Dr. Hikmet Erbıyık

Dr. Hikmet Erbıyık

Bayram düşünceleri

Dini Bayramlar’ın ikincisi olan ve Rıza-i İlahi’yi arzulayarak Cenab-ı Hakk’’a şükrümüzün ifadesi için İslam Coğrafyası’nın her köşesinde topluca ifa edilen kurban kesim ibadetleri ile feyizlere mazhar olduğumuz dört gün sürecek Kurban Bayramı’nızı tebrik eder, sağlık afiyet huzur ve sükûn ile ibadet ve taât ile ihya ve idrak etmemizi nasip eyleyen yüce Mevlâ’ya şükür ve minnetimizi biz de klâsik hale gelen BAYRAM DÜŞÜNCELERİ kasidemizle arz ederiz: BAYRAM DÜŞÜNCELERİ Bayram arınmak demek; tüm süfli duygulardan Uyanmak intibahla; yalancı uykulardan..

Hasete tehevvüre kine , öfkeye veda Elleri göğe doğru safi kalb ile nida..

Bayram sevindirmek tir; hısımı akrabâyı Yetimi biçareyi kimsesiz gurebâyı..

Yazının Devamı

Vakfe-i Arafat

Misali şu manzara bu gün sanki mahşerin Vakfe-i Arafat’tan yükselen tekbirlerin.. Lebbeyke lebbeyk söyler Meydan-ı Arafat’ta Haşrolan ecsâd gibi binlercesi beşerin..

İnsan fâni cihanda doğar yaşar ve ölür Haşrin bir nümûnesi Arafat’ta görülür.. İnsan Rabbi’ne döner terk eder masivayı Bırakır gerisinde arzuları hevâyı..

Bir ömrü gölgeleyen sûri hayâller solar Gönül hazinesine en ulvî hisler dolar Hakk’ı dillendirmeyen duygulardan geçilir İnsan silkinir titrer kul olduğunu bilir

Yazının Devamı

Ahde vefa

AHDE VEFA-Sözünde durmak, sözüne sadık olmak, kendinden bekleneni zamanında tam olarak yerine getirmek anlamlarında olan ve Ayet-i Kerime ve Hadis-i Şeriflerle önemi pek çok defa vurgulanan ‘Ahde Vefa’ tabiri üzerinde aşağıdaki ibretli kıssayı okuduktan sonra yazının bitiminde bu konudaki duygularımızı şiirin dilinden ayrıca dinleyelim: Değerli dostlarım, ibretli ve hikmetli bir hikayeyi paylaşayım bugün sizlerle.. İlgiyle okuyacağınızı umuyorum.. İslam Halifesi Hz.Ömer arkadaşlarıyla sohbet ederken, huzura, hışımla ve heyecanlı bir biçimde üç genç girer.. Gençlerden ikisi derler ki; Ey Halife-i Mü’minin, bu aramızdaki kişi bizim babamızı öldürdü.. Allah için ne gerekiyorsa yerine getir!.. Bu söz üzerine Hz. Ömer suçlanan gence dönerek sorar; Söyledikleri doğru mu?.. Suçlanan genç cevap verir; Evet doğru.. Bu söz üzerine Hz Ömer yeniden sorar; anlat bakalım nasıl oldu?.. Genç adam anlatmaya başlar,, Ben, bulunduğum kasabada hali vakti yerinde olan bir insanım.. Ailemle beraber gezmeye çıktık.. Kader bizi bu kişilerin bulunduğu yere getirdi.. Atım bu kişilerin bahçesinden meyve kopardı ve ben ne yaptıysam atımın meyveleri yemesine engel olamadım.. Bu kişilerin babası içerden kızgın bir biçimde çıktı.. Atıma bir taş attı.. Atım oracıkta öldü.. Bu durum nefsime ağır geldi.. Ben de bir taş attım.. Bu defa babaları öldü.. Kaçmak istedim, fakat bu kişiler beni yakaladı.. Durum bundan ibarettir.. Söyleyecek bir şey yok, der Hz. Ömer ve ardından ekler; “madem suçunu da kabul ettin, bu suçun cezası idam!.. Bu sözden sonra delikanlı tekrar söz ister ve başlar yine konuşmaya.. Efendim, bir özrüm var.. Ben memleketinde zengin bir insanım.. Babam, ölmeden önce bana epeyce altın bıraktı.. Gelirken kardeşim küçük olduğu için saklamak zorunda kaldım.. Şimdi siz bu cezayı infaz ederseniz yetimin hakkını zayi ettiğiniz için Allah(cc) indinde sorumlu olursunuz.. Bana üç gün izin veriniz.. Ben emaneti kardeşime teslim eder gelirim.. Bu üç gün içinde de burada yerime birini bulurum.. Hz. Ömer bir müddet düşünür.. Sonra da gence dönerek; “sen bu topluluğa yabancı birisin, yerine kalacak kimi bulabilirsin ki” der!.. Bu sözün üzerine genç adam etrafına bir göz atar ve birini işaret eder.. Bu zat benim yerime kalır, ey Halife-i Mü’minin” der!.. Gencin işaret ettiği zat, Peygamber Efendimiz’in(sav) en iyi arkadaşlarından ve daha yaşarken cennetle müjdelediği Amr İbni As’dır.. Hz. Ömer, Amr’a dönerek; “Ey Amr.. Delikanlıyı duydun!.. Ne diyorsun” diye sorar!.. O yüce sahabe, sadece üç kelimeyle cevap verir; Evet, ben kefilim!.. Ardından genç adam serbest bırakılır.. Üçüncü günün sonu gelmek üzeredir.. Bir başka deyişle vakit dolmaktadır.. Ancak gençten haber yoktur.. Medine’nin ileri gelenleri Hz. Ömer’e çıkarak, gencin gelmeyeceği, dolayısıyla Amr İbni As’a verilecek idam yerine maktulün diyetini vermeyi teklif ederler, fakat gençler razı olmazlar.. Hayır, babamızın kanı yerde kalsın istemiyoruz, derler.. Bunun üzerine Hz. Ömer kendinden beklenen cevabı verir.. Kefil babam da olsa fark etmez!.. Cezayı infaz ederim!.. Hz. Amr İbni As ise tam bir teslimiyet içerisinde konuşur; Ey Halife, biz de sözümüzün arkasındayız.. Ölmeye hazırız!.. Bu arada kalabalıkta ani bir dalgalanma olur ve atını dört nal koşturan birisi insanların arasına dalar.. Atını durdurur.. Ve kemal-i edeple Hz. Ömer’in huzuruna çıkar.. Vakur bir ifadeyle; İşte geldim ey Mü’minlerin Emiri, der!.. Hz. Ömer gence sorar; ey evladım, gelmeme gibi önemli bir nedenin vardı, neden geldin?.. Genç başını kaldırır ve (günümüz insan için belki pek de önemli olmayan) şu anlamlı sözü söyler.. “AHDE VEFASIZLIK ETTİ” demeyesiniz diye geldim!.. Adalet timsali Hz. Ömer başını bu defa Amr İbni As’a çevirir ve der ki; Ey Amr!.. Sen bu genç adamı tanımıyorsun, nasıl oldu da onun yerine kefil oldun?.. Amr İbni As, vakariyet içinde ve izzetli bir biçimde ve de herkesin tüylerini diken diken eden o meşhur cevabını verir; “Genç adam bu kadar insanın içerisinden beni seçti.. İNSANLIK ÖLDÜ dedirtmemek için kabul ettim!..” Konuşma sırası bu defa diğer gençlere gelir.. Gençler gözyaşları içinde, “biz bu davadan vazgeçiyoruz” derler.. Bu sözün üzerine Hz Ömer sorar; biraz evvel babamızın kanı yerde kalmasın diyordunuz, ne oldu da vazgeçiyorsunuz?.. Gençlerin cevabı da düşündürücüdür: “ŞU DÜNYADA MERHAMETLİ İNSAN KALMADI” demeyesiniz diye!.. Evet kıymetli okuyucularım.. Bu kıssadan alınacak pek çok hisse var.. Tabii anlayabilene ve alabilene.. Bugün kendimizi o gencin, o gençlerin ve büyük Sahabe Amr İbni As’ın yerine koyalım.. Ve kendi kendimize soralım; “acaba biz bu vefayı, bu hamiyetli duruşu ve bu erdemi gösterebilir miyiz?..” Çok zor.. Hatta imkansız!.. Niye imkansız?.. Hz.Ömer gibi adalet timsali idarecilerin olmadığı bir dünyada yaşıyoruz da ondan imkansız!.. (1)

