Türkiye Yüzyılı’nın “milli” zamları hayırlı olsun

CHP’den Erzincan vekili seçilen Mustafa Sarıgül’ün güneşli havada şemsiye açmasına neden olan vergi artışları, sanmıyorum ki kimseyi şaşırtmış olsun.

14 Mayıs’a giderken uygulanan seçim ekonomisine bütçe dayanmayacağını herkes biliyordu sanırım.

Cumhurbaşkanı Erdoğan seçimi sadece “LGBTİ’ciler, teröristler, Allahsızlar, kıblesizler, Kandil’den emir alanlar” diyerek kazanmadı. Kesenin ağzını açtıkça açtı, dağıttıkça dağıttı, verdikçe verdi.

Sağ olsun rakibi Kemal Kılıçdaroğlu da adeta açık artırmada fiyat yükseltir gibi, bütçenin suyunun çıkarılmasına yardım etti.

2023 bütçesi yılın ilk 5 ayında 263,6 milyar TL faiz dışı açık vermiş durumda. Bütçe giderleri geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 95,4 artmış.

2022 yılının aynı döneminde bütçe 124 milyar 618 milyon TL fazla vermişti. Seçim Türkiye’ye epey pahalıya patlamış!

Havuz problemi çözmeyi bilen herkes seçimden sonra “acı reçete” içeceğimizi söylüyordu.

“Bedava doğalgaz”a, Kentsel Dönüşümde Yarısı Bizden’e, EYT’ye, Kur Korumalı Mevduat’a, icralık borçlara devlet desteğine kadar sayısız “müjde”ye alkış tutmak yerine yutkunanlar onlardı.

Şimdi ne olacak? Eğer “Milli Dayanışma Paketi” adı altında yapılan bu zamlar, popülist politikalar nedeniyle oluşan bütçe açığı ve borç yükünü kapatmaya yetmezse daha sert tedbirler alınacaktır.

Ancak bütçeyi toparlamak için vergileri artırmak ve harcamaları kısmak şeklinde özetlenebilecek tedbirlerin uygulanması, siyasi iktidarlar için ciddi oy kaybı anlamına geliyor. Önümüzde ise bir seçim var.

Muhalefetin dağınıklığının, muhalif seçmenin küskünlüğünün iktidara yerel seçimde büyük bir avantaj sağlaması beklenirken, bu ekonomik tedbirler kolayca kazanılabilecek seçimlerin riske atılmasına neden olabilir.

Demek ki durum o kadar kötü ki, “acı reçete” için 8-9 ay bile beklenemedi!

Tabii bu konuda şunu da söylemek gerekiyor: Bu paket, son yıllarda uygulanan ekonomik modelin giderek yoksullaştırdığı “orta sınıf”ı hedef alıyor. “Acı reçete” de orta sınıfa çıkarılıyor. Yine son birkaç yılda giderek zenginleşen üst gelir gruplara yönelik bir reçete göremiyoruz.

Yoksullukla birlikte eşitsizliğin de artırılması büyük başarısıdır bu hükümetin. Ki bir toplumun her ikisini birden taşıması gerçekten çok zordur.

Peki, Cumhurbaşkanlığı seçimini kazandığı anda yaptığı ilk açıklamadan itibaren, hedefine yerel seçimleri ve özellikle de İstanbul’u geri almayı koyan Erdoğan, böyle ağır bir yükün altına sokulan sabit gelirli kentlilerin oyunu nasıl alacak?

Erdoğan’ın şimdilik bu tedbirlere ikna edildiğini tahmin edebiliriz ama bakalım arkası nasıl gelecek?

Seçim ekonomisi uygulamaları işte böyle uzun vadeli ekonomik sürdürülebilirlik sorunlarına neden oluyor. Kısa vadeli kazançlar hedeflenirken uzun vadeli ekonomik reformlar, yapısal dönüşümler, sürdürülebilir büyüme hedefleri ihmal ediliyor.

Sürekli seçim ekonomisine yönelmek, o ülkenin güvenilirliğini ve uluslararası itibarını zedeliyor. Yabancı yatırımcı bulamaz hale gelmemizin de nedeni bu.

Elbette bütçeyi doğrultmak için gelirleri artırmak yetmez, giderlerin de kısılması gerekiyor. Harcamaları yeniden planlamak gerekiyor. Henüz bu tedbirleri göremiyoruz. Türkiye’nin acilen döviz akışı da sağlaması gerekiyor. Bu konularda henüz atılmış bir adım yok gibi.

Bu arada emeklilere yapılacak yüzde 25 zammın EYT’lilerin yanı sıra en düşük emekli maaşı alanlara da uygulanmayacağı ortaya çıktı. Aylardır 10 bin lira civarında bir maaş almanın hayalini kuran emekliler, 7 bin 500 TL almaya devam edecekmiş.

Ne diyelim, “Milli” makyajlı zamlarımız hayırlı olsun. “Türkiye Yüzyılı” kutlamalarında yedik içtik, şimdi fatura ödeme zamanı.