Ayrışmadan Anmak, İnsan Kalarak Yaşamayı Bilmiyor muyuz?

Alper Tunga Akkuş

Alper Tunga Akkuş

Tüm Yazıları

Bazı olaylar vardır ki, toplumu sadece sarsmakla kalmaz; aynı zamanda böler, ötekileştirir, hatta bazen insanlığımızı sorgulatacak tepkilere sebep olur.

Oysa bu coğrafya, acıyı paylaşmayı, yasın rengini ayrıştırmadan birlikte taşımayı en iyi bilen medeniyetlerin mirascısıdır.

Bu anlayışla yaklaşmamız gereken önemli günlerden biri, 31 Mart’tır. Görev başında hain teröristlerce şehit edilen Cumhuriyet Savcımız Mehmet Selim Kiraz'ın yıldönümü. Adaletin temsilcisi olan bir savcının, makam odasında terörle susturulması hepimiz için utancın ve üzüntünün ortak adı olmalıydı.

Ama olmadı.

Sosyal medya, yine kendi kutuplarına bölündü. Kimileri bu şehidi "resmi ideolojinin adamı" diye yaftaladı, kimileri sessiz kaldı.

Oysa Mehmet Selim Kiraz, görevini yaparken can verdi. Gözüyle bile adalet dağıtan bir devlet adamıydı. 1969 Elazığ doğumluydu, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunuydu. Savcılık mesleğinde yıllarca dürüstlüğüyle, mütevazılığıyla ve görev ahlakıyla tanınmıştı. Terörün hedefi, aslında sadece onun şahsı değil; Türkiye'de hukukun ve devletin onuruydu.

Benzer bir kırılma noktası da Gazze'de yaşanıyor.

Yıllardır çocukların, annelerin, sivillerin ölüm haberleri geliyor. Her patlama sonrası enkazdan çıkarılan minik bedenler, savaşın değil, vicdansızlığın fotoğrafı oluyor. Ve bu masumların kaybını andığınızda dahi birilerinin sizi "terörörü savunmakla" suçlaması mümkün olabiliyor. Halbuki bir çocuğun feryadını duymak, bir annenin yıkılışına sessiz kalmamak, siyasetin ya da gündelik politikanın değil, insanlığın özü olmalı.

Gazze'de yıkılan her evde sadece taşlar değil, umutlar da gömülüyor.

Bu büyük insanlık dramına karşı ise dünya, özellikle Batılı ülkeler, utanç verici bir sessizliğe gömülmüş durumda. En çok insan hakları söylemleriyle öne çıkan Amerika Birleşik Devletleri başta olmak üzere birçok ülke, bu vahşet karşısında ya sessiz kaldı ya da çifte standartlı açıklamalarla adaleti örttü.

Sivillerin hedef alındığı bir ortamda hâlâ "meşru müdafaa" diyebilen ülkeler, kendi ahlaki zeminlerini de hızla kaybediyor. Bu suskunluk, sadece siyasi değil; ahlaki bir çöküşün de göstergesidir. Binlerce insan temel ihtiyaçlardan mahrum, dünyanın gözü önünde yaşamla ölüm arasında sıkışmış durumda.

Bu tablo karşısında susmak, tarafsızlık değil; hissizleşmektir.

Acıya ortak olabilme erdemi, bugün yine sınandı. Ülkemizin sevilen sanatçısı Volkan Konak'ın vefat haberini aldık. Hemen arkasından sosyal medyada bazı çevrelerden gelen "gebermiş", "Müslüman değildi" gibi yorumlar ise acının bile ayrıştırıldığını gösterdi.

Oysa Konak, yıllarca öğrencilere burs vermiş, müziğiyle, duyarlılığıyla, toplumun farklı kesimlerine dokunmuş bir sanatçıydı. Elbette onun da bir siyasi görüşü, hayata dair duruşu vardı; tıpkı bu ülkenin her bireyi gibi. Ancak farklı düşünceleri barındırabilmek, onları linç etmeden, kutuplaştırmadan kabul edebilmek; gerçek demokrasi ve toplumsal olgunluğun göstergesidir. Kendi web sitesinde yazdığına göre 63 öğrenciye burs veriyor, "Bu çocuklar bizim çocuklarımız, babası olamam ama ağabeyleri olabilirim" diyordu.

Eminim, onu ağır ifadelerle yaftalayan bazı kişilerden çok çok daha fazla katkı sunmuştur bu ülkenin geleceğine.

Tarihimizde bunun gibi nice örnekler var.

6 Şubat 2023 depremlerinde, binlerce insanımızı kaybettik.

Şehirler yıkıldı, aileler dağıldı, hayatlar yarım kaldı. Ama o büyük felaketin ardından devletin tüm kurumlarıyla sahada oluşu, milyonların yardım seferberliği başlatması da insanımızın birlik duygusunu yeniden ortaya koydu. Bugün o yıkılan şehirlerde yeni konutlar yükseliyor, birçok aile yeni evlerine kavuşuyor. Elbette her şey eskisi gibi olmayacak, ama kim taşın üstüne taş koyuyorsa, kim bir çocuğun başını sokacak sıcak bir yuva için emek veriyorsa; ona teşekkür etmek, takdir etmek hepimizin görevidir. Burada yapılan bir evi görmek, bir iyileşmeye şahit olmak, beni herhangi bir partili yapmaz; sadece yapılan doğruya hakkını teslim etmek gerekir. Siyaset üstü bir insanlık refleksiyle, kim taşın üstüne taş koyuyorsa onu takdir etmek, bizleri küçültmez; aksine büyütür. Birlik olup yaraları sarmamız gereken o günlerde bile, yardıma gidenler siyasi görüşüyle yargılandı, destek veren sanatçılar hedef alındı. Oysa enkaz altında kalan birinin kimin elini tuttuğu değil, el uzatılıp uzatılmadığı önemliydi.

Acının, afetzedenin, yardımın rengi olmaz.

İyi insanların ardından ayrım yapmadan dua edebilmek, adaletin arkasında kim olduğuna bakmadan durabilmek, yardım edenin elini siyasi etiketine bakmadan sıkabilmek...

Bunlar insan olmanın ilkeleri.

Sokrates der ki: “İnsanı insan yapan en büyük erdem, acıyı paylaşabilmektir.” Mevlana ise yüzyıllar önce şöyle seslenir: “Aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguyu paylaşanlar anlaşabilir.”

Ve elbette, yüce Kitabımız Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulur:

“Ey iman edenler! Bir topluma olan kininiz, sizi adaletsizliğe sevk etmesin. Adaletli olun. Bu, takvaya daha yakındır.” (Maide Suresi, 8)

Bu sözler arasında, bu toprakları yeniden şifalandıracak bir vicdan hattı vardır.

O hatta sarılmalıyız.

Henüz bu içeriğe yorum yapılmamış.
İlk yorum yapan olmak ister misiniz?
Yorum yapmak için tıklayınız