Sami Özay-İşte Hayatımız- 21.06.2015

Ahde vefa konusundaki duygularımızı bir de şiirin dilinden dinleyelim: A H D E V E F A Ey oğul mahfûz eyle uhdende emâneti Sakınıp kesb eyleme nefsinle hıyâneti.. Dâim sadakatla kal ahdinde beyânına Udûl etme sözünden nefs-i nadân rağmına.

Yazının Devamı

Ezan-I Muhammedi

Ezan-I Muhammedi-Sözlükte “bildirmek, duyurmak, çağrıda bulunmak, ilân etmek” mânasında bir masdar olan ezan kelimesi terim olarak farz namazların vaktinin geldiğini, nasla belirlenen sözlerle ve özel şekilde müminlere duyurmayı ifade eder. Aynı kökten gelen müezzin “ezan okuyan kimse”, mi’zene de “ezan okunan yer” (minare) demektir. Ezan kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de bir yerde “bildiri, ilâm” mânasında geçerken (et-Tevbe 9/3) terim anlamında ezana nidâ kökünün türevleriyle iki âyette (el-Mâide 5/58; el-Cum‘a 62/9) işaret edilmiştir. Ezan sözlük anlamında ve çeşitli fiil kalıplarıyla yedi âyette (meselâ bk. el-Bakara 2/279; el-A‘râf 7/167; el-Hac 22/27), müezzin de yine bu çerçevede “çağrıcı, tellâl” mânasında iki âyette (el-A‘râf 7/44; Yûsuf 12/70) yer almaktadır. Hadislerde ise ezan kelimesi terim anlamında hem isim olarak hem de çeşitli fiil kalıplarıyla sıkça geçmektedir (bk. Wensinck, el-Muʿcem, “eẕn” md.; a.mlf., Miftâḥu künûzi’s-sünne, “eẕân” md.).

Namaz Mekke döneminde farz kılındığı halde Hz. Peygamber’in Medine’ye gidişine kadar namaz vakitlerini bildirmek için bir yol düşünülmemişti. Medine döneminde ise müslümanlar başlangıçta zaman zaman bir araya toplanıp namaz vakitlerini gözetirlerdi.

