Kamu düzeninin sağlanmasında yeni bir araç olarak “çalışanın bilgi uçurması (whistleblowing)”
Son günlerde yargı camiası İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcısı İsmail Uçar’ın Hakimler ve Savcılar Kurulu’na yargıda dönen yolsuzluklara ilişkin göndermiş olduğu dilekçenin kamuoyuna sızması ile çalkalanıyor. Başsavcının, suça bulaşmış meslektaşları hakkında ihbar niteliği taşıyan dilekçesinde de dile getirdiği “whistleblowing”, Türkçe ifadesi ile “çalışanın bilgi uçurması” kavramı hakkında bu yazımızda bahsetmeye çalışacağız. Kamu ya da özel sektör fark etmeksizin tüm çalışanların başvurabileceği bir mekanizma olan bu kavram maalesef İş Hukuku alanında çalışan pek çok hukukçunun dahi bilgisi dışındadır.
Tarih sahnesine 1960’lı ve 1970’li yıllarda insan hakları, savaş karşıtı, öğrenci protesto hareketlerinin bir sonucu olarak ortaya çıkmış ve akademik anlamda 1990’lı yıllardan itibaren literatürde yer almaya başlamıştır. 1971 yılında ABD Savunma Bakanlığı Ofisinin Vietnam Görev Gücü Raporu’nu hazırlayanlardan biri olan Daniel Ellsberg’in raporu sızdırması ve akabinde The New York Times’ın ön sayfasında yayınlanması ile Johnson hükümetinin hem kamuoyuna hem de Kongre’ye sistematik olarak yalan söylediği ortaya çıkmıştır. Özel sektörde ise ABD’li enerji devi olan Enron’da şirket çalışanlarından Sherron Watkins’in kendi çalıştığı şirkette yaşanan muhasebe hilelerini açığa çıkarması ve şirketin iflasına kadar giden süreç en önemli örnekleridir. ABD’de bu gibi skandallardan sonra Kongre 2002’deki Sarbanes-Oxley Yasası olarak bilinen düzenlemeyi hayata geçirerek bilgi uçuran kişilerin korunmasına yönelik önemli bir hukuki düzenleme hayata geçirilmiştir.
Uluslararası alanda, bilgi uçurma konusunu doğrudan düzenleyen herhangi bir kaynak bulunmamaktadır. Ancak ILO ve AB gibi kuruluşların bu hususta çalışmaları bulunmaktadır. Bilgi uçurma konusunda doğrudan ve ayrıntılı bir hukuki düzenlemeye sahip ilk ve tek ülke İngiltere’dir. 1998 tarihli PIDA bilgi uçurmaya ilişkin kesin hükümler getirmektedir. Söz konusu düzenlemeye göre, işyerinde vergi, sağlık, güvenlik ya da çevre koruma mevzuatına aykırı faaliyetleri veya bunların gizlendiğini öğrenen işçi; durumu önce amirlerine, sonra yetkili otoriteye ve gerekiyorsa medyaya bildirebilmektedir. Ancak bilgi uçuran işçinin korunabilmesi için aynı zamanda kişisel bir kazanç amacı gütmemesi ve iyi niyetle hareket etmesi gerekir. Bu koşullar altında bilgi uçuran işçi işten çıkarılmış ya da ayırımcı muameleye tabi tutulmuşsa “sınırsız” bir tazminat hakkına sahiptir. İşçinin aynı zamanda işe iade olanağı da bulunmaktadır
Türk Hukukunda bu konuda doğrudan bir düzenleme bulunmasa da İş Kanunu m.13/A hükmü kendi hakları için, işveren aleyhine yasal süreç başlatan veya bu sürece katılan işçiyi (iş güvencesi hükümleriyle) kısmen de olsa korumakta; bu sebeple feshe maruz kalan işçi için işe iade ya da tazminat olanağı tanınmaktadır.
