Hak ettiğimiz gibi bayramları da göreceğiz elbet

...

Türkiye, hayatım boyunca deneyimlediğim en acı Ramazan ayını geride bırakıyor. Deprem felaketi, sadece kentleri yıkmadı, sadece on binlerin canını almadı, binlerce insanı sakat, yüz binleri evsiz bırakmadı; 84 milyonun güvenlik duygusunu yerle bir etti.

Kimse huzurla başını yastığa koyup uyuyamıyor. Evlerimiz artık en güvende hissettiğimiz mekanlar olmaktan çıktı. İlk sarsıntıda bize mezar olabilecek duvarlar arasında yaşadığımızı hissediyoruz ama hiçbir şey yapamıyoruz. Kiracı ev değiştirmeye kalksa astronomik rakamları ödeyemeyeceğini görüp oturuyor oturduğu yerde. Ev sahipleri binaları depreme dayanıksız çıkacak, evsiz barksız kalacaklar diye yüreği ağzında bekliyor.

Maslow’un ihtiyaçlar piramidinin ilk basamağına gerilemiş vaziyetteyiz. Barınaklarımızda güvenle barınamıyoruz. Huzurla uyuyup uyanamıyoruz. Devlete, kurumlara, belediyelere, müteahhitlere, yapı denetim firmalarına zerre güvenimiz kalmadı. Bir gecede medeniyet kurgusundan çıkıp doğal yaşam formuna geri dönmüş gibiyiz. Vahşi hayvanlar yüzünden gece gündüz korku içinde yaşayan, bir an tedbiri elden bırakmayan, sürekli arkasını kollayan avcı toplayıcı atalarımız kadar güvensiziz. Bunca medeniyeti bir dakikada tepemize insin diye mi kurduk biz? Neden Japonya’nın medeniyeti tepesine inmiyor? Yoksa biz hiç medeni olmadık mı?

Sadece barınma da değil mesele, amacı açın halinden anlamak olan oruç ibadeti bile mahiyetini kaybetti. Açın halinden anlamak için oruç tutmaya gerek kalmadı. Çocuklarımız proteinsiz büyüyor, ya da büyüyemiyor mu demeliyiz? Avcı atalarımız kadar beslenemiyoruz. Eti geçtik artık, soğandan tasarruf yapar hale geldik. Çünkü planlanmamış. Çünkü bunları planlaması gereken Hazine ve Maliye Bakanı ile Tarım ve Hayvancılık Bakanı bir günlerini ayırıp “Şu soğan, patates meselesi için bir plan yapalım, insanımız kuru soğana muhtaç hale gelmesin” dememiş. Seni beni getirseniz o bakanlıkların başına biz akıl ederdik, onlar etmemiş. Bir de bunu kendi ağzıyla milyonların karşısına geçip itiraf ediyor Nureddin Nebati. O kadar emin ki isyan etmeyeceğimizden, o kadar emin ki koltuğundan, o kadar iyi biliyor ki onu yerinden edecek tek bir muktedir olduğunu.

Bir de seçim gündemi eklendi bu acıların, bu sıkıntıların üzerine. Başladılar topluma ruhsal sopalar atmaya. Bu toplum her seçim döneminde aşağılanmaktan, suçlanmaktan, hakarete uğramaktan bıktı. Milyonları terörist, vatan haini, işbirlikçi ilan eden bu dil yüzünden aidiyet duygusu kalmadı insanların. Seçim kazanmak için milleti millete, milleti ülkesine, vatanına yabancılaştırıyorlar. Toplumu ayrıştırarak ülkemizin geleceğini dinamitliyorlar. Bunun yaratacağı sonuçları bile bile yapıyorlar üstelik. O koltuklar için, o makamlar için toplumsal bütünlüğümüzü parça pinçik etmeyi göze alıyorlar.

Peki, ne yapacağız? Nasıl çıkacağız bu karanlık atmosferden? Umut ederek elbette. İnsanca yaşama umudumuzu kaybetmeyeceğiz. Neyi hak ettiğimize biz karar vereceğiz. Eğer umudumuzu kaybedersek çocuklarımıza daha iyi bir gelecek bırakma şansımızı da kaybederiz. Geleceğimiz için inancımızı korumak zorundayız. Türkiye bunları hak etmiyor.

Türkiye’nin hak ettiği gibi kutladığı bayramları da göreceğiz. İyi bayramlar.