İbn-i Haldun ve değişim

“Bir topluluk kendisini değiştirmedikçe Allah onları değiştirmez.” (Ra’d Suresi)

Ramazan Bayramı’nın bu ilk gününde bir İslam düşünürünü analım istedim. 14. Yüzyılda Kuzey Afrika’da yaşamış İbn-i Haldun, dünyanın pek çok önemli düşünürü tarafından modern tarihin, siyaset biliminin ve sosyolojinin kurucusu olarak kabul edilir.

Aynı zamanda bir devlet adamı olan İbn-i Haldun, Batı’da Ortaçağ yaşanırken yüzyıllar sonrasını aydınlatacak bir ışık kaynağıdır.

Bugün İbn-i Haldun’un, Cemil Meriç tarafından “beşeri bilimler ansiklopedisi” olarak tanımlanan Mukaddime adlı başyapıtında ortaya koyduğu bazı fikirlerden bahsetmek istiyorum. Ünlü İngiliz tarihçi Toynbee bu eser hakkında "Herhangi bir zamanda, herhangi bir ülkede, herhangi bir zihin tarafından yaratılmış en büyük tarih felsefesinin sahibi” ifadesini kullanmıştır.

Haldun, döneminde hakim olan çizgisel tarih anlayışı görüşünden ayrılır ve döngüsel tarih anlayışını benimser. Döngüsel tarih görüşünde, “iyi” ve “doğru” gelecek bir zamanda değil, yaşanılan andadır. “İyi” bir yerde duruyor ve biz ona ulaşmaya çalışıyor değiliz yani. İyiye bazı yetilerimizi geliştirerek şimdi sahip olabiliriz. Tersini yaparsak da yıkıma sürükleniriz.

Bu tarih anlayışına göre, devletler de diğer canlılar gibi doğar, büyür ve ölürler. Buna iktidarlar da diyebiliriz. Her iktidar belli şartları yerine getirerek yönetime gelir ve her seferinde aynı zaaflara kapılarak yok olur.

Haldun okumalarından ve gözlemlerinden yola çıkarak, devletlerin 20-25 yıllık döngüler halinde yükselip çöktüğünden bahseder. Bu durum beş aşamada gerçekleşir.

İlk aşama zafer aşamasıdır. Hakimiyet ele geçirilmiş ancak devlet teşkilatlanması henüz gerçekleşmemiştir.

İstibdat aşamasında tüm yönetim ele geçirilmiş, devlette kontrol sağlanmıştır.

Ferah aşamasında ise hükümdar lüks ve debdebe ihtiyacını karşılamaya başlar. Elindeki gücü otoritesini ve kişisel ihtiyaçlarını karşılamak için kullanır.

Bundan sonraki aşamada lüks yaşamın kibre dönüşmesi söz konusudur. Hükümdar ve çevresi bu rahat yaşamın sonsuza kadar süreceğine inanmaya başlar.

İşte bu aşamada israf dönemine geçilir. İsraf da ekonomik sorunların büyümesine ve devletin çöküşüne neden olur.

Haldun’a göre bir toplumda çöküşün belirtileri şunlardır: Dayanışmanın yok olması, üretimin zayıflaması, fiyat ve vergilerin artması, devlet yönetiminde liyakatin kaybolması, adaletsizliğin ve kayırmacılığın artması, umutların kırılıp karamsarlığın hakim olması, göçün hızlanması.

Ama sanmayın ki Haldun karamsar bir düşünürdü. Tersine, yıkımın toplumların yenilenmesi ile sonuçlanan doğal bir süreç olduğunu düşünüyordu.

Elbette yıkımı erken fark edenler olabileceği gibi bunu inkar edenler de bulunacaktır toplumlarda. Bunlar sancılı süreçlerdir. Bugünün modern demokrasilerinde, toplumda değişime direnen kesimlerin varlığı zaman kaybetmemize neden olabiliyor. Kısacık ömürlerimizi refah içinde yaşamak istediğimiz için değişime direndiğimiz her gün kaçırılmış bir gün oluyor.

Haldun’dan çok değerli bazı alıntılarla yazımı bitirmek istiyorum. Belki bizi biraz düşündürür.

“‘Nerelisin?’ sorusu literatüre girmiş en ayrılıkçı, en bedbaht sorudur. Ha soran olursa, ben dünyalıyım.”

“En büyük adaletsizliklerden biri ve gelişme açısından en tahripkârı halkın adaletsiz görevlerle mükellef kılınmasıdır.”

“Şayet yönetici cezalandırmada zorba ve haşin ise insanlar korku içinde ve baskı altında kalırlar ve yalan, hile ve düzenbazlık vasıtasıyla kendilerini korumaya çalışırlar. Bu onların karakteri hâline gelir. Onların algı ve şahsiyetleri bozulur.”

“Ve bil ki, servet emin yerlerde istiflenip toplandığında büyümez. Ancak halkın refahı için harcandığı, onların hakları verildiği ve sıkıntıları ortadan kaldırıldığı zaman büyür ve artar.”

“Düşünmek Müslümanlar tarafından terk edildi ve bu yüzden zelil bir hale düştüler.”

“İnsan bir fikre, mezhebe taraftarlıkla karışırsa kendine söylenen her şeyi doğru kabul eder. Yalanı doğrudan ayırmadığı için de davranışları yalanla şekillenir.”