Emirhan Akman

Emirhan Akman

İki Türkiye var, siz hangisinde yaşıyorsunuz?

Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ cezaevinde, HDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş cezaevinde, İstanbul Barosu’nun yönetimi görevden alındı. İstanbul seçimlerinin ilk kazanıldığı dönemde CHP’nin İstanbul il başkanı olan Canan Kaftancıoğlu siyasi yasaklı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı ve AK Parti’yi önce toplamda 4 kez yenen ve CHP’nin cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu artık cezaevinde, üstelik 30 yıl önce aldığı diploma iptal edildi. Ana muhalefet partisi olan ve son yerel seçimde birinci parti olan Cumhuriyet Halk Partisi’ne kayyum atanmaya çalışılıyor, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş’a ihalelerle ilgili soruşturma açılacak. Türkiye İşçi Partisi Hatay Milletvekili Can Atalay yıllardır cezaevinde. İstanbul’da Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer, Şişli Belediye Başkanı Resul Emrah Şahan, Beylikdüzü Belediye Başkanı Mehmet Murat Çalık, Beykoz Belediye Başkanı Alaattin Köseler, Beşiktaş Belediye Başkanı Rıza Akpolat cezaevinde.

HUKUK SİYASETİN İÇİNDE ÜSTÜNDE DEĞİL

Her şeyi böyle üst üste yazmasam davaların ‘hukuk’ içinde kaldığını ve ‘siyasetin’ asla bulaşmadığını düşünebilirdiniz ama üst üste yazınca çok açık bir tablo ortaya çıkıyor. Türkiye’de hukuk siyasetin içindedir, üstünde değil. Bu tabloya bakarak aksini düşünüyorsanız kusuruma bakmayın ya çok safsınız ya da partizan, ikisinin ortası yok, burada gri bir alan yok bana göre çünkü Türkiye’deki kutuplaşma ‘gri’ alan olmasın diye oluşturuldu. Bunu bile bile yaptıysanız sonuçlarına katlanacaksanız, Türkiye’de hiçbir şey siyasetin dışında değil. Ve şu an iki Türkiye var, siz hangisinde yaşıyorsunuz? Buna yazının devamında karar vereceksiniz.

Yazının Devamı

Tezcan Galvaniz grevinde anlamadığım bazı şeyler var! Cevap bekliyorum

Gazetecilik zor bir meslek. Sermaye, devlet ve siyaset arasına sıkışmış bir vaziyette. Bu üçlünün dışına çıkmak çok güç. Bir gazeteci olarak kendime en yakın hissettiğim meslek grubu işçiler. Çünkü şair Hasan Hüseyin’in dediği gibi, “alttan bakıyorum dünyaya”. İşçiler de gazeteciler gibi başta saydığım üçlü güç arasına sıkışmış halde fakat gazetecilerden farklı olarak onların lehine olması beklenen bir güç var: sendika! İyi bir sendika maaş gününde bir babayı ve anneyi çocuğuna karşı utançtan kurtarabilir, işçinin kazançlarını artırabilir, hayat kalitesini yükseltebilir, kaldı ki bunlar az şey değildir. Sendikalar sermaye, devlet ve siyasetten bağımsız olabilirlerse düzen için çok tehlikeli, işçiler içinse çok hayati bir konuma ulaşabilirler. Böyle bir sendika işçiler için sığınılacak bir ev, emeğine karşı saldırılara karşı da çok güçlü bir duvar olacaktır. Bu açıdan Türkiye’de neden 1980’den sonra ağır bir ‘sendikasızlaştırma’ yapıldığını anlayabiliriz. Meraklısı 1980 öncesi ve sonrasını karşılaştıran DİSK’in “Emeğe Karşı Sermaye Darbesi-12 Eylül İşçi Haklarını Nasıl Yok Etti?” başlıklı raporuna bakabilir… Bu kısmı uzatmayacağım, Türkiye’de sendikal hayat yerlerde, süründürülüyor…

