İnananlar mı inan(a)mayanlar mı kazanacak?

Ertuğrul Özkök bugünkü yazısında “Ayakkabı ile basılamayan seccadenin üzerine seçim sandığı ile basmak ve seçim propagandası yapmak caizmiş” diyor.

Hakikaten de “Türkiye’nin kader seçimi” görmediği bir seccadeye, bilmeden basan ve bunun için üzüntüsünü dile getirenlerle, seçim sandığını seccade üzerine kuranlar arasında yapılacak.
Millet İttifakı adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nun FETÖ’nün talimatıyla seccadeye bastığına inanmamız bekleniyor. “Ay’a duble yol yapılacağına inananlar” buna da inanır elbette.

İçinde Saadet Partisi’nin, Demokrat Parti’nin, Ali Babacan’ın, Ahmet Davutoğlu’nun, Meral Akşener’in bulunduğu bir ittifakın bir gün Pensilvanya’dan, ertesi gün Kandil’den talimat aldığına inananlar olabilir.
Diğer tarafta ise büyük bir inan(a)mayanlar topluluğu oluştu. Bunlar TÜİK’in başta enflasyon olmak üzere açıkladığı rakamlara inanamıyor, devlet kurumlarının muhtemel bir yangın, deprem, sel gibi afet durumuna hazırlıklı olduğuna ve anında müdahale edebileceğine inanamıyor, ekonominin mevcut politika(sızlık)larla düzeltebileceğine inanamıyor, Diyanet’in fetvalarına inanamıyor, gençler için bu ülkede bir gelecek olduğuna inanamıyor, bir gün bir ev satın alabileceğine inanamıyor, yargı kurumlarının tarafsız olduğuna inanamıyor, seçimlerin adil bir şekilde yapılabileceğine inanmıyor, sandık güvenliğinin sağlanabileceğine inanmıyor, seçimi kaybedenlerin gideceğine bile inanamıyor.

Geçmişte AK Parti iktidarları, yaptıklarının güveniyle seçmen karşısına çıkar ve yapacaklarını anlatırdı. Eğer bugün tamamen negatif bir kampanya yürütülüyorsa bunun nedeni işte bu inandırıcılık sorunudur. Ülkenin gidişatından hiç memnun olmayan seçmenlerini karşı tarafa kaptırmama stratejisi izliyorlar.

Bunun için de dini ve milli değerleri sonuna kadar kullanıyorlar.

“Masa’nın altında HDPKK var” söyle mi de, “Pensilvanya’dan talimat alıp seccadeye bastılar” iddiası da buna hizmet ediyor.

HÜDA PAR’ı ittifaka alıp Emek ve Özgürlük İttifakı’nda yer alan HDP’yi “Yedili Masa”nın parçası yapıyorlar.

Kadınları başörtüsü özgürlüğünü kaybetmekle korkutup can güvenliklerini, nafakalarını siyasi pazarlık konusu ediyorlar.

“Nas” deyip, “heterodoks ekonomi” deyip ana akım ekonomist Mehmet Şimşek’i ekonominin başına geçmesi için ikna etmeye çalışıyorlar.

Tabii şunu da kabul etmek gerekiyor. Kılıçdaroğlu, eğer memnuniyetsiz, mutsuz, iktidara inancını kaybetmiş kesimlerin oyunu almak istiyorsa daha dikkatli olmalı ve böyle kullanışlı malzemeler vermemeli.

İslami bir oluşumun iftar programına katılacağı zaman, nelerle karşılaşabileceğini bilen danışmanları olmalı yanında. Eğer böyle birileri olsaydı yanında, o ofiste namaz kılınıyor olabileceğini, seccadenin yerde bırakılabileceğini tahmin ederdi.

Sadece Kılıçdaroğlu değil, bu tür ortamlarda bulunmaya alışkın olmayan ve toplumun büyük çoğunluğunu oluşturan herhangi bir vatandaş da o seccadeyi göremezdi ve üstüne bastığını fark edemezdi. O yüzden daha profesyonel bir yaklaşım şart.

Bizim toplumumuzda din maalesef son derece yüzeysel, şekilci bir biçimde yaşanıyor. Eşyalar, semboller ön plana çıkıyor. Niyete değil, şekle bakılıyor. Bu kesimlerle ilişki kurmak isteyen bir siyasetçi de bu tür hassasiyetlere azami dikkat göstermek zorunda.