Bir süre namaz vakitlerinde sokaklarda “es-salâh es-salâh” (namaza namaza!) diye çağrıda bulunulduysa da bu yeterli olmuyordu. Namaz vaktinin geldiğini haber vermek üzere bir işarete ihtiyaç duyulduğu âşikârdı. Bunun için nâkūs (hıristiyanlarca şimdiki çan yerine kullanılan, üzerine bir çomakla vurularak ses çıkarılan tahta parçası) çalınması, boru öttürülmesi, ateş yakılması veya bayrak dikilmesi şeklinde çeşitli tekliflerde bulunulduysa da nâkūs hıristiyanların, boru yahudilerin, ateş Mecûsîler’in âdeti olduğu için Resûlullah tarafından kabul edilmedi.

Yazının Devamı

Onu söyler dereler ve nehirler

Bir pınar fışkırır derinlerden. ‘’Ben bir nehir olacağım der’’ kendi diliyle. Yahut toprağa düşen bir tohum gibi dua eder büyümek için. Ve tıpkı taşı, toprağı yaran bir tohum gibi, önündeki engelleri aşarak, kendisine yollar yaparak ilerler pınarın incecik suyu.

Akar, fakat nereye aktığını, nereye gittiğini bilemez. Aldığı emrin şevkiyle, coşkusuyla akar sadece. Sonra başka pınarlarla buluşur. Önce ince ince akar dereler. Sonra coşarlar ve büyürler. Büyürler ve coşarlar. Coştukça güzelleşirler.

Ve kan damarları gibi sararlar yeryüzünü. Onlardan her biri gökteki bulutlar gibi koşar muhtaçların imdadına. Yer ve Gökler Rabbi’nin rahmetini müjdeler susamış nefislere.

Yazının Devamı

Istanbul’un Fethi - Fetih Kasidesi

ISTANBUL, 6 Nisan 1453'te başlayan kuşatma süresince yapılan bütün hücumlara rağmen düşmemişti. Şehir düşmemişti ama dört burç yıkılmış, birçok tabya yerle bir edilmiş ve surların büyük bir bölümü de harabe olmuştu. Surların önemli bir kısmı fıçı, çuval gibi malzemelerle doldurulmuştu. Geceyi gündüze çeviren top ateşleri sürekli devam ediyordu. Şehrin yiyecek teminini tamamen kesilmişti. Galata tarafındaki toplar Haliç'teki gemilere ateş açarak, panik yaratıyorlardı.

24 Mayıs'ta karadan ve denizden aynı anda yapılacak son hücumun tarihi olarak 29 Mayıs'ta belirlendi. Ancak İtalya'dan bir donanma ve Macaristan'dan bir ordunun İstanbul'a yardıma geldiği dedikodusu Osmanlı ordugâhında yayıldı. Yapılan toplantıda Veziriazam Çandarlı Halil Paşa ve onunla hareket eden birkaç vezir kuşatmayı kaldırıp, Bizans'ı vergiye bağlama fikrini ileri sürdü. Ancak Zağanos Paşa yayılan dedikodunun boş ve kötü niyetli bir uydurma olduğunu söyledi ve sonuna kadar devam edilmesi gerektiğini söyledi. Zafer kazanılmak üzereydi. Toplantıdan kuşatmaya devam kararı çıktı. II. Mehmed, şehri teslim ederse imparatora maiyeti ve hazineleriyle serbest geçiş teklif etti. Halka dokunulmayacaktı. İmparator, teslim teklifini reddedip, haraç vermek şartıyla kuşatmanın kaldırılmasını teklif etti.

BÜYÜK FETHE DOĞRU

Yazının Devamı

F E T İ H K A S İ D E S İ

(İstanbul’un Fethi’nin Hatırasına..) Müjde-i Peygamber’e mazhâr olan komutan Şanlı askeri gibi kendisi de kutlu hân.. Uzun bir zaman geçti, ta ilk muhasara’dan Eyyüp Sultan’ı andık; o saadet asrından..

İslam’ın teâlisi o fethe idealdi Uğruna başkonulan gazâ ve istiklâldi.. Bu azm ile kuruldu Otağ-ı Hümayûn’u Ehl-i sâlip gazâda tattı müthiş bozgunu.

Sultân’ı izlediler beyaz atın üstünde Muhâsara başladı böyle mübarek günde. Orduyu tanzim etti o gün saf saf ve kol kol Elli üç gün sürecek bu çetin dehşetli yol..

Yazının Devamı

Kanaat-bir testi su

Çöl ortasında fakir bir bedevî, çadırında hanımıyla oturuyordu. Bir gece hanımı: “–Bütün yoksulluğu, cefâyı biz çekiyoruz. Herkesin ömrü bollukla geçiyor. Sadece biz fakiriz. Ekmeğimiz yok, katığımız üzüntü, suyumuz gözyaşı. Gündüzün elbisemiz Güneş, geceleyin döşek ve yorganımız Ay ışığı. Açlığımızdan dolunayı okkalık ekmek sanarak, gökyüzüne saldırıyoruz. Yoksulluktan dolayı havada uçan sineğin damarının kanını emmedeyiz. Bizim hâlimiz ne olacak böyle?” diye dert yandı.