SALDIRMASI EN KOLAY MESLEK: GAZETECİLİK

Tezcan Galvaniz’de 11 Mart’tan beri işçiler grevde. Bugün grevin 7. gününe giriliyor, neredeyse her gün grev sürecini takip ediyorum. Konuyla alakalı bir yazı yazacaktım, geciktiriyordum fakat kıymetli muhabir Süriye Çatak Tek’in Özçelik İş Sendikası Başkanı Arif Çolak tarafından saldırıya uğraması bu yazıyı öne çekti. Saldırması en kolay meslek grubu gazeteciler biliyorsunuz, Süriye Çatak Tek’e geçmiş olsun diyorum. Çolak’tan kamuoyunu bilgilendirecek bir özür bekliyorum. Biz gazeteciler sert yazılar yazabiliriz ama karşılığı sözlü ya da fiziksel saldırı olamaz, iyi gazeteciler her zaman muhataplarının cevap hakkını savunur. Sözün karşılığı sözdür…

Yazının Devamı

CHP Kocaeli’nin sır gibi sakladığı rapora ulaştım! İşte satır satır gerçekler

Yazımın başlığı bir ironi ve gönderme…

Haber ve yazılara ilgi çekici başlıklar atmada fena değilimdir, beraber çalıştığımız arkadaşlar da bunu sık sık takdir eder. Başlık atarken duyguları harekete geçirmeyi önemserim, işin sırrı buradadır lakin yine de her kuralı çiğnemem… Mesela ilgi çekici bir başlık atıyorsam, içeride incecik bir ipliğe bağlı da olsa bir gerçek bulunur. Mesela başlıkta ‘skandal’ diyorsam yazdığım şeyin hakikaten skandal olduğundan emin olmak isterim…[1]

EMEK, ORTAK AKIL, TARTIŞMA KÜLTÜRÜ

Yazının Devamı

Tahir Büyükakın'ın bazı sırları... İşte öğrendiğim her şey!

“Bir ben vardır bende, benden içeru…” -Yunus Emre

“Neye niyet neye kısmet” diye bir deyim var zengin Türkçemizde. Bazen söylenen bir atasözünün ya da kalıplaşmış bir deyimin nasıl bir tecrübeyle doğduğunu anladığınız hadiseler yaşarsınız. Geçen hafta Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkanı Tahir Büyükakın’a oldukça resmi ve yüzeysel bir ziyaret gerçekleştirecektik. Muhtemelen 10-15 dakika sürmesi beklenen bir görüşmeydi fakat öyle olmadı. İçeride sanırım 40 dakikaya yakın kaldık… İçeriden çıkarken “neye niyet neye kısmet” dedim.

İÇ DÜNYANIN ÖNEMİ

Yazının Devamı

Dedeler neden erken ölür?

“Her canlı ölümü tadacak ve sonunda dönüp huzurumuza geleceksiniz.”

Hayatımın uzun bir süresini hayatın çoğunluğunun kitaplardan öğrenilebileceği fikrine inanarak geçirdim. Son iki yıl üç kritik sarsıntı geçirdim, yaşadığım üç olay beni köklü bir şekilde dönüştürdü buna eminim. İlki eşime evlenmem, ikincisi dedemin ölümü ve üçüncüsü oğlum Alp Cihangir’in doğumu. Üç sarsıntı diyorum çünkü ancak sarsıntı yerleşik fikirleri altüst eder. Her sarsıntı kötü değildir yanlış anlamayın ama sarsıntı milattır, sonrası aynı kalamaz. Hayatın kitaplardan öğrenilebileceği fikrini önce eşim yıktı ne önyargı bıraktı bende ne de akıl, çok aşık oldum. Kitaplardan böyle öğrenmemiştim, belki de öğreneceğim satırlar vardı fakat ben hazır değildim. Biliyorum ki her kelimenin anlaşılması için bir vakit vardır, sınanmadıysan kelimelere nüfuz edemezsin. Bazı duygulara aşina değilsen yabancısındır, yabancı kelimelerin sıcaklığına erişemez. Kötü kitap dediğin kitap kötü değildir belki, belki de sen çok yaşam acemisisindir, unutma.

