Zamanın ruhunu yakalayamamış olabilir miyiz?
Zaman zaman dünyada yaşanan vahşeti seyrederken, ülke gündeminden haberleri okurken kaybolup gidiyorum.
Boş boş bakıyorum bilgisayar ekranına.
Öyle hadiselere şahitlik ediyoruz ki; anlamak mümkün değil. Karşımızdakilerin insan olduğunu düşünmek mümkün değil. Ama sureti insan işte.
Biri çıkıyor mesela, 45 bıçak darbesiyle öldürüyor hasmını. Hasmı bile değil bazen, sokakta yan baktın kavgası. Sonuç 45 bıçak darbesi, biri öldü, biri hapiste çürüyecek. Gerçi çürümeyecek. Çıkar 15 yıla. Ne de olsa bu halk eşek. Bakarız katile hapiste. Karnı tok, sırtı pek. 15 sene sonra çıkar, kader mahkumu olur. Acırız sonra, tüh ya deriz. Demiyor muyuz sanki? Oysa ki… Kısasa kısas. Ah ne güzel şey!
AYKIRI SORULAR REHBERİ
Bir eğitimciyle sohbet ettim bir zaman.
Kendisi din öğretmeni. Bazen öğrencilerin çok aykırı, cevaplanması zor sorular sorduğunu anlatıyor. Ve bu sadece din dersi için de geçerli değil. İnternet ile büyüyen çocukların dünyaları çok daha farklı. Klasik bilgi aktarma yöntemleri onlarda zayıf kalıyor belli ki. Farklı şeyler söylemek gerek belki. Ya da onları yakalayacak, farklı cümleler, hedefe giden yeni bir yol lazım belki de.
Öğretmen ise o aykırı soruya, hemen yanıt vermek istiyor. Belki bu nedenle eksik yanıt veriyor, yanlış ifade ediyor kendini.
Halbuki dese ki, “Senin sorunun bende cevabı var. Ama bu cevap beni tam manasıyla tatmin etmiyor. Yarın soruna tam cevabımı vereceğim.” Ne olur ki? O an cevap vermesek, geçiştirmesek, sonrasında ise tam ve etkili bir şekilde o genci yakalasak. Ne kaybederiz?
Ya da mesela…
Her öğrencinin meselelerle ilgili aykırı soruları geliyor bu dönemde.
Acaba biraz bu sorular üzerine mi kafa yorsak?
Toplasak o aykırı soruları bir yerde.
Eğitim camiamız belki yeni bir şey söyleyerek çok daha derinden yakalar o çocukları…
Ne bileyim, esiyor işte böyle bana bazı zamanlarda.
ZAMANIN RUHUNU DÜŞÜNDÜM
Kaldırıyorum kafamı, bakıyorum etrafıma.
Bir mahallede 5 tane cami. Cemaat cumadan cumaya. O da dolarsa. Artık cumada dahi dolmayan camiler var. Hem de çok var.
Camilerde iki haftada bir Kur’an kursları için yardım topluyoruz mesela.
Allah kabul etsin, asla eleştirmiyorum.
Hafızlar yetiştiriyoruz, Allah razı olsun emek verenlerden.
19 yaşında bir hafız ile sohbet ettim geçenlerde.
7 yıl hafızlık eğitimi almış, hafız olunca da hayatına geri dönmüş.
“Zorlanıyorum abi” dedi.
“Neden?” dedim.
“Düzgün yaşamazsam eğer, bana değil temsil ettiğim camiaya laf söylüyorlar. Bende gizliyorum hafız olduğumu. Öyle yaşayamıyorum çünkü” dedi.
7 yıl boyunca ne yaptıklarını sordum.
Kur’an-ı Kerim ezberi, hadis ezberi ve Arapça dersi aldıklarını söyledi.
“Başka?” dedim.
“Bu kadar” dedi.
Sonra zamanın ruhunu düşündüm.
Mesela bir gün sabah namazında bir camiye gitmiştim.
Namazın önemini anlatıyordu. Yahu zaten biz oraya namazın önemini bildiğimiz için gelmemiş miydik?” diye geçirdim içimden.
Namaz bitti, bu kez dersimiz huşu idi.
Huşu bir sır olsa gerek. Biz de o sırra sahip değiliz. Bir an düşündüm, “Bizim namazlar sakata geldi galiba” diye geçirdim içimden.
Oysa ki bir tarafım hep, “En zor yapılan ibadet aslında en kıymetlisidir” mottosunu düşünüyordu.
Belki de o yüzden farz olmamasına rağmen İsra 79’da teheccüd namazı kılınmasını istiyordu Allah bizden.
Ne bileyim işte. Zamanın ruhunu düşünmeye devam ettim.