Bedevî şöyle cevap verdi: “–Be kadın, daha ne zamana dek dünyâ malını arayıp duracaksın? Şu dünyâda ne kadar ömrümüz kaldı? Akıllı kişi rızkın azına çoğuna bakmaz. Çünkü ikisi de gelip geçicidir, sel gibi akıp gider. Bilesin ki, gönüllerimizdeki dünyâ keder ve gamları, hep bizim varlığımızın ihtiras tozundan, hırs bataklığından meydana gelmektedir. Allâh’ın mülkünde yaşıyoruz. O’nun verdiği rızıklarla merzûkuz. Kanaatten daha güzel bir zenginlik olabilir mi? Bu böyle, şu şöyle demek, şeytanın içimize düşürdüğü kuruntu ve vesveselerden başka şeyler değildir.

Ey hanım! Bolluğa alışmak kadar kötü bir şey yoktur. Çünkü alışılmış şeylerden firâk, çok güç olur. Bedenine tapan, yâni nefsinin her arzusunu yerine getiren kimsenin canı tatlılaşır, günü geldiğinde teslim ederken çok zorluk çeker. Sen bunu idrâk et de, başıma gelecek olanı zorlaştırma!

Yazının Devamı

Aile

AİLE: Pek çok kaynakta aile, akrabalık ilişkisiyle birbirlerine bağlanan kişilerin bir araya getirdiği topluluk olarak tanımlanmıştır. Aileyi teşkil eden fertler devirlere, bölgelere, sosyal ve iktisadi yapıya göre değişmektedir. Geniş aile, bir aile reisinin başkanlığında eş, çocuk, torun, gelin, damat, amca, dayı, hala ve teyzelerden oluşmaktadır. Ailenin ataerkil veya anaerkil oluşuna göre onu meydana getiren fertler de değişmektedir.

Dar veya çekirdek aile ise bir karı koca ile çocuklardan meydana gelmektedir. Ailedeki hakimiyetin baba veya annede oluşuna göre aileler ikiye ayrılmaktadır. Baba hakimiyetine dayanan, onun çocuk ve yakınlarını içine alan aileye ataerkil (pederşahi

-patriarcal), anne hakimiyetine dayanan, onun çocuk ve yakınlarının teşkil ettiği aileye de anaerkil ( maderşahi- matriarcal) aile denir.

Yazının Devamı

Merhamet

Sözlükte “acımak, şefkat göstermek” anlamında masdar, “acıma duygusu, bu duygunun etkisiyle yapılan iyilik, lutuf” anlamında isim olarak kullanılan merhamet ve aynı mânadaki rahmet kelimeleri öncelikle Allah’ın bütün yaratılmışlara yönelik lutuf ve ihsanlarını ifade etmekte, bunun yanında insanlarda bulunan, onları hemcinslerinin ve diğer canlıların sıkıntıları karşısında duyarlı olmaya ve yardım etmeye sevkeden acıma duygusunu belirtmektedir. İslâmî kaynaklarda merhamet kavramı genellikle rahmet kelimesiyle ifade edilir. Ancak Türkçe’de merhamet hem Allah’a hem insanlara, rahmet ise özellikle Allah’a nisbet edilerek kullanılır.

Kaynaklarda Allah’ın rahmân ve rahîm isimleri açıklanırken evrendeki bütün oluşlar gibi insanlardaki merhamet duygusunun da Allah’ın insanlığa lutfu olduğu belirtilir (meselâ bk. Fahreddin er-Râzî, Mefâtîḥu’l-ġayb, I, 166-171; Levâmiʿu’l-beyyinât, s. 119).

Gazzâlî bir kimseye gerçek anlamda merhametli denilebilmesi, dolayısıyla acıma duygusunun ahlâkî bir değer taşıması için onun acıdığı kişinin ihtiyacını gücü ölçüsünde karşılaması, bunu da hür iradesiyle yapması gerektiğini belirtir (el-Maḳṣadü’l-esnâ, s. 38).

Yazının Devamı

Konuşma sanatı

Hayvanlar koklaşarak insanlar konuşarak anlaşırlar, derler. Dikkat edilirse konuşmak konu kelimesi ile beraberlik anlamını veren ‘’Ş’’ harfinden bir araya gelmiştir. Yani bu, konuların beraberce ele alınması demektir ki, söylemekten derhal ayrılmaktadır.

Molier’in ‘’bizi anlamışlarsa bu iyi konuştuğumuzun bir delilidir’’ sözü de konuşmanın karşı tarafla olan bu beraberlik ilgisini çok güzel açıklar.

Bu konuda biraz dikkat edersek, tarihe mal olmuş iz bırakmış bütün büyük adamların iyi birer konuşmacı oldukları ve gereken en uygun yerde en uygun sözleri söyleyebilmiş oldukları görülür.

Yazının Devamı

Beklemek sanatı

Ünlü Alman şairi Schiller der ki, ‘’Dünya ihtiyarlar, sonra gene gençleşir, insan daima daha iyiyi ümit eder ve bekler’’.

İnsan hayatı devamlı bir beklemedir, bize daima daha iyiyi ümit ettiren bir bekleme. Çocukken genç olmamızı bekleriz. Akşam olur ertesi günü bekleriz. Hasta oluruz, iyi olmayı bekleriz. Canımız sıkılır, mutsuzluk içindeyiz, gelecek mutlu günleri bekleriz. Kış soğuk geçer, ilkbaharı bekleriz. Yaz kurak olur, yağmuru sonbaharı bekleriz.