Bugün yazıyor olmamın nedeni dedem… Dayımla, annemle, eşimle sohbet ederken hâlâ rahmetli diye bahsedemiyorum dedemden fakat bugün dedem öleli bir yıl oldu. Dedemin ölümünü belki bin kez kurdum kafamda, kabus olarak uykumdan uyandırdığı da oldu bu fikrin, onunla sohbet ederken tuvalete diye kaçıp hüngür hüngür ağlattığı da. O günün geleceğini biliyordum, o günün geleceği günü yıllarca bekledim. Belki babalar biraz geç ölüyor, anneler de öyle ama dedeler hep çok erken ölüyor. Kitaplarda dedelerin hep erken öldüğü yazmıyor mesela, dedelerin bu kadar çok sevilebileceği de… Muhakkak ki dedem huzura döndü, yani evine. Lakin ben nereye gidersem gideyim, hangi şehre, hangi ülkeye, hangi komşuya, hangi okula hiç fark etmez hep dönüşüm dedemin evine olurdu… Önce anne ve babama değil, önce dedem ve anneanneme. Dedem dönüş demekti, köye dönüş, çocukluğuna, kim olduğuna dönüş. Şimdi bir tek anneannem kaldı, evin geniş yolları daralıyor, patikaya dönüşüyor, çoraklaşıyor, dikenlerle doluyor hissediyorum…

Yazının Devamı

Hizmet İş Kocaeli Şubesi hangi anlayışla yönetiliyor? Muharrem Subaşı’ya dair bazı şahsi notlar

Gazeteci olarak elimizdeki en büyük güç iletişim gücü. Bir gazeteci telefonuna çıkıldığı sürece gazeteciliğini sürdürebilir, aksi durumda bir kopyala-yapıştır döngüsüne gireceği aşikâr. Hele bir de yerelde gazetecilik yapıyorsanız muhatabınıza ulaşmak daha da kıymetli hale geliyor, özel haber üretmenin ilk yolu budur.

Gazeteci muhatabını ararken bazen arayacağı kişinin telefonu açacağını bilir, çok rahat arar o kişiyi. Bazen de uğraşacağınızı bilirsiniz, sıkıla sıkıla ararsınız. Önemli bir pozisyonda, binlerce kişinin iradesini temsil eden kişi telefonunu açmaz, sorumsuz dersiniz içinizden.

Dün Kocaeli’de ulaşacağımı bildiğim için en rahat aradığım kişiyle bir iki saat geçirdim. Daha önce bana telefonda, “Emirhan yüz yüze tanışacağız ama aç gel, yemek yiyeceğiz” demişti Hizmet İş Kocaeli Şube Başkanı Muharrem Subaşı… İki saate yakın oturduk.

Yazının Devamı

İzmit Halkevi açılışına yetişemeyenler için bazı kişisel gözlemler

Daha önce başka yazılarımda da belirtmiştim, İzmit’i çirkin buluyorum. Bu İzmit’in kaderi değil, değiştirilebilir. İzmit’in eskimesi gerek demiştim, şehir hafızası eskiyerek olur, yani zamanla. İzmit Lisesi mezunları, Mimar Sinan Lisesi mezunları, Gazi Lisesi mezunları ve daha başkaları, hanginizin okulu aynı kaldı? Hatta bazı okulların ismi değişmedi, yıkıldı baştan yapılıyor.

TARİHİ YAPILAR ÖLÜMLÜ OLDUĞUNUZU HATIRLATIR

Şehrin kolektif hafızası ve kültürü tarihi yapılarla ölçülür. Tarihi yapı kuşakların hatıralarını birbirine bağlar, şehrin nostaljisini yaratır. Tarihi yapılar insanlardan uzun yaşar böylece ona bakmak bir gelenek haline gelir, bakışınız estetize edilir. İstanbul’dan Ayasofya’yı, Topkapı’yı, surları, Sultanahmet’i, Galata’yı ve Süleymaniye’yi çıkarın geriye ne kalır ki? Şimdinin insanı, yani köksüz, yersiz hafızasız yalın insan. Halbuki o tarihi yapılara baktığınızda ölümsüz olmadığınız aklınıza gelir. Kolektif hafızası olan şehir insana ölümlü olduğunu anlatır, ölümü hatırlayan insanın yaşamı daha anlamlıdır. Bu nedenle muhafaza etmek çok önemlidir, tasvip ettiğim tek muhafazakârlık türü budur.

Yazının Devamı

Oğlumun sayesinde öğrendiğim şiir... Medikal Park Kocaeli'de o isimler iyi ki var!

