Hayalim: Gassal olmak!
Sadece dün akşam bir bölümünü izledim.
Sade, şatafatsız, sanki herhangi birinin hayatına kamera koymuşlar da; o da birkaç gün yaşamış izlenimine kapıldım.
Film kültürüm çok yoktur fakat en son bu hissi Nuri Bilge Ceylan’ın Kış Uykusu filmini izlerken yaşamıştım.
Sanki birkaç köşe başına seti kurmuşlar da, birileri oradan geçmiş gitmiş.
**
Uzun zamandır sosyal medya çalkalanıyor Gassal dizisi ile.
Dedim ya, yalnızca bir bölümünü izledim, dün akşam.
Beni en etkileyen bölümü Baki’nin ağzından dökülen:
“Ben her gün ölüyle yüzleşiyorum, ölümle değil. İlk defa öleceğimi hissettim” cümleleri idi.
Ölünün yıkanması gereken suyun da bir derecede olması gerektiğimi işitince; hayatımıza bir türlü işlemeyi yeterince beceremediğimiz; “hayat ve ölçü” kavramlarını düşündüm.
Çocuklar Baki’nin evinden gitmek için babasına yüksek sesleriyle bağırarak talimat verirken; vahşice şımartılarak toplumun başına bela olan narsistleri düşündüm.
Daha ilk bölüm, izleyeceğim inşallah.
**
Dizinin ilk bölümünde, Gassal’ların yaptığı işten dolayı sevilmesinin zor olduğu üzerine bir kurgu canlandı zihnimde.
Gassal, ölü yıkayıcı.
Hayatın değiştirilemez gerçeği ile her daim haşır neşir; samimi üzüntüye de timsah gözyaşına da hakim adam.
Neden sevilsin ki Gassal?
Bu kadar seçeneğin, eğlencenin, çılgınca zevklerin bulunduğu şu dünyada; neden gerçeğin ta kendisiyle tadımızı kaçıralım ki?
Bizim meslekle de ilintili buldum gassallığı.
Hakikatle yan yana durmaya çalıştığın zaman; sakıncalı piyade sınıfına girmenden mütevellit benzer muameleyle karşılaşabiliyorsun.
Sonra dedim ki:
Ulan benim hayalim Gassal olmak!
Sevdim ben bu diziyi, izlerim.
**
Merak ettim; sosyal medya hesabımdan sordum insanlara, “Neden sevdiniz Gassal dizisini?” diye.
Sağ olsun fikirlerini yorumlara yazanlar da oldu, özelden mesaj gönderenler de.
Dizinin sevilme nedeni; toplumumuzdaki yozlaşmayı, dejenereyi, basma kalıp hakikatten uzak, insana hiçbir şey düşündürtmeyen saçma sapan dizilerin, programların olduğu kanısına vardım.
Yıllardır vurdulu kırdılı mafya dizileri, insanların arkadaşlık, aile, sosyal yaşamına ateş eden, iğrençliklerle dolu entrikalı dizilerden ne kadar sıkıldığını hissettim.
Aşırılık yok, ultra zenginlik yok, ağlatma güdüsü ile işlenmiş ultra sefalet yok, çarpık ilişki yok, namussuzluğa kılıf uydurmak yok.
Temizliğe, naifliğe, nükteye, edebe ne kadar da ihtiyacımız varmış.
Demek ki; bu tarz kavramlar olmasa da ilgi çekilebiliyormuş.
Ne kadar ilginç değil mi?
**
Herhalde uzun yıllardan bu yana bir dizi; dünya hayatımız üzerine bunca mesaj vermiş bize.
Gelen yorumlardan onu anlıyorum.
Çektiğim bir kısa videoda benim de içinde bulunduğum dönem dahil eğitim sistemimizi;
“Bu ezberci sistem; bize manevi hiçbir şey aşılamıyor. Bitmek tükenmek bilmeyen maddi hırsların peşinde sürükleniyoruz” cümleleri ile ifade etmiştim.
Dizinin izleyicisine de ahiret-dünya-hakça bir yaşam üçgeninde düşünmeye itmesi beni ziyadesiyle memnun etti.
Ben de kendi adıma çok pay çıkaracağım sanırım.
