Korku ile ümit arasında bir hayat
Yüce dinimiz İslam, Müslümanların korku ve ümit arasında dengeli bir hayat sürmesini emretmiştir. Buna “beyne’l-havfi ve’r-recâ” denilmektedir. Konunun daha iyi anlaşılması bakımından bu iki terimi biraz izah edelim.
Sözlükte havf (korkmak); bilinen veya hissedilen bir tehlike karşısında endişelenmek, insanın gelecekte hoşlanmadığı bir şeyle karşılaşma düşüncesiyle üzüntüye kapılması olarak tarif edilmiştir. Recâ ise; kelime olarak “ümit etmek, arzu etmek, iyi bir beklenti içinde olmak” anlamına gelmektedir. Dinî bir terim olarak da, insanın, dünya ve ahirette Allah’ın rızasını, rahmetini, af ve mağfiretini umması; azabından, lanet ve cezasından kurtulmayı arzu etmesi demektir.
İnsan için dünyevî, uhrevî pek çok korku çeşidi vardır. İnsanın yararına olan makbul korku ise, Allah’ın rızasına uygun olan korkudur. Bunun anlamı şudur: Ancak Allah’tan, Allah’ın azabından, dinin emirlerini yerine getirememekten, ahiret hesabından korkmak insana dünya ve ahirette fayda verecektir. İşte bu korku, mü’mini Allah’ın hoşnutluğundan ümitsizliğe düşürmediği gibi günahlara dalmasına da engel olur.
Kur’an-ı Kerim’in pek çok yerinde Allah’tan ve O’nun azabından korkulması emredilmiştir: “Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten nasıl sakınmanız gerekiyorsa, öylece sakının…” ﴾Âl-i İmrân, 3/102﴿; “…eğer mü’min iseniz, benden korkun.” (Âl-i İmrân, 3/175﴿; “Onlar için üstlerinde ateşten katmanlar, altlarında (ateşten) katmanlar vardır. İşte Allah kullarını bununla korkutur. Ey kullarım bana karşı gelmekten sakının.” ﴾Zümer, 39/16﴿ Görüldüğü gibi Kur’an’da, insanların Allah’tan ve O’nun azabından korkup sakınmaları ısrarla vurgulanmıştır. Böylece insanın küfür ve şirk bataklığına düşmekten, günaha, haksızlık ve ahlâksızlığa dalmaktan korunması hedeflenmiştir.
İnsanoğlu bir yandan ayağının kayıp hak yoldan ayrılmaması, dünya ve ahirette zarara uğrayanlardan olmaması için azap ve ceza ile korkutulup uyarılırken, diğer taraftan ilahî rahmetten ümidini tamamen kesmekten de sakındırılmıştır. Kur’an’da, “Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin” ﴾Zümer, 39/53﴿ ayetiyle Allah’tan ümit kesmek kesin olarak yasaklanmıştır. Allah’ın rahmetini ümit etmenin olgun mü’minlerin özellikleri olduğu bildirilirken (Bakara, 2/218; Zümer, 39/9), Allah’ın rahmetinden ancak inkarcı ve sapık kimselerin ümit kestikleri haber verilmiştir. (Yûsuf, 12/87; Hicr, 15/56; Ankebût, 29/23)
Mü’min her hâlükârda bir yandan Allah’ın rahmetini ümit etmeli, bir yandan da halini düzeltmeye, hata ve günahlarından kurtulmaya ve kulluk görevlerini yerine getirmeye gayret etmelidir. Zira dinimizde mü’minlere korku ile birlikte ümit telkin edilerek hayatını dengeli bir şekilde sürdürmesi istenmiştir.
Allah kendisini hem rahmet ve mağfiret sahibi hem de azap edici olarak tanıtmıştır: “...Şüphesiz Rabb’in insanların zulümlerine karşı mağfiret sahibidir, fakat Rabb’inin azabı da çok şiddetlidir.” (Ra’d, 13/6); “İyi biliniz ki Allah’ın cezası çok şiddetlidir ve gerçekten Allah, çok bağışlayan, çok merhametli olandır.” (Mâide, 5/98); “Ahirette şiddetli azap, Allah’tan mağfiret ve rıza vardır.” (Hadîd, 57/20) Bu ayetler insanın korku ile ümit arasında olmasını ön görmektedir. İnsan Allah’ın azabından korkacak ama rahmetini de umacak, ümitsiz olmayacak fakat ilâhî azaptan da tamamen güven içinde bulunmayacaktır. İkisi arasında dengeli olacaktır. [Bkz. DİB.Dini Kavramlar Sözlüğü, Sh. 69]
Hz. Peygamber (s.a.s.) de, “Eğer mü’min, Allah katındaki azabı bilseydi cennet ümidine kapılmazdı. Kâfir de Allah’ın rahmetini bilseydi cennetinden asla ümit kesmezdi” (Müslim, Tevbe, 23) buyurmuştur. Bu bakımdan insan, Allah’ın rahmetine güvenerek azabından asla emin olmamalı; O’nun rahmetinden ümit keserek O’na yönelmekten de geri durmamalıdır. Hz. Ömer (r.a.)’e ait olduğu rivayet edilen şu söz Müslümanın bu konudaki tavrını en güzel şekilde ifade etmektedir: “Kıyamet günü sadece bir kişinin cennete gireceği bildirilse, o kişinin ben olacağımı ümit ederim. Yine yalnız bir kişinin cehenneme gireceği söylense, bu defa o kişinin benim olmamdan korkarım.”
Netice olarak; ahiret hayatında insanları iki sonuç beklemektedir: Ya mükâfat ya ceza, ya cennet ya da cehennem. Kur’an ve hadislerde çeşitli vesilelerle insanı bekleyen bu akıbet haber verilmiş, insan için ümit ve korkunun gereği belirtilmiştir. O halde Müslüman, ne aşırı bir ümitsizlik ve korku, ne de sınırsız bir ümit içinde olmalı; korku ve ümit arasında dengeli bir hayat sürmelidir.