Bazen doğru yaptığınız şeylerin doğruluğunu yaşamın size kanıtlamasını beklersiniz. Bu sizin emin olmadığınızı göstermez, verdiğiniz doğru kararı yaşayarak öğrenmenin zevki başkadır. Şöyle dersiniz, “İşte bunu ben yaptım! Seçtim, tamamen özgür irademle…” İnsan biliyordum demeyi sever.

AHMET ERHAN’IN HACER’İ

Ben eşimi böyle seçtim, doğru kişi olduğunu biliyordum. Doğru olduğunu bir şiiri okurken anladım, bu benim huyumdur. Şiirler pusulamdır. Hayatın en puslu, en karanlık, en boktan anlarında en önemli kararlarımda dizelerle karar vermişliğim vardır, sırlarımdan birisidir bu. Şair Ahmet Erhan kanserdir, eşi Hacer ise yanında kalmaktadır. Hacer’e şöyle seslenir, “Ben kendimi dağ sanırdım Hacer!”. Ahmet Erhan bilir ki kendisi dağ değilse de, eşi dağ gibidir. Ben eşimi seçerken bana dağ gibi olacağından emindim, Ahmet Erhan’ın Hacer’ini görünce anladım bunu. Yeryüzü yıkılsa arkamda duracağını biliyordum. Bir gün dahi aksini düşünmedim. Benim eşim böyle birisi. Beni önce bir eş yaptı, şimdi de bir baba…

Yazının Devamı

Sertif Gökçe’yi nasıl anlatırdım?

Gazeteci için haberin öznesiyle yüz yüze karşılaşmak önemlidir. Orada artık ne basın bülteni vardır ne de bir basın danışmanı, aracılar ortadan kalkmıştır; perde aralanmış ve muhatabınızın yüzüne ilk ışık düşmüştür. Siyasilerle yüz yüze gelmek bu yüzden önemli.

Dün Nokta Medya olarak Derince Belediye Başkanı Sertif Gökçe’nin konuğuyduk. Sertif Gökçe ile yüz yüze tanışma fırsatı buldum. Gökçe ile bir söyleşi gerçekleştirdik, o metne 3-4 parça olmak üzere ulaşabilirsiniz ama orada Gökçe kendisini anlatıyor… Köşe yazısında ise ben onu.

KAZANMAYI VE KAYBETMEYİ BİLMEK

Yazının Devamı

Kürsü hiyerarşidir, masa eşitlik… CHP Kocaeli doğrusunu yaptı!

Cumhuriyet Halk Partisi Türkiye için kendisinin sandığından daha önemli. Dünyanın en uzun ömürlü siyasi partilerinden birisi. Meksika’da Kurumsal Devrimci Parti var, 1929’da kurulmuş. Hindistan’da Kongre Partisi ise 1885’te. İngiliz İşçi Partisi 1900’de kurulmuş… Cumhuriyet Halk Partisi ise 1923’te kuruldu. Dünyada sayılı siyasi hareketlerden birisi, bu mirasın gücünü anlamak çok önemli. Üstelik hala hayatta olan, görece sorunları olsa da komşularına bakınca başarılı bir ulus-devlet projesinin sahibi. Son seçimlerde ise 1977’den beri ilk kez birinci parti oldu. 100 yıldır hayatta olan bir partinin, bir asır sonra hala bir şekilde vatandaşlara umut olabilmesi çok şey anlatıyor, demek ki hala yürünecek yolu var… Elbette yanlış giden de birçok şey var. O yanlışları çözmek ise yine partinin elinde.

Dün CHP Kocaeli İl Danışma Kurulu gerçekleştirildi. Alt başlığı ise, “Parti Programı Yenileme Gündemli” olarak ilan edildi.

ALIŞILMIŞIN DIŞINDA

Yazının Devamı

Bugün canım yazı yazmak istemiyor*

Esasında bugün canım yazı yazmak istemiyor. Bu cümlenin basın tarihinde bir yeri var, onu birazdan anlatacağım. İnsanın canının yazı yazmak istememesi nasıl bir şey olabilir? Eğer hiç yazı yazamayacak durumda olsam zaten bunu beyan etmezdim. Beyan ettiğime göre dikkat çekmek istiyor olabilirim. Bazı konular ancak dikkatle çözülebiliyor, belki de muradım budur. Bazen kelimelerin gücüne Allah’a iman ettiğim gibi ediyorum. Bir usturadan, bir kelleyi uçurabilecek giyotinden daha kuvvetli olduğunu biliyorum kelimelerin. Tek bir şartla; önden gittikleri sürece! Bir şeyi engellemek, yaklaşan bir şeyi yavaşlatmak, savunmak, direnmek, isyan etmek için kullanıldığı sürece… Yoksa kaza olduktan, ölen öldükten, sahipli sahipsiz kaldıktan sonra kelimelere inanmıyorum. Böyle yazılarıma imansız yazılarım diyebilirim, bu yazım da o yazılardan. İmansız bir yazı bu…