Sevdiğimiz birinin gelmesini bekleriz, aynı zamanda sevmediğimiz birinin de gitmesini.

Yazının Devamı

Ramazan Bayramı

Etimolojisi. Müellif: SARGON ERDEM

Kâşgarlı Mahmud’un tesbitine göre kelimenin aslı Farsça beẕrem/beẕrâm (بذرام/بذرم) olup “sevinç ve eğlence günü” demektir ve beyrem/bayram telaffuzu Oğuzlar’a aittir (Dîvânü lugāti’t-Türk Tercümesi, I, 263, 484; III, 176). Steingass’ın sözlüğüne beẕrâm imlâsıyla aldığı ve “çok neşeli yer” şeklinde açıkladığı (Dictionary, s. 166), Doerfer’in ise Farsça’ya Eski Türkçe’den geçtiğini söylediği (TMEN, II, 384-385) kelimenin etimolojisi yapılamamış, hangi dilden geldiği ve tam anlamı bulunamamıştır. Ancak Farsça’da her zaman görülebilen ẕ/z (ز/ذ) değişimi (bk. Steingass, s. 556) göz önünde tutulduğunda kelimenin aslının Farsça olması ve beẕ(m)râm şeklinde tahlil edilmesi muhtemel görünmektedir. Bu takdirde beẕrâmın, beẕm (بذم) “yiyip içme, konuşup eğlenme meclisi” kelimesinin m sesi düşmüş şekli olan bez (بز; Şükûn, I, 323) ile “hoş ve sevinçli” anlamını taşıyan râm (را م; Steingass, s. 564; Şükûn, II, 987) kelimesinin birleştirilmesi sonucu elde edilmiş, “neşeyle konuşup eğlenme, yiyip içme meclisi” anlamında bir birleşik isim olduğu kabul edilebilir…….Bayram kelimesinin Arapça’sı, sözlüklerde “âdet halini alan sevinç ve keder; bir araya toplanma günü” anlamlarıyla karşılanan îddir (el-ʿıyd/العيد).

İslâmî dönem. Müellif:İBRAHİM BAYRAKTAR

Yazının Devamı

Leylet-ül Kadir

Kur’ân-ı Kerîm’in indirildiği mübarek gece.

Müellif: M. SAİT ÖZERVARLI

Sözlükte kadir (kadr) kelimesi “hüküm, şeref, güç, yücelik” gibi anlamlara gelir. Dinî literatürde ise “leyletü’l-Kadr” şeklinde Kur’ân-ı Kerîm’in indirildiği gecenin adı olarak kullanılır. Aynı adı taşıyan 97. sûre bu gecenin fazileti hakkında nâzil olmuştur. Sûrede Kur’an’ın Kadir gecesinde indirildiği ve sözü edilen gecenin bin aydan daha hayırlı olduğu belirtilir. Müfessirler hayırlı olanın bu gecede yapılan amel olduğunu, bin ayın ise içinde Kadir gecesinin bulunmadığı bir süreyi ifade ettiğini belirtirler (Taberî, XV, 339). Ancak genel bir rakam konumunda bulunması ve ism-i tafdîlden sonra gelmesi dikkate alınarak bu sayının çokluktan kinaye olabileceğini söylemek de mümkündür (Mâtürîdî, vr. 895b; Mevdûdî, VII, 187). Kur’ân-ı Kerîm’in başka âyetlerinde de bin ve elli bin yıla tekabül eden “gün” kavramı kullanılmaktadır (es-Secde 32/5; el-Meâric 70/4).

Yazının Devamı

Nisan yağmuru- Ma-ü Nisan

Birçok kültürler için yüzyıllardır süre gelen ortak görüşe göre Nisan ayında yağan yağmurun zirai mahsulat için bolluk ve bereket kaynağı olduğu ekinlerin en verimli şekilde büyüyüp boy atmasına sebep olduğu toplumda her kesim tarafından kabul görmektedir.

Her ne kadar zâhir manada yağmurun, yeryüzü sularının buharlaşarak semada su buharı şeklinde toplanan bulutların yoğunlaşıp soğuması sebebiyle meydana geldiğini biliyorsak da, bu, gözümüz önünde defalarca gerçekleşen bir yaratılış mu’cizesinden başka bir şey değildir. Yaratılış esnasında havada ve yeryüzünde bulunan birçok mineralle kudret-i Fatıra tarafından zenginleştirilip hayatî ihtiyacımıza imdat olarak gönderiliyor. (1)

Bu konu ile ilgili âyetler Kur’ân’da şöyle yer alır:

Yazının Devamı

Tenkitten Kaçınmak Settar-Örtücü Olmak

Allah’ın (CC) 99 ism-i şerifi Esmaül Hüsna olan El-Settar, Kullarının günah ve ayıplarını, hatalarını örten, gizleyen ve bağışlayan, açığa çıkarmayan Ya Settar İsminin Anlamı : Kainattaki çirkinlikleri, ayıp ve günahları ve utandıracak halleri devamlı örten ve varlıklara utanma duygusu veren, ayıpları çokça örten demektir. Ya Settar esması ebced değeri ve zikir sayısı : 1061

Ya Settar Arapça Yazılışı: سَتَّارَ

“Kim bir Müslüman’ın ayıbını örter, kusurunu bağışlarsa Allah da onun kusurlarını örter ve bağışlar.” (Buhârî, “Mezâlim”, 3; Müslim, “Zikr”, 38.) (1)

