Osmanlı'da adab-ı muaşeret kuralları...

Ahhh nerede o eski insanlar... Bu sözü mutlaka duymuşsunuzdur.. Nezaket, saygı ve incelik konularında dünyaya örnek olan 6 asırlık kadim bir medeniyet Osmanlı devleti'nin adab-ı muaşeret kuralları günümüzde neredeyse silinip gitmek üzere...

Barış içinde yaşama ve uzlaşı anlamına gelen muaşeret, kişinin sahip olduğu iyi tutum ve davranışların bütününü oluşturan edep kavramı ile birleşince ortaya adab-ı muaşeret gibi zarif bir tanım çıkmıştır. Adab-ı muaşeret görgü kurallarının sembolüdür. Öyle ki; bireylerin toplum içerisinde sevgi, saygı çerçevesinde yaşamasını sağlamanın yanında sosyal hayatı da daha kaliteli ve zarif hale getirir. Osmanlı İmparatorluğu'nun kuruluş yıllarına denk gelen üstad Yunus Emre; ”Girdim ilim meclisine, eyledim kıldım talep/ Dediler ilim geride, illa edep illa edep…” sözünü boşuna mı söylemiştir?

Peki Osmanlı'nın zarafeti, sevgi ve saygıyı simgeleyen adabı muaşeret kuralları günlük hayatta nasıl uygulanıyordu?

Osmanlı'da incelik o kadar ön plandaydı ki pencerenin önüne konulan çiçeklerin bile bir anlamı vardı. Eğer pencerenin önünde sarı çiçekler varsa evde hasta birinin olduğu anlaşılır, yoldan geçenler yürüken gürültü yapmazlardı. Kırmızı çiçeğin bulunması evde evlilik çağına gelmiş genç kız olduğu anlamına gelirdi. Eve gelen misafire mutlaka kahve yanında su da ikram edilirdi. Eğer misafir açsa önce suyu içer toksa kahveyi içerdi. Ev sahibi buna göre sofra kurar ve yemek hazırlardı. Osmanlı'da kız isteme töreninde damadın namaz kılıp kılmadığını anlamak için pantolonunun diz kısmında iz olup olmadığına bakılırdı.

Peygamber efendimiz (sav.) 63 yaşında vefat ettiği için. Yaşı sorulan ve 63 yaşını geçen dedelerimiz ''haddi aştık'' diye cevap verirlerdi.

Osmanlının adab-ı muaşeret kurallarına göre kimseye kapıyı kapat denmezdi. Hatta Allah kimsenin kapısını kapatmasın diye dua edilirdi. Kapat demek yerine kapıyı sırla ya da ört demek daha makbuldü. Kapıyı yavaşça örtmek edebin bir parçasıydı. Aynı şekilde lamba kapat demek yerine lambayı dinlendir denir, açmak için de lambayı uyandır denirdi. Osmanlı'da cuma vakti esnaf dükkanına kilit vurma gereği duymadan camiye giderdi. Evlerin kapılarının üzerinde irili ufaklı iki tokmak bulunurdu. Eve gelen misafir kadınsa ufak ve çiçek motifli olan tokmakla, erkekse büyük ve aslanbaşı sembolü taşıyan tokmakla kapıyı çalardı. Yolda küçükler asla büyüklerin önünden yürümezlerdi.

Osmanlıda evlilik çağına gelen erkekler gönüllerini kaptırdıkları ve beğendikleri genç kızlar ile görüşmeye giderken yanlarında hediye olarak ayna götürürler ''sana senden daha güzel verebileceğim başka hediye yok'' iltifatında bulunurlardı. İnsanlar sohbet ederken laf kesmek, araya girmek ya da fısıldaşmak hiç hoş karşılanmazdı. Osmanlı'da ''Edep yahu'' tanımı çok önemliydi. Öyle ki yere tüküren bir müslümanın şahitliği bile kabul edilmezdi. Yolda sessiz ve yumuşak yürümek makbul olandı. Hatta yerdeki haşeratı ezmemek için çok dikkat edenlere ''karınca basmaz efendi'' denirdi. Kapıdan çıkarken insanlar arkasını dönmektense geri geri yürürlerdi. Eve gelen misafirlerin kapı önündeki ayakkabılarının yönü ise dışa değil içe dönük koyulurdu. Bunun anlamı ''gitsen de yine gel'' demekti.

Uyuyan biri aniden sarsılmaz ya da ismiyle çağırılmazdı.

Yollarda kurulan konaklarda ihtiyacı olanlar 3 gün ücretsiz konaklama ve yemek yeme hakkına sahiplerdi. 26Osmanlıda yemek adabı kurallarına da çok dikkat edilirdi. Yemeğe oturulmadan önce eller mutlaka yıkanır, sofrada evin büyüğünün önce yemeğe başlaması beklenirdi. Besmelesiz yemek yemeye başlanmaz ve sofrada asla konuşulmazdı. Ayakta yemek yemek de hoş karşılanmazdı.

Osmanlılar edep, nezaket ve terbiye konularında diğer devletlere her zaman örnek oldular. Hiçbir milleti ve mezhebi ayırmadan, insanlığa ışık tutan Osmanlının adabı muaşeret kuralları da bizlere gurur ve ilham kaynağı olarak yadigar kaldı.