ÇETİN ALTAN VE TURAN EMEKSİZ

Kocaman kâğıt bir sütun üzerinde orada bulunması gereken harfler yok. Üst üste binmiş kara kıtalar yok, işaret ve noktalamalar da yok… Bir cümle:

Yazının Devamı

Cemil Yaman özür dileyecek mi?

Türkiye toplumsal muhalefet çökmüş vaziyette. Herkes her şeyi siyasi partilerden bekliyor. Bu demokrasinin sakat kalması anlamına geliyor çünkü demokrasi sadece sandıkta oy kullanmak değildir. Hakların için gerektiğinde kurumları karşına alabilme iradesini gösterebilmek ve protesto hakkını kullanma arzusu demokrasinin en önemli gerekliliklerinden. Sokaktan kaçmaya gerek yok, nasıl ticareti, sosyalleşmeyi, her işimizi sokakta hallediyorsak demokrasiyi de sokakta arayabiliriz. Aklınıza hemen ortalığı yakıp yıkmak gelmesin, gayet sakin ve medeni bir şekilde de hak aranabilir.

KANDIRALILARLA GURUR DUYUYORUM

Kandıralılar Kocaeli Büyükşehir Belediyesi’nin Kandıra için hazırladığı çöp tesisi projesine karşı çıkıyor. Aylardır çeşitli protestolar düzenliyorlar. Üstelik bu protestoları hiçbir siyasi parti ayırt etmeksizin hep birlikte gerçekleştiriyorlar. Açıkçası bir gazeteci olarak Kandıralılarla gurur duyuyorum. Bir yazımda bunu ifade etmek için şöyle söylemiştim, “Halkın sesini özlemişim!”. Kandıralılar halkın bir sesi olabileceğini, dayatmalara karşı itiraz edilebileceğini gösteriyor herkese. Onların protestoları sayesinde Kocaeli Büyükşehir kentin gazetecilerini bilgilendirme toplantısına çağırdı. O zaman da demiştim ki, “Kandıralılar gazetecilere değil, gazeteciler Kandıralılara borçlu”.

Yazının Devamı

AK Parti Kartepe kongresinde gözden kaçmaması gereken şeyler var!

Hafta sonu Kartepe’de AK Parti’nin 6. Olağan Kongresi’ni takip etme fırsatı buldum. Kartepe’deki etkinliklere hangi parti olursa olsun daha istekli gidiyorum. AK Parti’de de diğer partilerde de dostlarım var. Cumartesi günü çocukluk arkadaşım, dostum Mustafa Kılıç oradaydı annesi çok sevdiğim Nebahat teyze de. Kardeşim Eren Aktoprak’ı, Kayhan Baysal abiyi de orada gördüm. Neyse evlenip Üçyol’a taşındığımdan beri bu kadar Derbentli’yi dışarıda bir yerde görmemiştim, iyi oldu!

ERDOĞAN’IN ÖNEMİ

Kongrede tek aday olduğu için açıkçası bir seçim heyecanı yoktu fakat AK Parti’nin bu tür işlerde her zaman varolan disiplini ve belirli seviyede bir kontrollü heyecanı vardı. Kongrede her cümle elbette Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’la başladı, Erdoğan’la bitti. Bunu normal karşılıyorum çünkü AK Parti bir lider partisi. Bir lider etrafında kümelenen grupların kendi aralarında rekabeti azalttığı, bir hedefe daha rahat yöneltilebildikleri ve görece daha uyumlu çalıştıkları AK Parti tecrübesinde artık bir gerçeklik.