Yazının Devamı

Tevâzu ve Tolerans

TEVÂZU: Sözlükte “kendi itibar ve derecesini düşük görmek, birine boyun eğmek” anlamındaki vaz‘ kökünden türeyen tevâzu‘ (Lisânü’l-ʿArab, “vażʿ” md.; Tâcü’l-ʿarûs, “vażʿ” md.) kibrin karşıtı olup kişinin başkalarını aşağılayıcı duygu ve davranışlardan kendini arındırmasını ifade eder. Türkçe’de alçak gönüllülük sözüyle karşılanmaktadır. Râgıb el-İsfahânî tevazuun “aşağılık, itibarsızlık, onursuzluk” anlamındaki da‘at (ضعت) kökünden geldiğini ve “insanın lâyık olduğundan daha düşük bir dereceye razı olması” mânasına geldiğini belirtir (eẕ-Ẕerîʿa ilâ mekârimi’ş-şerîʿa, s. 299). Tehânevî tevazuu “aza razı olma ve halkın yükünü çekme” diye tanımlar (Keşşâf, II, 1488). Kaynaklarda tevazu ile aynı veya yakın anlamda tezellül ve huşû‘ kelimeleri de geçmekte (meselâ bk. Kuşeyrî, I, 380-381), sözlüklerde tevazu bu kavramlarla da açıklanmaktadır (Tâcü’l-ʿarûs, “vażʿ” md.; Kāmus Tercümesi, “vaz‘” md.). Ancak Râgıb el-İsfahânî’ye göre tevazu ile huşû arasında fark vardır. Tevazu hem ahlâkî melekeler hem açık ve gizli fiiller için, huşû ise özellikle organların hareketleri için kullanılır, kalpteki tevazu organlara huşû olarak yansır. Tasavvuf ehli huşûu kalbin bir hali olarak görür. Cüneyd-i Bağdâdî huşûu “kalplerin, gizlilikleri bilen Allah karşısındaki tevazuu” diye tanımlamıştır (Kuşeyrî, I, 381).

İyi toplumun niteliklerini anlatan bir âyetteki (el-Mâide 5/54) “ezille” kelimesinin tevazu anlamına geldiği belirtilmiş (Râzî, XII, 24; Şevkânî, II, 69), ana babaya karşı ödevlerin yer aldığı diğer bir âyette (el-İsrâ 17/24) “cenâha’z-zül” tabiri tevazuda mübalağa (Râzî, XX, 190) ve tevazudan kinaye (Şevkânî, III, 247-248) şeklinde yorumlanmıştır.

Bazı âlimler, Allah’ın değerli kullarının yürüme biçimini anlatan âyette yer alan “hevnen” kelimesine (el-Furkān 25/63) “tevazu ile” mânası vermiştir (Taberî, IX, 408; Kuşeyrî, I, 428; Râzî, XXIV, 107). Diğer bir âyetteki “muhbitîn”i (el-Hac 22/34) bazı müfessirler “tevazu gösterenler” diye açıklamıştır (Taberî, IX, 151; Râzî, XXIII, 34; Şevkânî, III, 510). Lokmân’ın oğluna nasihatlerini içeren âyetlerde tevazuun yüksek bir ahlâkî erdem sayıldığına dikkat çekilir (Lokmân 31/18-19; kezâ bk. el-İsrâ 17/37). Ayrıca kibirlenme, övünme, böbürlenmeyi kınayan çok sayıdaki âyet tevazuun ahlâkî bir ödev olduğunu da gösterir (M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “kbr” md.). İslâm inancına göre gerçek anlamda büyüklük Allah’a mahsustur (el-Câsiye 45/37). Ulu ve büyük olan yalnız O’dur (el-Hac 22/62; Lokmân 31/30; Sebe’ 34/23). Şu halde insanın kendinde büyüklük görmesi her şeyden önce Allah’a karşı saygısızlıktır. Bu yüzden pek çok âyette büyüklük taslayanlar ağır biçimde eleştirilmiş, İblîs’in Allah katından kovuluşunun asıl sebebinin kibre kapılarak baş kaldırması olduğu bildirilmiştir (el-Bakara 2/34; Sâd 38/74). (1)

Yazının Devamı

Ramazan-ı şerifi karşılama

İhtiram ve tâzim’le Ramazan’ı karşıla Yıl’ın yorgunluğuna ne güzel bir fâsıla.. Ramazan onbir ay’ın reis’i sultanı’dır Cennet lezzetlerini tatmanın zamanıdır..

Bin türlü ihsan nimet bizlere bahş edilir İftar sofralarına sıra sıra dizilir.. Nimet’in kıymetini oruç tutanlar bilir Dergâh-ı İlahi’ye şükran’lar gönderilir..

Oruç tutan anlar ki yardım gerek muhtâc’a Mü’minler devâ olur koşar her ihtiyac’a.. Lahûti bir haz ile okunurken Kur’an’lar Şefkat ve merhamet’i anlar oruç tutanlar..

