Misafir
Arapça’da “yolcu” anlamındaki müsâfir kelimesi Türkçe’de “konuk” karşılığında kullanılır. Arap dilinde bu mânada daha çok dayf kelimesi (çoğulu adyâf, duyûf, dîfân, dıyâf) geçer. Aynı kökten türeyen dıyâfe (ziyafet) “misafir ağırlama, konuklara ikramda bulunma” demektir. Âyet ve hadislerde infakta bulunulacak kimseler arasında sayılan “ibnü’s-sebîl” “dayf” ile yorumlanmıştır (Taberî, II, 97; Kurtubî, XIV, 38; İbn Kesîr, I, 298).
Arapça’da zâir de “misafir” anlamında kullanılır. Kur’ân-ı Kerîm’de, Hz. İbrâhim’e İshak’ı müjdelemek ve Lût kavmini helâk etmek için insan şeklinde gelen melekler “dayf” olarak anılır (Hûd 11/78; el-Hicr 15/51, 68; ez-Zâriyât 51/24; el-Kamer 54/37). İbrâhim onlar için bir dana kesip ikramda bulunmuş, fakat onlar yememiştir (ez-Zâriyât 51/26). Misafir ağırlama geleneğini ilk başlatan kimse olduğu nakledilen Hz. İbrâhim (el-Muvaṭṭaʾ, “Ṣıfatü’n-nebî”, 4) “ebü’d-dîfân” diye meşhurdur. Meleklerin Hz. Lût’u ziyaretleriyle ilgili âyetlerden ev sahibinin misafirini ağırlaması yanında onu her türlü tecavüze karşı korumasının da görevi olduğu anlaşılmaktadır.
Yine Kur’an’da “tadyîf” (misafir etmek) fiili bir âyette, Hz. Mûsâ ile onun arkadaşının bir köy halkı tarafından ağırlanmak istenmemesi anlatılırken geçer (el-Kehf 18/77). Ayrıca Kur’ân-ı Kerîm’de, kötü sözü açıkça söylemesine izin verilen zulme uğramış kimseyle ilgili âyetin (en-Nisâ 4/148) bir kavme misafir olup da ağırlanmayan bir kişi hakkında nâzil olduğu rivayet edilir (İbn Abdülber, XVIII, 287).
Mekârim-i ahlâktan olan misafirperverlik Türk ve Arap toplumlarında övünç vesilesi bir haslet sayılmıştır. Kâşgarlı Mahmud’un verdiği örneklerde şöhretini duyurmak isteyen kimsenin misafirini iyi ağırlaması gerektiğinden (Dîvânü lugāti’t-Türk Tercümesi, I, 46), ancak konuk ağırlamayı uğur sayan nesillerin kaybolup geriye bir karartı gördüğünde çadırını yıkan kişilerin kaldığından (a.g.e., I, 85, 384) söz edilir. Dede Korkut hikâyelerinin daha başında konuğu gelmeyen kara evlerin yıkılması dilenir (Dedem Korkudun Kitabı, s. 2).
İslâm öncesi göçebe Arap toplumunda, çölün çetin şartlarında yolculuk yapan kimselerin misafir edilip ihtiyaçlarının karşılanması hayatî bir önem taşıdığından misafirperverlik şeref ve asaletin gereği sayılmış, mürüvvet kelimesiyle ifade edilen ahlâkî erdemlerin en önemlilerinden kabul edilmiş, Arap şiirinde övünme konularından biri olmuştur.
Ancak bunun ardında genellikle kişilerin veya kabilelerin şeref ve övünç duygularını tatmin etme, şöhret kazanma ve hayranlık uyandırma arzusu yatmaktaydı. Öte yandan bunu Hz. İbrâhim’den beri devam eden erdemli bir davranış olarak sürdürenler de vardı. Hac ibadetinin misafirlik âdâbı ve misafire ikram konusundaki anlayış ve gelenekler üzerinde önemli etkisinin bulunduğu muhakkaktır.
Mekke’ye gelen hacılar Allah’ın misafiri kabul edilirdi. Sikāye ve rifâdeyi Kureyş’e bir görev olarak veren Kusay, Mekke’de oturanları Allah’ın komşusu (cîrânullah) ve Ehl-i beyt’i, hac için gelenleri de Allah’ın misafirleri (dîfânullah) ve evini ziyaret edenler diye tanımlamış, onlar için hac günleri yiyecek ve içecek hazırlanmasını istemişti (İbn Sa‘d, I, 73).