Yazının Devamı

Türk siyasetinde ayakta kalma rehberi: Pozisyonculuk

Türkiye’de her şey olduğu gibi siyaset yapmak da zor zanaat. Lakin her zorluğun bir kolaylığı var. Biraz o kolaylıktan bahsetmeyi düşünüyorum. Bu sebeple “Türk siyasetinde ayakta kalma rehberi: Pozisyonculuk” başlıklı bir yazı yazmak şart oldu.

Türkiye’de ve dünyanın her yerinde siyaset toplumun ortalama kalitesini gösteriyor. Yani sözgelimi bir siyasetçiyi sevmeyebilirsiniz hatta küfür edebilirsiniz lakin onun toplumdaki bir sosyolojik gerçekliğin tezahürü olduğunu unutmayın. Böyle baktığınız zaman küfür etmek yerine anlamayı tercih ediyorsunuz… Bu yaşadıklarımız neyin sonucu ya da tam olarak ne oluyor burada? Türkiye’de siyaset bir ‘meslek’ kabul ediliyor. Bu mesleği icra edenlerin de elbette ‘meslek sırları’ var.

Pozisyoncularla her partide karşılaşabilirsiniz, belirli bir partileri yoktur. Türkiye’de ayakta kalmak istiyorsanız ‘pozisyoncu’ olmak zorundasınız. Pozisyoncuların arasında güvende kalacağınıza ve eğer sürekli pozisyoncu kalmaya söz verirseniz asla siyaset mesleğinden atılmayacağınızın garantisini verebilirim.

Yazının Devamı

Vali Yardımcıları kitap okur mu?

“ne tadı gözümde ne malı mülkü

çıkalı çok oldu dünyanın cılkı

fikrin nedir diye sorarsan Mülkî

Yazının Devamı

Sovyet Rusya’sı molla ve hocaları yakalamak için ayı getirmiş!

Kitapları okumanın eğer varsa faydası, bir tanesi de birilerine anlatmaktır. Bazen okuduğum kitaplardan bahsetmek istiyorum. Her zaman değil ama arada bunu yapacağım. Köşe yazılarımın beni köreltmesini, Kocaeli’ye sıkışmayı ayıp buluyorum. Dünya Kocaeli’den ibaret değil, üstelik siyasilerin çoğu sözü anlamsız, anlamı on dakikadan fazla olmayan lakırdıdan ibaret. Oysa ki kitaplar böyle değil.

Son zamanlarda Sovyet Rusya ile ilgileniyorum. Mesela hangi Türk yazarların Sovyet Rusya’yla ilgili anıları var merak bu ya arşivliyorum. Arşiv hafızadır, hafızasız iş yapılmaz. Bir şeye dikkat etmeye başlayınca onunla ilgili her şey önünüze dökülür oluyor. Hani derler ya, “aramakla bulunmaz, lakin bulanlar arayanlardır” diye işte araştırmacılıkta da bu ilke geçerli.

TÜRK YAZARLARIN SOVYETLER ANILARI

Yazının Devamı

Devlet okullarında kayıt parasının nedenini açıklıyorum!

Geçen gün biriyle konuşurken şöyle dediğimi hatırlıyorum, “Son iki haftada bana ulaşan tüm sorunları köşeme taşısam elimde bir aylık yazı konusu var.” Kendimi bazen dört beş yerinden patlamış dev bir su borusu başında, küçük elleriyle delikleri kapatmaya çalışan çaresiz birisine benzetiyorum. Keşke ne patlayan boruyu görsem, ne de çaresiz kalsaydım dediğim çok an oldu. Matrix’te bir sahnede şöyle söylenir, ‘ignorance is bliss’. Yani cehalet mutluluktur.

EĞİTİM BİTKİSEL HAYATTA

Yeni eğitim öğretim dönemi açıldı. Tartışmaların göbeğinde okulların veliler tarafından temizleniyor olması, devlet okullarında alınan ‘kayıt ücreti’ ve adrese dayalı eğitim sisteminin çöküşü var. Bana göre Türkiye’de eğitim sistemi çökmüştür. Bir şeyi yaşıyor gibi görünmesi onun sağlıklı ve hayatta olduğunu göstermez, yıllarca bitkisel hayatta fişe takılı yaşayan nice hasta var. Ölü değiller ama pek de yaşıyor sayılmazlar. Türkiye’de eğitimin özetini böyle yapabiliriz… Bitkisel hayat! Ne yazık ki şu an bu durumu sonlandıracak bir gücümüz yok, siyasilerin böyle bir gündemi de yok. Halbuki eğitim dediğimiz şey o kadar ciddi bir şey ki, yeni kuşağın ortalama 30-40 yıllık çalışma hayatı şimdiden belirleniyor. Bu kuşağın üreteceği değer ve imkânlar üzerine inşa edilecek Türkiye’nin yeni yüzyılı.

