Makyavelizmin dorukları

Seçmen desteği azaldıkça, iktidarın ötekileştirme siyaseti önce düşmanlaştırma, şimdi de şeytanlaştırma siyasetine dönüştü.

“Kılıçdaroğlu emri Kandil’den, ben Allah’tan alıyorum” dedi Cumhurbaşkanı Erdoğan. Milli ve manevi değerleri sonuna kadar zorlayarak sloganını buldu nihayet. Türkiye kaderini belirleyeceği seçimde, Kandil ile Allah arasında bir tercih yapmaya zorlanıyor.

Bu performansı, iktidarda kalabilmek için her yolun meşru ve mübah olduğunu savunan Machiavelli görseydi, gözleri yaşarırdı. Politik manipülasyonunun şahikasına ulaşıldı bu seçimde.

2019 İstanbul seçiminde “Binali Yıldırım mı Sisi mi?” ile yeni bir boyuta ulaşan siyasi manipülasyonu, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, 2021 yılında yaptığı bir konuşmada “Biz kendimiz yapmıyoruz. Bize yaptıran Allah’tır” diyerek bir adım daha ileri taşımıştı.

Şimdi Allah ile Kandil’i aynı cümlede kullanmak, zirve değil de nedir? Bundan ötesini hayal etmek bile mümkün değil.

Dinin siyasete alet edilmesinin kısa vadede iktidarı korumaya yardımı olsa da uzun vadede dine zarar verdiğini biliyoruz oysa. Birçok ilahiyatçı, son yıllarda gençlerin dinden uzaklaştığını, hatta deizmin gençler arasında, özellikle de AK Partili ailelerin çocukları arasında yaygınlaştığını tespit ediyor. Ama siyasiler uzun vadeli düşünmek yerine, önlerindeki seçimi kazanmayı tercih ediyor.

Meselenin dini boyutunu bir kenara koyarak, Kılıçdaroğlu’na yönelik iddialara da bakalım. Kandil’den ne emri alıyor Kılıçdaroğlu? Bunun cevabını bilmiyoruz. Devletin bilgisi dışında birinin Kandil’le temas kurması mümkün olmadığına göre, bu emri hangi kanaldan alıyor? Bunu da açıklamıyorlar.

Ama bildiğimiz bir şey varsa, Kandil’le de Öcalan’la da sadece devlet görüşebiliyor. 2019 yerel seçimlerinden önce siyasi iktidar, kırmızı bültenle aranan Osman Öcalan’ı TRT’ye çıkardı. Bir akademisyeni gönderip İmralı’dan mektup getirterek yine devlet kanalında okuttu. Öcalan kardeşler, Kürtlerin seçimde Millet İttifakı adaylarına oy vermemesini istedi. Yani seçimi Cumhur İttifakı’nın kazanmasını sağlamak için Öcalan’lar devreye sokuldu.

Şimdi 14 Mayıs’a giderken, bir kez daha Öcalan’la İmralı’da görüşüldüğü iddia ediliyor. İYİ Parti lideri Meral Akşener önceki akşam katıldığı televizyon programında, İmralı’ya bir yargı mensubunun gönderildiğine dair istihbarata sahip olduğunu söyledi. HDP’nin eski eş başkanı Selahattin Demirtaş da, Öcalan ile görüşüldüğüne dair iddiaları kendi kaynaklarından doğrulattığını açıklamıştı. Elbette bunlar iddialardır, ama daha önce denendiği için bu seçimde neden denenmesin diyebiliriz.

Gelelim “Öcalan’ı serbest bırakacaklar” iddialarına. Buna “iddia” demek biraz hafif bir ifade aslında. Ortada bu yönde tek bir bilgi, belge, delil yokken; hiçbir Millet İttifakı üyesinin ağzından çıkmamış, ima bile edilmemiş bir sözü söylenmiş gibi anlatmak; seçmene göz göre göre yalan söylemektir. Millet İttifakı’na oy verecek olan milyonlarca seçmene de aptal muamelesi yapmaktır.

İnanan oldukça siyasilerin söylemeyeceği şey yok. Biz neyi duymak istiyoruz, neye inanmak istiyoruz, onu sorgulamamız lazım. Ekonomi gündemiyle girdiğimiz bir seçim sürecinde hızla korku siyasetine doğru sürüklendiğimizin farkında mıyız? Korkularımızın esiri haline getirilip gerçek dertlerimizi, yakıcı gündemlerimizi unutursak, sonunda seçim falan bitip siyasiler için her şey eski tas eski hamam devam ederken, o sorunlarla boğuşacak olan yine biz olacağız.

Memleketi “Kılıçdaroğlu” gibi sözde düşmanlardan kurtarmak için mi yapıyoruz biz bu seçimi, yoksa yaşam şartlarımızı düzeltmek, çocuklarımıza iyi bir gelecek yaratmak, adaletin işlediği bir düzen kurmak için mi?