Türkiye için en büyük tehdit
MetroPOLL bir kamuoyu araştırması yapmış ve “Türkiye için en büyük tehdit ne?” diye sormuş. Katılanların yüzde 19,4’ünün cevabı “dış güçler” olmuş. Yani 10 kişiden ikisi, 5 kişiden biri “dıj güjler” denen heyulaya gerçekten inanıyor.
Elbette ülkeler birbiriyle rekabet edebilir, zaman zaman düşman da olabilir ama ekonomik sorunlarla boğuşan, gelişme sancıları içindeki bir ülkenin gelişmiş ve zengin ülkelerce kıskanıldığı, tehdit edildiği algısı, sağlıklı bir kolektif zihnin ürünü olamaz. Böyle bir algının gerçekçi olabilmesi için öncelikle o ülkelere rakip olmanız gerekir. Mesela Çin’de böyle bir araştırma yapılsa ve yanıt “Batı, ABD” falan çıksa anlaşılabilir.
Bilmem hatırlar mısınız, 2007 yılında Boğaziçi Üniversitesi’nde kimya okuyan bir genç, İstanbul Boğazı’nın derinliklerinde 23 trilyon dolar değerinde ‘Contorium’ madeni bulunduğunu, bunun çıkarılmasının ABD tarafından engellendiğini iddia etmişti. Bu iddia kısa bir sürede yayılmış, şehir efsanesi haline gelmiş ve insanlar buna inanmıştı. Hatta bazı köşe yazarları da konuyu gündemlerine almıştı. KONDA Araştırma Şirketi de yaptığı bir araştırmada vatandaşların yüzde 60’ından fazlasının bu iddiaya inandığını göstermişti. Oysa Dünya’da ‘Contorium’ diye bir element bile yok!
Bu hikayeyi yazan kimya öğrencisi Can Güney Kuseyri, eğlenmek için hazırladığı kurgunun gerçek sanılması karşısında kim bilir nasıl şaşırmıştır. Geçtiğimiz haftalarda Güldür Güldür Show’da yayımlanan “dış güçler” skecini de ciddiye alıp kendi komplolarının kanıtı olarak paylaşan kıraathane müdavimleri varsa hiç şaşırmam!
“Türkiye’yi tehdit eden bir şey varsa, o da cehalet” demek geçiyor olabilir içinizden ama mesele sadece cehaletle açıklanamaz. Eminim bu yüzde 20’nin içinde gayet eğitimli insanlar da vardır. Politik olarak da belli bir kesimden bahsetmiyoruz, en sağdan en sola, her siyasi görüşten ve partiden insanda bu “dış güçler” takıntısıyla karşılaşabiliyoruz.
“Post truth” adı verilen gerçeklik sonrası çağda, insanlar neye inanmak istiyorlarsa ona inanıyorlar. Popülist siyasetçiler de bu uydurulmuş ve manipüle edilmiş “gerçekler”i kullanarak kitleleri yönlendiriyor. Bu söylediğime en çarpıcı örneklerden biri İsrail’den geldi. Geçtiğimiz aylarda, yargı reformu girişimine yönelik protestoların yükseldiği bir anda, İsrail Başbakanı Binyamin Netenyahu’nun oğlu Yair Netenyahu, sosyal medyadan yaptığı açıklamada protestoların arkasında ABD Dışişleri Bakanlığının olduğunu, amaçlarının da Netanyahu’yu devirerek İran’la anlaşma yapmak olduğunu iddia etti. Bir Türk sosyal medya kullanıcısının verdiği yanıt her şeyi özetler nitelikteydi: “Olm dış güç sizsiniz .alak .alak konuşma.”
İşte politikacılar gerçekleri böyle karartıyor. İsrail’de yargı bürokrasinin gücünü azaltarak kendi iktidarını güçlendirmeye çalışan bir politikacıya göre, protestocular ABD güdümünde hareket ederek iktidarı devirmeye çalışıyordur. Kişisel ekonomi modeli yüzünden parası pul olan, halkı hayat pahalılığı altında ezilen bir politikacıya göre, yaşananların müsebbibi ülkenin bağımsızlığını engellemek için ekonomisine saldıran dış güçlerdir. Bu şekilde yasa çıkarabiliyorsanız, protestocuları şeytanlaştırabiliyorsanız, hatalarınızı görünmez kılabiliyorsanız, seçim kazanabiliyorsanız neden kullanmayasınız?
“Türkiye’nin ruhu” da çok müsait böyle şeylere inanmaya. Yıkılan bir imparatorluğun yasını tutmayı bir türlü başaramamış, kendi geçmişiyle yüzleşememiş bir toplumun, geri kalmışlığının gerçek sebeplerini görmek yerine, narsistik bir büyüklenmeciliğe kapılarak yansıtma mekanizmasıyla dışarıdan sürekli bir saldırı beklemesi sağlıklı bir savunma değildir.
Bu zaafımız bizi gerçek tehditlere açık hale getiriyor. Ekonomik bağımsızlığımızı kaybetmek gibi. Türkiye’yi gerçekten tehdit eden bir şey varsa, ele güne muhtaç hale gelmiş bir ekonomidir.