Yazının Devamı

Ford Otosan’da sadece bekar işçiler mi var? İzahı zor konser kararı…

“Ustam geldi, sırtıma vurdu, unut dedi romanları

İşçisin sen işçi kal giy dedi tulumları…”

İzahı zor olan şeylerde mizah bir çözüm olarak ortaya çıkıyor. Mizahı yapılamayan, izahı zor şeyler ise bazen köşe yazısına dönüşebiliyor. Türkiye’nin en güçlü, en büyük holdingi kabul edilen Koç Holding’e ait Ford Otosan’ı biliyor musunuz? Eminim ismini duymuşsunuzdur. En olmadı sokakta Ford marka arabaları görmüşsünüzdür… Ya da holdinge ait Tüpraş’tan haberiniz vardır kesin? En olmadı Divan Pastaneleri’nin birinin önünden en azından arabanızla geçmiş olmalısınız. Sizi bezdirene kadar bu soruları sormaya devam edebilirim. Aygaz’ı da duymuş olmalısınız, Koçtaş, Beko, Arçelik, Opet, Otokar, Türk Traktör… Hepsini duymuş olmalısınız! Koç Holding o kadar güçlü ki, holdingin kuşbakışı geliri Türkiye’nin GSYH’sinin yüzde 8’ine, ihracatı ise %7’isine tekabül ediyor. İşte Ford Otosan da bu holdinge ait markalardan birisi. Öyle ki Ford Otosan Romanya’dan Türkiye’ye tren hattı kurabiliyor. Ford Otosan İngiltere’ye ve Avrupa’ya araç satıyor, piyasaların en üstünde yer alıyor. En son iki yıl önce Romanya’da bir fabrika daha açtılar.

Yazının Devamı

Cüneyt Çelik’in intiharı… “Peki ama neden?”

İntihar, mermi, uçurum ve son… Peki ama neden?

Henüz 32 yaşında genç bir adam. Bazı haberleri hızlıca geçemiyorum. Ortada bir intihar varsa bin kez düşünmek lazım, hele de geride intihara dair gerekçeler varsa! Cüneyt Çelik 32 yaşında genç bir adam olarak 2 Eylül Pazartesi günü Beşkayalar Tabiat Parkı Kayalıklarından metrelerce aşağı düştü, öncesinde ise kafasına sıkmıştı.

PEKİ AMA NEDEN?

Yazının Devamı

Erdoğan AK Partili mi, AKP’li mi? Sandığınız gibi değil!

“Ben Tayyip Bey’in başkalaştığını düşünüyorum. Küresel ölçekte konumlandı; bu çok doğru. Rusya’nın lideriyle de İran’ın lideriyle de görüşüyor... Lakin böyle bir insana Çankırı teşkilatındaki problemi ya da Ardahan müftüsünün kim olacağını sorduğunuzda sıradan basit detay gibi geliyor. Ama yetkilerini de devretmiyor. Bu yoğunluk içerisinde bunları tek tek irdeleyip, doğru seçimi yapması mümkün değil. Dolayısıyla çevresi onu kullanıyor.” Bu sözler bana ait değil, AKP Genel Merkezi’nde bulunmuş ve halen Erdoğan sevgisiyle tanınmış, ‘ismi’ açıklanmayan bir siyasi. Sözlerini ise şöyle bitiriyor, “AK Parti entübe vaziyette…” [1]

AK Parti kurulalı tam 23 yıl oldu, Türkiye’yi yönetmeye başlayalı ise 22 yıl. AK Parti Genel Başkanı Cumhurbaşkanı Erdoğan ise kolay kolay tekrarlanmayacak şekilde 22 yıldır ülkeyi yönetiyor. Erdoğan artık tarihe geçmiş siyasi bir fenomen. Tarihte bir şekilde yer alacağı artık kesin fakat hikâye nasıl sonlanacak bunu bilen kimse yok…

YORGUN ERDOĞAN

Yazının Devamı

Halkın sesini özlemek: Kandıralılara teşekkürler!

