Kâinat kitabından satırlar her eser bir sanatkâr: Karıncalar alemi

Dr. Hikmet Erbıyık

Dr. Hikmet Erbıyık

Tüm Yazıları

Hayvanlar âleminde, üstelik maddi boyutlarla tamamen ters orantılı bir şekilde, her zaman muhteşem bir terbiyenin eserlerini görürüz.

Meselâ ayaklarımız altında ezilip giden karıncanın binlerce türünden her bir türünde, benzer kanunları kullanmak suretiyle, fakat birbirinden tamamıyla ayrı şekillerde uzmanlaşmış olarak, farklı san'atlar icra edilir. 5 bin kadar karınca türünün hepsi de sosyal bir düzene sahiptir. Yuvalar kurarlar, aralarında görev bölümü yaparlar, hiç şaşmayan bir düzen içinde toplum hayatını sürdürürler. Fakat bu arada, türlerden her biri, ekmeğini ayrı bir san'atla kazanmaktadır.

Yaprak kesen karınca, ağaçlardan hilâle benzer şekilde kestiği yaprakları, yelken gibi sırtında taşır, yuvanın mantar bölmelerine getirir. Burada rutubet ve sıcaklığı belli bir seviyede tutarak mantar yetiştirecektir. Rutubet düşerse yapraklar ıslatır; yükselirse dışarı çıkarılıp havalandırır ve seracılığın bütün gerekleri, hassasiyetle yerine getirilir.

Örücü karınca, kendi larvalarının ipeğini kullanır. Onları ağızlarında tutar, dikeceği yaprakları birbirine yaklaştırır, larva ipek salgılarken onu bir bu yaprağa, bir diğerine götürmek suretiyle dikiş tutturur.

Bir kısım yaprak bitleri, ağaçların özsuyunu, protein yapmak üzere amino asit almak için emerler. Bunun artık maddesi olarak, yapraklarda çiy damlaları şeklinde balcıklar bırakırlar. (Aristo bu bal damlacıklarının gökten indiğine inanırdı.) Bir kısım karıncalar da işte bu yaprak bitlerini inek olarak besler. Onları alırlar, yuvalarına götürürler, otlatmaya çıkarırlar, düşmanlarına karşı korurlar. Karşılığında da onların ürettikleri bal damlacıklarından yararlanırlar.

Tatlı karşılığında karıncadan yarar sağlayan daha pek çok böcek vardır. Bunlardan bir tanesi, böyle rüşvetler dağıtarak karınca yuvasında kraliçenin yanına kadar ulaşmayı başarır ve onun sırtına çıkar; kraliçe daha yumurtlarken yumurtaları taze taze yer.

Her biri bir san'atta uzmanlaşmış canlı türlerinin sayısı hakkında bugün sadece tahmin yürütebiliyoruz. Bizimle aynı dünyayı paylaşan türlerden bizim keşfedebildiklerimiz, belki de toplam sayının 50'de birini bulmuyor. Onlardan hangisine baksak, karşımızda bir san'atkâr beliriverir: Örümcek ağ örer, kement atar, tuzak kurar. Bombardıman böceği kaynar su sıcaklığında bir zehirle kendisini savunur. Okçu balık, suyun üstünde uçan böceği, ışığın kırılmasını ve böceğin hareket hızını da hesaplamak suretiyle, suyun altından attığı tükürükle avlar. Yarasa bir yandan, Yunus bir yandan, sonar sistemlerinin mükemmelliğiyle insana meydan okur. Koyun otu süte çevirir. Filler ses altı dalgalarıyla uzaklardan haber toplar. Gelincik kara topraktan kıpkırmızı bir boya çıkarıp yüzüne sürünür. Aynı topraktan Sümbül ile gül ayrı ayrı kokular çıkarır; ağaçların her biri farklı bir meyve yapar.

Bu yazı dizimizin içeriğinde kâinattaki her bir varlığa bir san'at eseri olarak bakmayı öğreniyoruz.

Eğer bu san'at eseri bir canlı varlık ise, aynı zamanda bizzat bir san'at veya bir beceri sahibidir; ona bir de bu gözle bakmamız de gerekiyor.

Bu gözle bakınca da her san'at eserinde ayrı bir şekilde, fakat aynı sınırsız mükemmellikte işleyen ve varlık âlemini bütün zerreleriyle kuşatan bir terbiye fiiliyle karşılaşıyoruz. (1)

Ben ve O. Ümit Şimşek, Zafer Yayınları, Sayfa-sayfa 44-46, Istanbul 2000.