Bir rivayete göre zemzemin ilk bulunuşunda Cebrâil, Hz. Hacer’e onun Allah’ın misafirlerine bir ikramı olduğunu söylemiştir (Fâkihî, II, 6). Araplar’ın misafirperverlik konusunda övündükleri bir husus da “nîrânü’l-Arab”dan (Arap ateşleri) biri olan “nârü’l-kırâ”dır. Kırâ ve iktirâ‘ “misafire ikramda bulunma” anlamına gelmektedir. Bu şekilde ateş yakanlar “hâdî” (yol gösterici) lakabıyla anılırdı (İbn Sa‘d, V, 61).
Aralarındaki sürekli savaşlara rağmen Araplar, çölde yolculuk yapanların hem yollarını bulmalarını kolaylaştırmak hem de onları misafir etmek amacıyla ateş yakarlardı (Kalkaşendî, I, 466, 467). Misafirliğe dair açıklamaların geniş yer tuttuğu bazı hadislerde Câhiliye kültürü hakkında da bilgi bulunmaktadır. Ümmü Zer‘ hadisi olarak bilinen, Hz. Âişe’nin Hz. Peygamber’e geçmişte on bir kadının kocalarıyla ilgili konuşmalarını hikâye ettiği rivayette bunlardan bazılarının kocalarının misafirlerine ikramlarıyla övündükleri görülür (Buhârî, “Nikâḥ”, 83; Müslim, “Feżâʾilü’ṣ-ṣaḥâbe”, 92). (1)
(1) TDV İslâm Ansiklopedisi, 30. cild, sayfa 171-172, Ankara, 2020.
Misafir hakkındaki 2 bölümlük makalenin 1. Bölümü sonunda yıllar önce yazdığımız bir şiiri burada dikkatinize sunarız:
M İ S A F İ R
Sergüzeşt-i hayatım, yaşanmış dilim dilim
Şafak kızıllığında, ufka bakan ben kimim?
Gün gelip çıkacağım şu menzilde bir konuk
Bir uzun galeride tablolar canlı, donuk..
Güzergâh çizilirken bir ‘Kalem-i Kader’den
Başlar yolculuğumuz artık rahm-ı mâder’den..
Etfallik ve sabâvet, bir rüzgâr gibi geçer
Pembe gençlik rüyası, çok geniş paylar biçer..
Bir öğle güneşidir, ömrümüzün kemâli
Pek de uzun sürmez ki parlak günün zevâli
Fırtınalı ömürde, hem bolluk var hem darlık
Şems-i asır gibidir, artık şu ihtiyarlık..
Şu alemde hiçbir şey, kalmıyor karârında
Yaza ulaşmak da var, gitmek de bahârında..
Misafir bu konaktan, gün gelip de çıkacak
Bir ezeli nehirde, damla damla akacak
Güller gibi kuşlar da, ağaçlar da misafir
Ebed yolculuğunda, hepsi de akar bir bir
Hâleli gözlerimiz, hayâl içinde iken
Ufukta gurûb ile, bir kızıllık yükselen..
………………………………………………
Haşrin sabahı gelir, cümle beşer dirilir
Bir bekâ aleminde, cem oluruz hep bir bir..
Ebedi meskenlerde, misafirlik de biter
Sevgili’nin halveti, cümle kalplere yeter…..
Lügatçe: Sergüzeşt: macera
Güzergah:izlenecek yol
Kalem-i Kader: Kader kalemi, Cenab-ı Hakk’ın bizlerin geleceği için verdiği karar, ezeli takdiri,
Rahm-ı mader: Ana rahmi (dünyaya gelmek için beklediğimiz şefkatli kucak) ,
Etfallik:Yeni doğmuş bebek veya küçük çocukluk hali (çoğul)
Sabavet: çocukluk hali ,
Zeval: Güneşin tam gün ortasında olduğu zaman ,
Şems-i asır: (Bu şiirde ikindi güneşi) Şems-i asır: diğer manası- asrın güneşi (Yüce Kaan Yavuz Sultan Selim için söylenmiştir.) Ezeli: en eski veya başlangıcı olmayan ,
Ebed yolculuğu:Sonsuzluğa giden yolculuk
Haleli göz: Duygu yoğunluğu ile gözün irisinde ışık halkaları ve dalgalar oluşması, aşırı duygusallıkla gözlerde buğulanma
Gurub: Güneşin ufukta batışa meylettiği sarı kızıl görüntü ,
Haşir: Öldükten sonra bütün canlıların ahiret aleminde toplu olarak dirilmesi ,
Beşer: İnsanlık ,
Beka:sonsuzluk ,
Cem olmak: toplanmak bir araya gelmek
Halvet: Yalnız kalmak , tenhada kalmak veya sevgili ile baş başa kalmak