**
Dizinin ‘tabii’ platformunun ücretli versiyonunda yer almasını eleştirenler de var.
En nihayetinde TRT’nin vergilerle döndüğü ifade ediliyor.
Haklı bir serzeniş gibi geldi bana.
Ama şu da olabilir diye geçirdim içimden:
TRT, her projeye açık bir kurum.
Beğenilen konseptleri bedeller ödeyerek satın alıyor, belirli masraflar yapıyor.
Yani aslında tabii’ye içerik üretmek, farklı konseptte bir iş.
Ve 100 TL.
Bir de avrupa maçları işi de var sanırım.
Ciddi bedeller ödeniyor.
Yani beni bunları düşününce o 100 TL’yi ödemek rahatsız etmez.
Ancak en nihayetinde devlet kurumu diye itiraz da edilebilir.
İtirazlara da tepki göstermemek lazım.
**
Muhakkak buna da değinmeliyim…
Bir bölüm varmış dizide, İzdiham dergisinden sevgili Gülden Bayraktar paylaşmış.
Dizi karakteri Baki (Ahmet Kural) “Hepimiz ölecek yaştayız.” diyor.
Bu söz; verdiği mesajlar ile zamanın dışında bir yayın çizgisi olan İzdiham Dergisi’nin genç yaşta hayatını kaybeden Genel Yayın Yönetmeni Bülent Parlak’a ait.
Hepimiz Ölecek Yaştayız.
Bende ekleme yapayım rahmetliye,
Ama hiçbirimiz farkında değiliz.
Dahi bu cümleyi kuran ben bile.
Yazdık, geçti.
Ama ölüm var işte.
Ruhuna Fatiha…
**
Dünya, katlanılması zor bir bölüm.
Sabır istiyor.
Bunca vahşet yaşanıp dururken; sanki bir sinemanın farklı salonlarında gibiyiz.
Her salon bizim, hepsinin içindeyiz.
Ruhu çalkalanıyor insanın.
Bir açıyor, yanmış bir çocuk cesedi Gazze’den.
Bir bakıyor; magazin programlarında bir çam ağacının önünde, “Yeni yılda öncelikle sokak hayvanları” diye cümleye giriş yapan, adına sanatçı denmiş denyo bir tipitip.
E ölen çocuklar? Yani hakikaten önce sokak hayvanları mı?
Ya işkence edilenler, Sednaya’da dahi Doğu Türkistan’da, cümle coğrafyalarda.
Onlar için bir kelam etmeye değmiyor mu gerçekten?
Değmiyormuş.
Çünkü patron mutlu son istiyor.
**
Bu arada şunu da söyleyeyim, bırakayım artık.
Daha Noel kutlayacağım, saat geç oldu.
Başkaları yeni yılı kutlayabilir, ben Noel kutlamayı tercih ediyorum.
Yılbaşına dair ne varsa, altını ne kadar iyi niyetle doldurmuş olursak olalım, bir kültür yozlaşmasıdır.
Bu; Hristiyan camianın bize sattığı iyi niyetlerle süslenmiş bir kültürüdür.
Kimseyi tenkit etmek için söylemiyorum bu sözleri.
Ben; benim penceremden sorumluyum.
'Lekum dinikum veliyedin' yani 'sizin dininiz size benim dinim bana' demek; herkesin inançları, kültüre rengi, hayatı anlamlandırma biçimi, yaşam tarzı, değerleri kendinedir demektir.
İslam, sanılandan çok daha özgürlükçüdür.
Müslüman isek, yaptığımız bir yanlışı bir başka durum yanlışını öne çıkarmak, Hakkı yontmaktır. Eksi, eksi artı etmez ki hayatta. Eksi, eksidir. Başka bir eksi, yine eksidir. İkisi de ayrı ayrı iki eksidir.
Kutlanabilir; eyvallah.
Ama altını boşaltıp kendinize bir haklılık çıkarmaya çalışmak, kutlamaktan çok daha dehşet verici olabilir bizlerin adına.
İnanmışsak.
İpucu
Selin götüreceği kişi, suyun sesini duymazmış.
(Bir Çerkes Atasözü yazıyordu sosyal medyada)