İş Kanunu m.17/II-b hükmü de işveren aleyhine “asılsız” isnat ve ihbarlarda bulunulmasının, işveren bakımından haklı fesih sebebi olduğunu belirtmektedir. Bu düzenlemenin mefhumu muhalifinden, bilgi uçurmaya konu olabilecek hallerden birini öğrenen işçinin işvereni (işyeri) hakkında “aslı olan” ihbarlarda bulunması halinde korunacağı sonucu çıkarılabilmektedir. Dolayısıyla, Türk İş Hukuku bakımından da iyiniyetli olup, kazanç amacı gütmeyecek şekilde ve makul bir süreç izleyerek (örneğin önce amirine veya işverenine, sonra yetkili makama; bunlardan sonuç alamıyor ya da bunların yararsız olacağını düşünüyorsa medyaya) “aslı olan” bilgileri uçuran işçiye yönelik fesih, haksız/geçersiz fesih olacak ve işçi İş Kanunu m. 13/C ile İş Kanunu m.17/IV’deki olanaklardan yararlanabilecektir. Ancak mevzuat iyi niyetle hareket etmesine rağmen uçurduğu bilgi doğru olmayan işçi ile bilgi uçurma yüzünden feshe maruz kalmayıp ayırımcı ya da düşmanca muameleye maruz kalan işçiyi korumada yetersiz kalmaktadır. Bu durumda ise sorumluluk sendikalar ve mahkemelere düşmektedir.
İşçi/çalışan hizmet akdi ile yüklendiği iş görme borcu yanında, dürüstlük kuralından kaynaklanan sadakatli davranma yükümü altındadır. Bu sebeple, işçinin işverenin zararına hareket ve ifadelerden kaçınması gerekir. Ancak, işyerinde ortaya çıkan suiistimallerin, ihmallerin ya da kanunlara aykırı faaliyetlerin özellikle sağlık, güvenlik, vergi, çevre korunması gibi konulara ilişkin olduğunda, açığa çıkarılmasında kamu yararı bulunmaktadır. İşte bilgi uçuran işçinin korunmasının temelinde de bu kamu yararı düşüncesi yatmaktadır. Zira, sağlık, güvenlik, sigorta, vergi ya da çevre koruma mevzuatına aykırı işlemler yapan işverenin resmi makamlara ve hatta koşullar oluşmuşsa medyaya ihbar edilmesi sadakat borcuna aykırılık teşkil etmez. Burada işverenin korunmaya değer haklı menfaatinden söz edilemez; korunması gereken menfaat kamusal menfaattir.
Bilgi uçurmanın çalışan, işyeri ve ülke bakımından önemli etkileri bulunmaktadır. Çalışan bakımından yarattığı vicdani rahatlamaya karşın; işsiz kalma, ayrımcı ve kötü muamele ile karşılaşma gibi olumsuz sonuçlara yol açan bilgi uçurma; oluşturduğu tehdit ile işyerinin (işletmenin) dikkatli ve kanunlara uygun faaliyette bulunmasına olanak tanıyabilir. Bilgi uçurmanın en önemli yararı kamuya yönelik olanıdır. Bilgi uçurma uygulaması ile her ülke için arzu edilen temiz ve şeffaf bir topluma ulaşmada da önemli bir adım atılmış olmaktadır.
İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcısı’nın kamu gücünü kullanan Devlet görevlilerinin, kamu düzenini sarsan eylemlerini yetkili kurumlarla paylaşması hatta kamuoyu desteğini de toplaması hukuk devletinin tesisi ve toplumsal barışın sağlanması açısından oldukça önemlidir. Özellikle son yıllarda ülkemizde yargıya olan güvenin oldukça azalmasına sebep olan bir takım hukuksuz kararların önüne geçmek ve yolsuzluk yapmış olan kamu görevlilerinin soruşturulması için bu gibi girişimler önem arz etmektedir. Ülkemizde de ABD ve İngiltere örneğinde olduğu gibi bilgi uçuran çalışanların korunmasına yönelik hukuki düzenlemelerin yapılması kamu düzeninin tesisinde oldukça faydalı araçlar olacağı aşikardır.