerime güveniyorum. Türkiye’nin de korkmaması lazım. Türkiye’de toplumun Öcalan’la ilgili fikirleri bellidir. Birileri “filozof” dedi diye değişmez. Böyle uygulamalara gitmek, aksine kişilerin fikirlerinin gücünü onaylamak anlamına gelir ki işte asıl bu durum tehlikelidir.
Türkiye’nin gazetecilerin tutuklandığı bir ülke olmaktan çıkması gerektiğine inanıyorum. Bu uygulamalar bizi uluslararası arenada da zayıf gösteriyor. “Bunlar iç sorunlarını çözememiş” dedirtiyor. Türkiye demokratik ve hukukun adil bir şekilde işlediği bir ülke görünümü vermediğinde yatırım çekmesi imkansız hale geliyor.
İfade özgürlüğü demokratik toplumların temel ilkelerinden biridir. Gazeteciler, demokrasinin işleyişine katkıda bulunan en önemli aktörlerdir. Tutuklanan her gazeteci ile uzun vadede ülkemiz kaybediyor.