“Dertsizlere benim sözüm

Benzer kaya yankısına” -Yunus Emre

Kocaeli Büyükşehir Belediyesi tarafından Kandıra’ya yapılması planlanan “biyokurutma” merkezi Kocaeli için bir ‘laboratuvar’ ortamı yarattı. Vatandaşlara ilk önerim gazetelerin bu haberleri nasıl verdiklerine dikkat etmeleri. Kim kimin tarafında çok net görebilirsiniz. Bu ortam her zaman nasip olmaz, muğlak zamanlarda, olaysız durumlarda saflaşma belirginleşmez çünkü buna ihtiyaç yoktur fakat Kandıra olayı öyle bir girdap yarattı ki herkes fikir belirtmek zorunda kalıyor. Birilerine bağlı olanlar sanki kendi fikirleriymiş gibi ‘halkın isteklerini’ yok sayıp, kurumların isteklerini öne çıkarıyor, adeta bir ‘kolaylaştırıcı’ rolünü oynuyor.

Yazının Devamı

Filistin konusunda eteğimdeki taşları döktüm!

“Bomba atmak kötüdür,

bombardıman iyidir

lafın özü;

Yazının Devamı

Derbent’in potansiyeli harcanıyor! Harekete geçin

İlk defa bir köşe yazımda ‘kayırma’ yapacağım. Bu kez yaşadığım, dostlarımın, ailemin olduğu Derbent’i yazacağım…

Derbentliler yıldı.

Kartepe’nin bir iddiası var: Turizm ilçesi olmak!

Yazının Devamı

İşçi sınıfı tarihinde Kocaeli’nin önemi ve Kemal Türkler

Türkiye’de sol hareketlerin tarihi ile direnişlerin tarihi birbirine geçmiştir. 15-16 Haziran 1970 Büyük İşçi Direnişi Türkiye sol hareketler tarihinde en önemli aşamalardan birisidir. Üstelik 15-16 Haziran’ı anlatan herkes size İstanbul’un yanında Kocaeli’yi de anar… İki günde tam 150 bin işçi kent merkezlerine yürüdü. Yürüyen işçilerin bir kısmı da Kocaeli’dendi. Ben geçen ay özellikle takip etmeme rağmen Türkiye İşçi Partisi dışında Kocaeli’de etkinlik düzenleyen birilerini görmedim, bu da not olarak kalsın.

DİSK’İ SAVUNAN BİNLERCE İŞÇİ

Olay 1967’de kurulan ve sınıf mücadelesini bambaşka bir boyuta taşıyan DİSK’in; Adalet Partisi ve CHP tarafından bir anlamda ‘kapatılma’ girişiminden doğmuştu. DİSK kapatılmak isteniyordu çünkü düzeni sarsıyordu. Radikal bir sınıf taraftarlığıyla işçiler arasında destekçi buluyor, fabrikaları bir bir örgütlüyordu. DİSK’in kapatılma ihtimaline karşılık işçiler hiç kimseyi dinlememeye karar verdiler, Kocaeli’de de böyle oldu. Millet Meclisi’ne getirilen DİSK’i engelleme yasa tasarısı sonrasında harekete geçen ilk işçiler 15 Haziran’da Rabak, Türk Kablo, Eternit, Aygaz, Demirel, Varil, Bastaş ve Çelik Halat fabrikaları olmak üzere yürüyüşe başlamışlardır. 16 Haziran’da ise ilk günkü eylemlere katılmayan Good Year ve Pirelli işçileri de diğer işçi arkadaşlarının zorlamasıyla eylemlere katılmışlardır. İşçiler ne polisi, ne askeri ne de devletin o an verdiği kararları dinlememişlerdir… Çünkü söz konusu durum direkt ekmeklerine saldırıdır, en büyük farkları bilinçleridir. 16-17 Haziran’da Kocaeli’de sıkıyönetim ilan edildi fakat söz konusu yasa tasarısı anayasaya aykırı olduğu gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildi. Yani işçiler amaçlarına ulaştılar ve DİSK bugünlere geldi.

Yazının Devamı