Yazının Devamı

Ramazan-I Şerif’e dair

Ramazan: Müslümanlar’a göre oruç tutmanın farz olduğu hicrî yılın dokuzuncu ayı. Önümüzdeki 23 Mart Perşembe günü itibariyle İslam dünyasındaki bütün müslümanlar’ın büyük bir hasret iştiyak ve coşku ile bekledikleri Kameri (Hicri) takvime göre 9. Ay olan Ramazan-ı Şerif’i topluca idrak edeceğiz. Bütün bu ay boyunca önce Müslümanlara İslam’ın beş şartından biri olarak farz kılınan Ramazan-ı Şerif’i başta 1 aylık oruç olmak üzere muhtelif ibadetlerle ihya etmeğe gayret edeceğiz.

Sözlükte “günün çok sıcak olması, güneşin kum ve taşları çok ısıtması, kızgın yerde yalınayak yürümekle ayakların yanması” anlamlarındaki ramad masdarından veya “güneşin güçlü ısısından çok fazla kızmış yer” mânasındaki ramdâ’ kelimesinden türeyen ramazân kamerî yılın şâbandan sonra, şevvalden önce gelen dokuzuncu ayının adıdır. “Yaz sonunda ve güz mevsiminin başlarında yağıp yeryüzünü tozdan temizleyen yağmur” anlamındaki ramadî kelimesinden ya da “kılıcı veya ok demirini inceltip keskinleştirmek için iki yalçın taş arasına koyup dövmek” anlamındaki ramd masdarından türediği de ileri sürülmüştür. …..Kaynaklarda bu aya ramazan adının niçin verildiği hakkında farklı açıklamalar yer alır. En fazla kabul gören yoruma göre bu ay rastladığı mevsim gereği çok sıcak ve yakıcı bir özelliğe sahip olduğu için bu adla anılmıştır. Kamerî takvimde yer alan “cumâdâ” ve “rebî‘” gibi ay adlarının da belirli mevsimlere ve hava şartlarına işaret etmesi bu açıklamayı destekler niteliktedir (bk. TDV CEMÂZİYELEVVEL; REBÎÜLEVVEL)…… Kur’ân-ı Kerîm’de adı geçen ve değerine vurgu yapılan yegâne ay ramazan ayıdır. Orucun farz kılındığını bildiren âyetler’in hemen ardından ramazanın insanlara doğru yolu gösteren ve hakkı bâtıldan ayıran Kur’an’ın indirildiği ay olduğu belirtilir ve bu aya ulaşanların oruç tutması emredilir (el-Bakara 2/185). Hadis kaynaklarında da Hz. Peygamber’den nakledilen, ramazan ayının fazileti, başlangıcının ve sonunun nasıl tesbit edileceği, süresi ve bu aya mahsus ibadetlerle ilgili çok sayıda rivayet yer almaktadır (Wensinck, el-Muʿcem, “rmḍ” md.).. Resûl-i Ekrem, “mübarek bir ay” olarak nitelendirdiği ramazan ayı girdiğinde cennet kapılarının açılıp cehennem kapılarının kapandığını ve şeytanların bağlandığını (Buhârî, “Ṣavm”, 5; Müslim, “Ṣıyâm”, 1, 2), inanarak ve karşılığını Allah’tan bekleyerek ramazan orucunu tutan kişinin geçmiş günahlarının bağışlanacağını (Buhârî, “Ṣavm”, 6; Müslim, “Müsâfirîn”, 175) haber vermektedir. …. Nitekim rivayetler ramazan geldiğinde Resûlullah’ın mânevî yaşantısında farkedilecek derecede bir değişiklik meydana geldiğini, bu ayda Cebrâil ile buluşup karşılıklı Kur’an okuduklarını, özellikle bu günlerde onun cömertliğinin doruk noktasına ulaştığını (Buhârî, “Ṣavm”, 7; Müslim, “Feżâʾil”, 50), ramazan ayının son on günü girdiğinde onun geceleri ihya edip ev halkını uyandırdığını ve kendisini tamamen ibadete hasrederek eşleriyle ilişkisini kestiğini (Buhârî, “Leyletü’l-Ḳadr”, 5; Müslim, “İʿtikâf”, 7, 8) bildirmektedir………. Müslümanlarca sabır, ibadet, rahmet, mağfiret ve bereket ayı olarak kabul edilen, büyük bir coşku ve heyecanla karşılanan ramazanın başlıca özellikleri şu şekilde sıralanabilir:

1. Kur’ân-ı Kerîm bu ayda indirilmeye başlanmış olup âyet ve hadislerde bin aydan daha hayırlı olduğu bildirilen (el-Kadr 97/3; Nesâî, “Ṣıyâm”, 5) Kadir gecesi de bu ayın içindedir. Bir âyette Kur’an’ın ramazan ayında, bir başka âyette mübarek bir gecede, bir diğerinde Kadir gecesinde inmeye başladığı haber verilmektedir (el-Bakara 2/185; ed-Duhân 44/1-3; el-Kadr 97/1). Kadir gecesi ramazan içinde mübarek bir gece olduğundan âyetler arasında bir çelişki yoktur.

Yazının Devamı

Tebessüm

Bütün ülkemizi derinden sarsan deprem felaketi sonrası oluşan toplumsal bir acı ve travmayı bertaraf etmek için ihtiyaç duyduğumuz erdemlerden birisi de sabır ve tevekkül sığınağı önüne çıkarak bütün acılar karşısında tebessüm etmek olacaktır.

