Partilerden umut kesilirken sivil toplum dirilir mi?
Türkiye’de siyasetin çok ciddi bir değişime ihtiyacı var. Biz seçim yenilgisi nedeniyle başta CHP olmak üzere muhalif partilere yöneldik ama aslında AK Parti’nin de bu seçimden büyük bir başarısızlıkla çıktığını; Konya, Çankırı, Yozgat, Karabük, Bingöl gibi kalesi olan illerde büyük oy kaybettiğini unutuyoruz.
AK Parti, son iki seçimde toplamda 15 puan oy kaybetti ve 35 seviyelerine geriledi. Türkiye’nin sosyolojik yapısı AK Parti’den yana. Yüzde 65 sağ oy, orada öylece ikna edilmeyi bekliyor. AK Parti iktidarda olmanın tüm avantajına da sahip ve bunu seçim dönemlerinde fütursuzca kullanıyor. AK Parti’nin bir diğer avantajı ise siyaset tarihinin en karizmatik liderinden birine sahip olması. Hal böyleyken oylarındaki bu büyük bir gerileme, başarısızlık olarak değerlendirilmeli.
Şu anda Türkiye’de hiçbir siyasi parti seçmene umut vermiyor. Bunun en temel sonucunu da ekonomide yaşıyoruz. Ekonomi yönetilemiyor ama yönetecek bir siyasi hareket de bulunamıyor.
Türkiye’nin ekonomisini düzlüğe çıkarması için hayata geçirilmesi gereken yapısal reformları üstelenecek bir siyasi iradeye ihtiyacı var. 2001 yılından beri Türkiye’nin ciddi bir ekonomi programı olmadı. 2023 yılına gelindiğinde, ekonomi tamamıyla belirsizliğe ve günü kurtaran, keyfi bir anlayışa mahkum edilmiş durumda. Bu durumun sürdürülebilmesi mümkün değil.
İktidar yıllardır ekonomik sorunlara pandemi ve ardından patlak veren Ukrayna Savaşı gibi konjonktürel sorunları bahane gösterdiği için, vatandaş uzun süre “bugünlerin de geçeceğine” inandı ve iktidarı desteklemeye devam etti. Oysa zaman geçtikçe, seçmenler sorunların konjonktürel değil, yönetim zaafıyla ilgili olduğuna ikna olmaya başladı. Bu da AK Parti’deki oy kaybını artırdı.
Aslında Türkiye’de uzun zamandır partiler seçimden seçime vatandaşın karşısına çıkıp bir şov sergiliyor ve alabildikleri kadar oyu toplayıp bir dahaki seçime kadar mış gibi yapmaya devam ediyorlar. Ne iktidar partisinin ne de muhalif partilerin gerçek anlamda siyaset yaptığı yok. Dar bir ideolojik seçmen dışında toplumun büyük çoğunluğunun siyasetten bir beklentisi kalmamış durumda. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi de bu durumun teminatı haline geldi adeta.
Son seçimde de şovunu yapıp kaşıkla veren hükümet, seçimden sonra kepçeyle almaya başladı. Vaat edilen ücret artışları yapılırken öyle bir zam yağmuruna tutuldu ki çalışan ve emekliler, “ne umdum ne buldum” duygusu yaşıyorlar. Özellikle iktidara oy veren seçmen iyice şaşkın. Üstelik kime kızacaklarını da bilmiyorlar. Muhalif seçmen en azından psikolojik olarak hazırlıklıydı yaşanacaklara.
Kamusal olanın siyasetsizleştirilmesi karşısında ne yapılabilir? Toplumun karar alma mekanizmalarına yön verebilmesinin iki yolu vardır demokrasilerde. Birincisi seçimlere katılan partilere destek vermek, ikincisi sivil toplum kuruluşları aracılığıyla müdahalede bulunmak. Türkiye hiçbir zaman güçlü bir sivil topluma sahip olmamıştı ama uzun süredir sivil toplumun ve eylemlerinin kriminalize edilmesi sonucunda gücü iyice ezildi.
Yine de EYT’lilerin örgütlü bir mücadeleyi kararlılıkla sürdürerek bu konuda “asla” diyen hükümete geri adım attırdığını gördük. İktidar son seçime giderken EYT’lilerin haklarını teslim etmek zorunda kaldı. Eğer bunu yapmasaydı seçimi kaybedebilirdi.
Şu anda içinde bulunduğumuz yoksullaşmanın en büyük mağduru da emekliler. 16 milyon seçmene denk gelen bu gücün karşısında durabilecek bir iktidar yok aslında. Geçtiğimiz günlerde “insanca bir maaş” talebiyle Gebze’den Ankara’ya yürüyüşe geçen üç emekliye Valilik kararı ile engel olunması, bu güçten ne kadar korkulduğunu da gösteriyor.
Bakalım emekliler kaderlerine razı mı olacak, yoksa EYT’liler gibi örgütlenip haklarını arayacaklar mı? Siyaset çözüm üretemiyorsa toplumun barışçıl eylemlerle sesini duyurması, siyasi iradeye baskı uygulaması en temel demokratik haklardan biridir.
Partilerden ümidini kaybeden toplumun belki de kendi umudunu yaratmayı öğrenmesi gerekiyordur.