Önümüzdeki sınavlar

14 Mayıs genel seçimlerinin sonucu bize toplumsal kutuplaşmanın kazandırmaya devam ettiğini gösterdi. Kamplaşma siyaseti iktidara Meclis çoğunluğunu kazandırdı. Muhalefet düşmanlaştırılarak, şeytanlaştırılarak, terörle ve hainlikle suçlanarak yürütülen kampanya bir kez daha sonuç aldı. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın da kabul ettiği gibi, teröristlerin görüntüleri muhalefetin kampanya videolarına yerleştirilerek dezenformasyon yapıldı. Muhalefet adına Abdullah Öcalan’ın serbest bırakılacağına dair vaatlerin yer aldığı sahte afişler asıldı, broşürler basılıp dağıtıldı. Siyasette gerçeklerin çarpıtılmasına alışığız ama ilk kez bir seçimde yalan siyasete egemen oldu.

Kutuplaşmanın bir tarafındaki seçmenler, karşı tarafı düşman olarak gördükleri için, üretilen retoriği sorgulama ihtiyacı bile duymuyor artık. Yalanmış, çarpıtmaymış, sahteymiş, montajmış bunlara bakmıyor seçmen. Çünkü karşı cephenin gerçekten düşman olduğuna inanıyor ve düşmana karşı uygulanan her yöntemi mubah olarak görüyor. İslam dininin de düşmana karşı yalana cevaz verdiğine dair bir inanış var zaten. İlahiyat alanının bir tartışması olan “Üç yerde yalan” rivayeti ile ilgili tartışmalar akademik düzeyde devam ediyor benim görebildiğim kadarıyla, ama orada sözü edilen düşmanın bildiğimiz anlamıyla savaştaki düşman olduğunu da hatırlatmak lazım. Harp hilelerinden, savaş taktiklerinden bahsediliyor orada. Eğer siz 21’inci yüzyılda yapılan demokratik bir seçimi harp olarak görüyor; seçim kampanyalarının cephede yapıldığına inanıyorsanız “Böyle bir İslam yok” demek için ilahiyat profesörü olmaya gerek yok.

İslam’da yalanın caiz olduğu iddia edilen bir durum da insanların arasını bulmaktır. Ne kadar doğrudur ne kadar yanlıştır bilemiyorum, ama barış için yalan söylemek yine de olmayan düşmanlıklar yaratmak için yalan söylemekten daha makul görünüyor. Barış dini olan İslam’ın küskünleri barıştırmayı bu kadar önemsemesi son derece anlaşılır. Bunun için yalana cevaz verilmiş mi, verilmemiş mi tartışması bir yana, İslam’ın düşmanlaştırmak üstüne değil, barıştırmak üstüne kurulu olduğu çok açık. Biz bu seçimde barıştırma işlevini muhalefetin üstlendiğini gördük. Millet İttifakı adayı Kemal Kılıçdaroğlu, geçmişte yapılan hatalar için defalarca özürler diledi, helalleşme çağrıları yaptı, toplumun tüm kesimlerini kucaklayacaklarını söyledi. Çağrısı şimdilik kabul görmedi diyebiliriz. Düşmanlaştırma kazandı, barıştırma kaybetti. Şimdi bu ülkede yaşayan samimi Müslümanların önüne bir ödev konulmuş bulunuyor. Bu sonucu tahlil etmeleri gerekiyor.

Yaşananların dini ve ahlaki muhasebesi belki bir gün yapılır diye ümit ederek, önümüzdeki daha yakın ve yakıcı bir sınava dikkat çekmek istiyorum. Benim iddiam başından beri şu oldu: Türkiye seçime giderken ekonomide yaşanan olumsuzluklar bir takım olağanüstü tedbirlerle seçmenden gizlenecek. Sahte bir bahar havası yaratılacak. “Kötü günler geçirdik ama bakın işler düzeliyor” inancı yayılacak. Öyle de oldu. Ekonomi okuryazarlığı olan çok küçük bir kesimin gördüğü ama geniş kesimlerin göremediği, okuyamadığı vahim bir tablo ile karşı karşıyayız.

Bu süreçte, Merkez Bankası rezervleri, TL karşısında yükselişi durmayan doları dizginlemek için eritildi. TCMB’nin swap hariç net rezervi -60,3 milyar dolar ile tarihin en düşük düzeyine indi. Swap dahil net rezerv geçen hafta 2,5 milyar dolarlık düşüşle -0,2 milyar dolara geriledi. Böylece 21 yıl sonra ilk kez eksiye düşülmüş oldu. Son olarak bu seviye, 2002 yılı Ocak ayında görülmüştü ve hemen ardından IMF ile anlaşma yapılmıştı.

Paramız yok ama borcumuz çok. Bir yıl içerisinde ödenmesi gereken dış borç 205 milyar dolara ulaştı.

Türkçede kredi temerrüt takas primi denen, bir ülkenin dış borçlanmasındaki en önemli göstergelerden biri olan CDS primi 697 bp’ye yükseldi. Seçimin ilk turu, yani 15 gün öncesinde 505 bp idi. CDS primi 300 baz puanın üzerindeki ülkeler aşırı kırılgan ekonomiye sahip olarak değerlendiriliyor. 2001 yılında bu rakam 900 puanın üzerine çıkmıştı. Şimdi ekonomistler oraya doğru ilerlediğimizi söylüyor.

CDS priminin yükselmesinin temel nedenleri enflasyonun yükselmesi, dış borçların artması, kurların yükselmesi, merkez bankası rezervlerinde erime, yüksek cari açık, sosyal çalkantılar olarak gösteriliyor.

Para piyasalarında görülmedik gelişmeler yaşanıyor. Bankaların döviz çekimine sınırlama getirmesi için sözlü talimatların gittiği belirtiliyor. Yani döviz alamıyorsunuz. Borcun varsa döviz cinsinden, cebinden öde demek bu. Çok zorunlu bir ithalat ihtiyacın varsa çok cüzi bir miktar veriyorum demek. Artık piyasa ekonomisinden bahsedemiyoruz. İhracatı ithalata bağımlı bir ülkede bu ihracatın durması anlamına geliyor. Krediler zaten durmuş vaziyette. Ekonomi durdu yani. Bütün bunlar seçim kazanmak için yapılıyor. Faturasını seçimden sonra nasılsa bize ödetecekler. Özetle bugüne kadar enflasyonla sınandık, bundan sonra işsizlikle sınanacağız.