Üzüntüye tebessüm etmek, onu küçültmektir. Dertlerinize güldükçe, ya da sıkıntılarınıza rağmen gülümsedikçe onlar biçim değiştirirler, dönüşürler. Üzüntüye karşı tebessüm, serçeye attığınız taş gibidir. Taş kuşu, tebessüm de üzüntüyü kaçırır. Tebessüm sevgi habercisidir ve dostluğa davetiyedir. Yoksa siz, asık suratlıların dostluğunu mu tercih edersiniz? Hayır böyle bir şeye inanamam ben. Kimse de inanmaz. (1)

Tebessüm ılık güneşli bir ilkbahar gününde dağdaki kar öbeklerini usul usul eriten güneşin parlak ışıkları gibidir. Eriyen kar suları bereketin ve bolluğun güzel günlerin habercisidir.

Yazının Devamı

Leylet-Ül Berat

Tevbemiz gelir dile âh edip ağlayışla El açtık niyâz ile biçâre yalvarışla Vesile kıl rahmetle şu Leylet-ül Berât’ı Affeyle günahımız Ya Rab! bizi bağışla...

Sığınır ehl-i iman duâ ve istiğfar’a Mevla’m mağfiret etsin bunca sâfi fizâr’a.. İcâb eder kıyam’la hep ilâhi dâvet’e Cümle mahzun muntazır Rabb’inden berâet’e..

Hakk’a içten sineden yakarış’ın demleri İhâta eyler rahmet bu gece âlemler’i.. Rabb’i-Rahim bağışlar her kim affa muntazır Gufran yağar semâ’dan mücrim kullara nâzır.. Rabb’imizin rahmeti vâsi’dir bi-nihâye Mevlâ’nın inayeti kula en büyük pâye..

Yazının Devamı

Dinlemek üzerine

Dinlemek; bir konuşmayı, bir sesi işitmek için kulak verme, duyma, işitme olarak tanımlanmaktadır. Dinleme; herhangi bir konu ile ilgili konuşmaları duymak, anlamak ve öğrenmek için sesler üzerinde dikkati yoğunlaştırmak demektir. Kişilerin ilişkilerinin çoğu konuşmaya ve dinlemeye dayalıdır. Dinlemek, okul, ev, iş, çarşı, pazar ve her türlü günlük hayatımızda yaptığımız bir davranış biçimidir. Bazen dinleme tek taraflı da olabilir. Örneğin bir konferansa ya da bir özel açık oturuma gittiğiniz zaman karşı tarafı dinlemek gibi. Dinlemek, konuşan kişiye karşı saygı duymaktır.

Dinlemenin önemi çok büyüktür. Bazen siz karşınızdakini dinlersiniz fakat karşınızdaki kişi siz anlatırken ya da konuşurken dinlemez bu da sizleri bir hayli üzebilir. Herkes her yerde dinlemenin ne kadar önemli olduğunu bilmek zorundadır. Bazen bunu incitmeden ve kırmadan dinlemek ile ilgili sözler kullanarak karşı tarafa anlatabilirsiniz. Bu güzel sözler karşısında onlar da sizleri dinlemeye başlayıp mutlu ve huzurlu olmayı sağlarsınız.

Dogan Cüceloğlu üstad da bir video söyleşisinde dinlemenin olmadığı yerde (okulda, evde, şirkette, toplumda…vb) sorunların başlayacağını anlatır. İnsanlar zamanla olgunlaştıkça yavaş yavaş gözüyle kulağıyla dinlemeye başlar. Dinlemeden de keyif alır hale gelirler. Bunun için de çaba sarfetmek gerekir. İletişim kurslarında yüz birimlik iletişimin en az 60 birimi dinleme 40 birimi konuşma ile oluşması tavsiye edilir.

Yazının Devamı

Ağaç ve dua

Toprağa düşen bir tohum, bir ağaç olmak için Rabb’ine niyaz eder. ‘’Ta ki, senin güzel isimlerinin nakışlarını kendi kabiliyetimce göstereyim’’ der kendi lisanıyla.

Duasının kabulüyle beraber filiz olur, yer yüzüne çıkar. Tohum ağaç olur; ama dualar bitmez. Bu defa, her bahar yeniden yeşeren binlerce elini semaya açar.

Geceler ve gündüzler boyu, durmaksızın Rabb’ini zikreder, Ona dualar sunar. Yapraklar yapraklarla, ağaçlar ağaçlarla saf olur, öylece dualar eder.

Yazının Devamı

Mİ’RAC KANDİLİ

Çok büyük bir deprem felaketinin dehşetli neticeleri ile milletçe alt üst olduğumuz şu günlerin bütün İslam Alemi’nce kutsal addedilen ‘Üç aylar’ içinde bulunması bizim için Yüce Mevla’nın rahmet ve mağfiretine sığınmak için bir fırsat olduğu hususu ile teselli bulmaktayız.

Üç aylar Hicri takvime göre 7., 8. Ve 9. Aylar olarak Recep, Şaban ve Ramazan olarak isimlendirilen mübarek aylardır.

İslam aleminin genel kabulüne göre üç aylar içinde bazı geceler Hadis-i Şerif’lerle Hz Peygamber’in de işaret buyurduğu gibi çok faziletli olarak hususan hürmet ve tazim görmüştür. Recep ayı’nın ilk Cuma akşamı (Perşembe günü akşamı) Regaip Kandili, Recep ayı’nın 27. Gecesi (26. Gece akşamı) Mirac Kandili ve Şaban ayının 14 ünü 15 ine bağlayan gece de Berat Kandili olarak hürmet ve tazim ile ihya edilmektedir.

Yazının Devamı