Acaba evlerimizde güvende miyiz?

Dr.Öğr.Üyesi Serkan Engin

Dr.Öğr.Üyesi Serkan Engin

Tüm Yazıları

Değerli okuyucularım, bu ilk köşe yazısıyla sizlerle buluşmanın mutluluğunu yaşıyorum.

Uzun yıllardan beri Kocaeli Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Bölümü’nde sürdürdüğüm öğretim üyeliği ve diğer faaliyetlerimdeki birikimlerin bir sonucu olarak sizlere elimden geldiğince bilgi aktarabilmek umuduyla bundan sonra düzenli aralıklara sizlerle birlikte olacağız.

Sizlerle bu yolla birlikte olmama vesile olan Nokta Gazetesi’nin her kademedeki yöneticilerine teşekkürü bir borç bilirim.

Tüm dünyada ve ülkemizde üniversitelerin iki misyonu üstlendiği görülmektedir.

Bunlardan ilki bilgiyi üretmek, ikincisi ise bilgiyi yaymaktır.

Bilgiyi üretmek araştırma yapmak yoluyla, bilgiyi yaymak ise temelde eğitim, özelde ise çeşitli yollarla topluma bilgi sunma şeklinde olmaktadır.

Yazılarımın bu ikinci amaca hizmet etmesini umut ediyorum.

Bu ilk yazımın, hem mesleğimin bir parçası olması hem de toplumun tamamını ilgilendirmesi açısından evlerimizin olası bir deprem sırasında nasıl davranacağı konusunda olmasının sizlere bir yol açmak ve farkındalık yaratmak amacıyla yararlı olacağını düşünüyorum.

Acaba evlerimizde güvende miyiz?

Ülkemizde, son dönemlerde sokakların güvenli olup olmadığı yönündeki tartışmalar çokça gündeme gelen konulardan birisi.

Yerel ve ulusal basına bakıldığında çok uzak olmayan aralıklarla, günün herhangi bir saatinde hiç yoktan yere saldırıya uğrayıp hayatını kaybeden veya ciddi yaralanmalara uğrayan insanlara rastlamak maalesef çok da şaşırmadığımız bir durum haline geldi.

Hal böyle olunca az ya da çok hepimiz özellikle günün sıra dışı saatlerinde hızlı adımlarla bir an evvel güvenli limanlarımız olan evlerimize ulaşmaya çalışıyoruz.

Bu açından bakıldığında hemen hemen hepimiz evimize ulaştığımızda kendimizi güvende ve huzurlu hissediyoruz.

Özellikle depremlerde yaşadığımız olaylar ve sonuçları açısından baktığımızda ise ister istemez “Acaba evlerimizde güvende miyiz?” sorusu aklımızı kurcalar hale geliyor.

Günümüz dünyasında son yıllara baktığımızda bile başta teknoloji olmak üzere her alanda baş döndürücü gelişmelerin olduğu göze çarpmaktadır.

Bu tür gelişmeler elbette depreme dayanıklı yapı tasarımı ve inşası konusunda da olanca hızıyla olagelmekte.

O zaman ister istemez hemen şu soru akıllara geliyor. Peki her yeni depremde bunca kayıp ve acıyı tekrar tekrar neden yaşıyoruz?

Bu iki durum bir çelişki gibi gelse de aslında bunun basit bir cevabı var. Bu cevap da devletimizin resmi rakamlarında saklı.

Ülkemiz demografik yapısına baktığımız da Cumhuriyetin ilk yıllarında köy nüfusu %75 kent nüfusu %25 iken günümüzde bu oran tam tersine dönmüş durumda.

Köyden kente göçün yoğun olarak yaşandığı 1960’lı yıllardan sonra kentlerdeki konut ve diğer yapı ihtiyacı o zamanın olanakları içinde karşılanmış ve o dönemde üretilen yapıların pek çoğu hala kullanılmaktadır.

Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre Türkiye geneli ikamet edilen binanın inşa yılına göre hane halkı sayısına baktığımızda genelde ülkemiz özelde ilimiz nüfusunun %50’den fazlasının 2000 yılı ve öncesinde inşa edilen yapılarda yaşadığı görülmektedir.

Acaba evlerimizde güvende miyiz? - Resim : 1

Ülkemiz deprem yönetmelikleri ve yapılaşma ile ilgili diğer mevzuata baktığımızda özellikle 1999 Kocaeli depreminin etkisi ile hazır beton kullanımının, parsel esaslı zemin etütlerinin zorunlu hale gelmesi, daha yüksek dayanıma sahip donatıların kullanılması ve günümüzdeki yaklaşıma benzer analiz yöntemlerinin kullanılmaya başlaması sebebiyle 2000’li yıllardan sonraki yapıların öncesindeki yapılara göre görece daha dayanıklı olduğu bir gerçek.

Depremlerde yaşanan hasarlara baktığımızda istatistiksel olarak hasarların oransal olarak daha çok 2000 yılı öncesinde inşa edilen eski yapılarda oluştuğu görülmektedir.

Bu durum, elbette ki eski binaların yıkılacağı, yenilerin ayakta kalacağı sonucunu doğurmamaktadır.

Oluşan yıkım ve hasarlara baktığımızda yürürlükte olan mevcut yönetmeliğe göre inşa edilmiş yapıların bile azımsanamayacak oranda yıkıma uğradığı göze çarpmaktadır.

Bu durumun sebebi de çoğu zaman inşa sırasındaki uygulama kusurları veya binanın inşasından sonra yapıda proje harici yapılan değişiklikler olmaktadır.

Peki ne yapmalı?

Depremlerde yaşanan acı tabloların yaşanmaması için öncelikle yapılması gereken iş, en elzeminden ve dayanımı kötü olanlardan başlayarak mevcut yapılarının durumlarının tespit edilerek, yapılarda gerekli iyileştirmelerin ve gerekiyor ise yenileme, dönüşüm çalışmalarının yapılmasıdır.

Elbette bunları söylemek kolay yapmak zor. Çünkü uzun dönemde oluşan bir yapı stokunun çok kısa sürede tahkim edilmesi ve dönüştürülmesi oldukça zaman ve maliyet gerektiren bir çalışma.

Biz toplum olarak duygusal bir yapıya sahibiz ve olay anında çok fazla reaksiyon gösterip aynı hızla bir sonraki benzer olaya kadar unutmayı başarabiliyoruz !!!

Ama yine de bir yerlerden başlamak gerekli. Bu konu bir bireye, bir belediyeye, bir bakanlığa havale edilip çözümlenmesini beklenebilecek bir konu değil.

Ama maalesef bizdeki süreç vatandaş çözsün, belediye çözsün, bakanlık çözsün denkleminde oradan oraya gidip gelen bir durumdan öteye geçemiyor.

Bir yol almak ve acıları tekrar tekrar yaşamak istemiyorsak el birliği ile hareket etmekten başka çaremiz de yok.

Madem en çok zararı biz vatandaşlar görüyoruz, o zaman bizleri yönetenlerden daha güvenli yapılar yapmalarını, mevcutların daha güvenli hale getirilmesini talep edelim. Elbette ki bu tek taraflı değil, bizler de idareden olmayacağı oldurmaya çalışmayıp veya geniş eski evimizin yerine yeni güvenli ama daha küçük yapılar almaya razı olalım ki daha iyi bir geleceğe yol alabilelim.

Günümüz ekonomik koşullarında bu söylediklerimi yapmanın hem vatandaşlarımız hem de idareler açısından kolay olmadığını biliyorum.

Ama insanı da yaşatan umut...

Türkiye İstatistik Kurumu yapı tasarımı Göç
Yorumlar (6 yorum) Yorum yapmak için tıklayınız
Yükleniyor...
Dr.Öğr.Üyesi Serkan Engin Diğer Yazıları