Bu yazıya nereden başlayacağıma karar vermekte zorlandım. Sonra, TELE 1 genel yayın yönetmeni Merdan Yanardağ’ın çoğu fikrine katılmadığımı, kendisini takip etmediğimi, zaman zaman gündem olan çıkışlarını ciddiye almadığımı, hatta Türkiye’de toplumsal barışın sağlanmasına yönelik çabalara zarar veren figürlerden biri olarak gördüğümü, yönettiği televizyonun da toplumsal kutuplaşmayı derinleştiren bir yayın politikasına sahip olduğunu ifade ederek başlayıp, fikirlerine katılmasam da bir gazetecinin “kaçma ve saklanma” gibi inanılmaz bir gerekçeyle tutuklanmasına itiraz ederek devam etmeye karar verdim.
Gazetecilere yönelik tutuklama uygulaması, düşüncelerin gücünün kabul edilmesiyle ilgili bir ironi yaratır. Yanardağ’ı tutuklayarak düşüncelerinin çok güçlü olduğunu ve dile getirilmesinin de çok büyük bir etkisi olacağını kabul ediyorsunuz. İnsanlara aslında sahip olmadıkları güçleri vehmetmek sizi güçlü göstermez, zayıf gösterir.
Aynı şey Yanardağ’ın hakkında “çok kitap okudu, filozof oldu” dediği Abdullah Öcalan için de geçerli. Bir televizyon ekranında, Öcalan’ın adının anılmasının bile ülkeye zarar vereceğini sanmak güç göstergesi değildir. Öcalan’a büyük bir güç vehmetmektir. Sempatizanlarının gözünde Öcalan’ı büyütmektir.