İki konu bir tehlike
Bireylerde inanç özgürlüğü bir kandırmacadır, asıl olan toplumsal inanç özgürlüğüdür. Neden kandırmacadır; çünkü, kimin gerçekte neye inandığını kimsenin bilmesi mümkün olmadığı gibi bunu sorgulamak doğru değildir. O halde bilmenizin mümkün olmadığı ve sorgulama hakkınızın olmadığı bir alanda bahşettiğiniz şeyin adı da özgürlük değildir.
Kandırmacanın kendisi yöneticiler için iyidir ama bireyler ve toplum için hiç iyi neticeleri bulunmamaktadır. Birden fazla farklı şey arasında kıyaslama hakkı insanın elinden alınmaktadır. Bir inanç dayatıldığı için ve üstelik bu inanç siyasi bir iradenin ürünü olduğu için ne başka inançlarla ne de inançsızlıkla kıyaslanamamaktadır.
İnancın ve dinin şahsi menfaatlere alet edilmesi apayrı bir konu olup ister istemez hatıra geliyor.
Din olsun ya da olmasın, iyi şeyler yapan iyi insan ve kötü şeyler yapan kötü insan olur. Ama gelinen son noktada adeta iyi insanların kötü şeyler yapması için “dinin “ bir araç olduğu izlenimi var. Verilmek istenen mesaj “ din iyi insanları kötüleştiriyor”.
Dinin kendilerinden ne yapmalarını istediğini çok iyi bildiğini söyleyen insanlara güvenilmiyor, çünkü bunun her zaman kendi arzularıyla örtüştüğü düşünülüyor.
Bize başkalarından nefret ettirecek kadar din veriliyor ama “kim” ve “ne” olursa olsun birbirimizi sevdirecek kadar değil.
Peki, “gerçek din bu değil” dediğinizi duyar gibi oldum. Ben de öyle düşünüyorum. Ama konumuz aslında bu değil.
Kimsin? Nereden geliyorsun? Nereye gidiyorsun? Sorularına tatmin edici cevap veremeyen ve bu konuda şeytani cevaplarla kafa karıştıran felsefe ve felsefecilerin din ve tanrıya dair görüşlerini bir tarafa bırakalım.
Baş gösteren ciddi bir tehlikenin tam göbeğindeyiz.
Bir şey vücuda gelmeden önce belirtiler verir. Ateş varsa önceden mutlaka dumanı çıkmıştır. Doğumun belirtileri vardır. Ölümün de. Ağaçlar bir anda dökülmez. Hava ısınmazsa çiçekler açmaz.
İnsanlık tarihindeki büyük felaketlerin, kargaşaların toplumsal olayların hep belirtileri olmuştur. Kavimler helak edilmeden önce, ihtilallerden evvel. Hatta iki büyük dünya savaşı bile milletlerin hazırlık hareketlerine sahne olmuş sonra patlak vermiştir.
Bugün dünyada tanımlanan en temel insanlık sorunları nedir diye araştırdığımızda çeşitli şeyler sayıyorlar ama yeni neslin inançla ilgili sorunları üzerinde pek durulmuyor. İşte tehlike burada. Evet tam göbeğindeyiz.
İnkâr edemeyiz. Sorumluluklarımız var. Yetiştirdiğimiz çocukların sorumluluğu çok büyük. Üstelik bu tek bizim sorunumuz da değil. Bu küresel bir sorun.
Peki bu neyin belirtisi. Neyin ayak sesleri. Deist ya da inançla ilgili sıkıntısı olan bir neslin akıbeti ne olacak? Bunda sorumluluğumuz nedir?
Kehanette bulunmak yerine; başına gelmiş birinin deneyimlerini aktaralım,
Washington Post gazetesinde Ekim 2021 tarihli bir makalede.” çocuklarımıza neden değişik dinleri öğretmeliyiz” başlığıyla Kristen Mei Chase tarafından kaleme alınan yazıda özetle;
Tacize maruz kaldığı Hristiyan bir ailede büyüyen yazar buna tepki olarak çocuğunu ateist yetiştirmiş. Birgün çocuğu masumca “tanrı” ve “daha büyük bir güç” konusunda soru sorunca soğukkanlılığını yitirmeden bir uzman profesöre danışarak görüşlerini paylaşmış yazısında.
Önceki nesillerden farklı olarak Z ve Y kuşağı olarak adlandırılan yeni neslin tanrıya inanç noktasında en düşük yüzdeye sahip olduğunu; bir önceki neslin dini merkezli bir yapısı olduğunu ve X ve Y kuşağının bir anlamdan buna isyan ederek büyüdüğünü söylüyor.
24 yaş ve altı gençlerin her 6 arkadaşından birinin LGBT olarak tanımlananlardan olduğunu ve organize edilmiş bir din anlayışının kendileri ve bu LGBT li akranları için kaba olduğunu düşündüklerini, böylece gençlerin tanrı ya da maneviyatı sevseler de dini eylemleri, ibadeti hoş bulmadıklarını ve benimsemediklerini aktarıyor.
Bu yazıda yazar hidayete erip dine falan girmiyor. Can alıcı nokta; çocukların gelişimi bakımından ve toplumdaki dini özgürlüklerin yaşanması için çocukların dine düşman olmadan ve birinci elden aileler tarafından inançla ilgili bilgi edinmesi tavsiyesinde bulunuyor.
Belki de ihmal ettiğimiz önemli şeyleri hatırlatıyor; çocuklarla beraber ebeveyn olarak ibadeti öğrenme, ibadet etme, ibadethaneleri tanıma, ibadethanedeki diğer insanlarla etkileşim kurma, İnançla ilgili kitapları çocuklarla beraber okuma, Kendi öğrenme gurubunu kurma gibi.
Aynı yazıda, yazarın görüşünü aktardığı profesör şöyle diyor “Dünyada 2 milyar Müslüman var ki bu dünya nüfusunun dörtte biri. Çocukları dünyanın dörtte birinin terörist olduğuna inandıracak şekilde yetiştiriyorsak veya dindar olmadıkları için tüm Çin'in ahlaksız olduğunu düşünüyorsak, o zaman bu bir sorundur." Daha empatik, anlayışlı ve dünyevi vatandaşlar yetiştirmenin yolu, çocukları dinsel ve kültürel farklılıklara maruz bırakmaktan geçer.
Gelecek nesillerle ilgili olarak bir ateistin kültürel de olsa dine saygı duymasını bir tarafa bırakalım, 11 eylülü yaşamış bir ülkede ve Çin’le küresel rekabeti olmasına rağmen özgüvenle hem İslam’a ve hem de komünizme önyargısız bakış açısı büyüleyici değil mi? Üstelik bu sıradan bir yazı.
Bizde bu şekilde özgür düşünülebiliyor mu sizce?
Sırf dini geleneğin bir parçası olduğu için kötü fikirlerin nesilden nesile aktarıldığı bir toplumda kimse yaşamak istemez. Çocuklara sadece ne düşüneceklerinin değil, neye inanacaklarının değil, nasıl düşüneceklerinin ve neden inanacaklarının öğretildiği bir toplumda yaşamak anne babanın ve tüm eğitim paydaşlarının görevidir.