EZBERLEMEK YERİNE KONUŞSAK MI ACABA?
Şunlar geçti gönlümden…
Acaba biz 100 hafıza harcayacağımız enerjiyi artık Kur’an-ı Kerim’i hakikaten anlamaya, o mana derinliğine dalmaya mı ayırmalıyız?
Hafız yine yetiştirelim. Ama artık biraz da Kur’an’ın bize anlattığına mı odaklanmalıyız acaba?
Benim dedem ahırlarda Kur’an ezberi yaparak hafız oldu.
1940’lı yıllardan 2005’li yıllara kadar biz muhafaza dönemindeydik bence.
Ezberle, aktar. Üzerine konuşma. Konuşacak ortam kursan o yıllarda, 1 aya pakettin zaten. Adamlar ezanı bile Türkçe okutmuş sonuçta. Kamalizm üzerine bir din inşa etmeye çalışmış. Şapka takmayanı asmış yahu. Şaka değil. Gerçek bunlar.
Ama artık muhafaza dönemi bitti. Bitti bitti. Anlamamız lazım. Bitti!
Yeterince rahat değil miyiz?
Yine ezberleyelim, itirazım yok. Ama biraz da İnsan Suresini mi konuşsak acaba?
Ne anlatıyor, ne diyor, ne mesaj veriyor…
Muhafaza dönemi geride kaldı bence.
Zamanın ruhunu hala yakalayabilmiş değiliz.
Hakikaten okuyup anlattığımızda, yakalarız belki.
Belki de önce insani değerler üzerinden bir çatı oluşturup; sonra bu değerin tam karşılığı İslam’ın felsefesini aktarmamız gerekiyordur.
Dünya üzerinde dalga dalga İslam’a giriyor. Farkındasınız değil mi?
Çıkış noktaları İslam olmadan İslam’a giriyorlar.
İnsani değerlerden yola çıkıp, İslam’ı buluyorlar.
Belki bizim de anlayışımızı değiştirmemiz gerekiyordur.
Tabi ki; bu çerçevede hizmet veren çok önemli isimler var. Ama bir eleştiri değil zaten bu yazı. Bir dertleşme.
BİR DE SİYASİ ÖRNEK
1990’lı yılları düşünün.
Muhafazaker kesim baskı altında. Sesleri kısık. Öcü gibiler. Sindirilmeye çalışıyorlar. Yok sayılıyorlar.
Bence tam da o zor dönemlerde doğdu bu, “Kol kırılır yen içinde kalır” anlayışı.
Belki o yüzden bazı hataları tolere ediyorlardı kendi içlerinde.
Azdılar çünkü.
Kaybetmemelilerdi yol arkadaşlarını.
O yolu yürümek zordu.
Peki ya şimdi?
O kadar çoklar ki…
Türkiye’nin büyük bir bölümü milli ve muhafazakar çizgide.
Yani zamanın ruhunu yakalamak istiyorsak ne yapmamız lazım?
Kötüleri ayıklamamız lazım.
Yanlışları haykırmamız lazım.
Kral çıplak deme cesareti gösterebilmemiz lazım.
Kafa kumda, göz menfaatte olmaması lazım.
Belki kınarsak, hayır dersek, eleştirir ve yanlışı haykırırsak bir şeyler değişir he?
Ne dersiniz?
Ümitsizlik yok.
Doğruyu konuşmaya çalıştığı için son günlerin popüler öcülerinden biri olan ben; yanımdan selamsız geçenlere de, cenazemde de beni görmezden gelenlere de darılmıyorum.. Bazen, “Delirdim mi acaba?” diye düşünsem de, fikir dünyasına çok kıymet verdiğim Kocaeli siyasetinin önemli figürlerinden biri bu düşüncelerimdeki tek deliliğin, “Bazen” kısmı olduğunu ifade etmişti.
Dediğim gibi… Umursamıyorum. Ben gittiğim yola bakarım. Ve bu yolun hastasıyım.
Gerisi Allah’a kalmış.
İpucu
Kainatta bir yer kaplayan, zamanın ve mekanın içindeki herhangi bir nedene bağlıyken ve onu öncelemişken, özgürlükten söz edemeyiz.
Kusursuz bir döngünün içinde misafirken, varlığı var edenle kendimizi bir tutamayız. Hayvanlar kadar işitir ve görürken, bizi onlardan ayıran sebebi merak etmeden de bir adım yol almış sayılmayız. Son olarak…
Milyarlarca yıllık geçmişe sahip evrenin tüm ince ve konunun konuyu doğurduğu birbirinden sırlı cevaplarını, hadi 80 yıllık kısacık mühletinde anlayıp ikna olma peşine düşmek, eşsiz bir kibir örneği değil de nedir?
Amaan... Öylesine işte.