Kararsızlar kararlı olabilir mi?

Seçime 20 gün kaldı ama cumhurbaşkanı adaylarından herhangi biri yüzde 50 artı biri garantilemiş değil. Her gün yeni bir anket sonucu paylaşılıyor ve hala seçim sonucunu kararsızlar belirleyecek gibi görünüyor.

Anketlerde kararsız seçmen toplam seçmenin yüzde 10 ila 15’ini oluşturuyor. Yani üçüncü büyük parti Kararsızlar Partisi.

Bu seçmenin büyük bölümü, geçmişte iktidara oy vermiş, ama artık ülkenin iyi yönetilmediğini düşünüyor.

Kararsızların aslında kararsız olmadığı, kararını açıklamaktan çekindiği de iddia edilegelmiştir. Bunun için çok çeşitli nedenler ileri sürülebilir. Siyasi kaygılar, ailesinden ya da çevresinden, arkadaşlarından farklı tercihleri olması, kendisi ya da bir yakınının kamuda çalıyor olması, belediye işçisi olması, devletten ihale alan bir şirketin çalışanı olması gibi çeşitli sebepler sayılabilir.

Eğer gerçekten öyleyse, 14 Mayıs akşamı bizi büyük bir sürpriz bekliyor olabilir ve bu sürprizin muhalefet lehine olması beklenebilir.

Gerçekten de, kararsızlarla ilgili başta ABD olmak üzere birçok ülkede yapılan çalışmalar, kararsız olduğunu söyleyenlerin önemli bir bölümünün tercihini gizleyenler olduğunu ortaya koymuş.

Türkiye seçmeni ile ilgili analizler de bu tezi doğrular nitelikte. Kutuplaşmanın yüksek olduğu toplumlarda kararsızların azaldığı biliniyor. O nedenle kararsızların Türkiye’de üçüncü parti konumunda olması pek inandırıcı gelmiyor. Ayrıca Türk toplumunda bireylerin kendilerine bir soru yöneltildiğine “bilmiyorum” deme eğiliminin az olduğu da vurgulanıyor. Yani yapısal olarak Türkler, sorunun yanıtını bilmese de görüş belirtmeye yatkın bir toplum. Bu da kararsızların kararsız değil de gizlenen seçmen olduğu tezini güçlendiriyor.

AK Parti’den kopan seçmenlerle ilgili yapılan çalışmalar, bu seçmen profilinin sadık olmadığını, daha rasyonel kararlar verdiğini gösteriyor. Ayrıca bu grup AK Parti’nin diğer seçmenlerine göre daha az dindar.

Seçmenlerin oy tercihlerini belirleyen en önemli etkenlerden biri “çoğunluk enerjisi.” Yani sadık olmayan seçmenler, kazanma ihtimali yüksek görünen tarafa meylediyor. Muhalefetin kazanma şansının arttığını görürlerse, o yöne gidebiliyorlar.

Bir de “adalet terazisi etkisi”nden söz ediliyor. Mağdur edileni, güçsüz görüneni koruma güdüsüyle hareket eden bir kesim oluyor. Millet İttifakı adayı Kemal Kılıçdaroğlu’na yönelik saldırılar böyle bir etkiyi harekete geçirebilir.

Son olarak “cezalandırma etkisi”nden bahsedebiliriz. Bunlar da partilerine olan kızgınlıklarını sandığa gitmeyerek ya da boş oy kullanarak gösteriyor. Bir nevi ders vermeye çalışıyorlar. 2019 yılında tekrarlanan İstanbul seçimlerinde bu etkiyi görmüştük. Seçimin iptal edilmesine kızan Cumhur İttifakı seçmeni ikinci kez sandığa gitmeyerek Ekrem İmamoğlu’nun açık arayla kazanmasını sağladı.

Bütün bunlar ışığında baktığımızda, tarafların ne yapması ve neyi asla yapmaması gerektiğini görüyoruz. Her şeyden önce, hangi taraf seçimi kazanacağına dair algıyı yaratmayı başarırsa, büyük ihtimalle seçimi o taraf kazanacak. Anket sonuçları da seçmen tercihinde etkili olacak. Kim önde görünürse o tarafa eğilim artacak.

Bir tarafın adayının mağdur edildiğine dair bir görüntü yaratılmaması gerekiyor. Yoksa seçmen “adalet terazisi”ni çıkarabiliyor.

Bu seçimde cezalandırma etkisi sadece AK Parti’yi etkilemeyecek. Çok parçalı yapısı ve aday seçimi nedeniyle muhalefeti de cezalandırmak isteyen bir seçmen kesimi var. Bunlar daha çok Muharrem İnce’ye meylediyorlar. Mart ayında yaşanan Meral Akşener/İYİ Parti krizinin ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun aday gösterilmesinin ardından Muharrem İnce’ye destek yüzde 10’lara kadar çıkmış görünüyordu. Yeni anketlerde artık böyle yüksek rakamlar çıkmıyor. Muhalefette “İnce faktörü”nün aşılabileceği umudu büyüyor.

Öte yandan iktidar tarafının da yapabileceği muhtemel hatalarla seçmeninde cezalandırma eğilimini artırmaması gerekiyor.

20 günde ekonomiye dair büyük bir gelişme olması pek beklenmez ama bir kur krizi iktidar için hiç iyi bir gelişme olmaz.

Nefesimizi tuttuk, aktörleri izlemeye devam ediyoruz.