Mehmet Sönmezoğlu

Mehmet Sönmezoğlu

Receb Ayının fazileti

Üç aylar olarak bilinen, mübarek gün ve geceleriyle bereketli bir dönemdeyiz. Recep, Şaban ve Ramazan aylarının ayrı bir kıymeti ve değeri vardır. Peygamberimiz Hazreti Muhammed'in(s.a.s) Recep ayı geldiğinde "Ya Rabbi, recep ve şaban ayını bizim için bereketli kıl, mübarek eyle ve bizi ramazan ayına ulaştır"(Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 259).

duasıyla bu ayların anlam ve önemini vurgulamıştır. Manevi yenilenme ve arınma mevsimi üç ayların içerisinde bulunan bu zamanda bol bol tevbeler yapılır, dualar edilir, Kur'an okunur, Zikirler yapılır, namazlar kılınır, hayır ve hasenatlar çokça yapılır, geçmişin muhasebesi yapılarak varsa eksikler tamamlanır.

Receb ayı Hicrî ayların yedincisi ve Ramazan'dan iki ay öncesidir, aynı zamanda Ramazan ayına bizi hazırlar ve bize Ramazan ayını da müjdeler. Fazileti bakımından ayrı bir yeri vardır. Regaib ve Mi'rac gibi mübarek geceleri içinde bulundurması faziletini daha da arttırmaktadır. Ayrıca, Kur'ân'da haram aylar, hürmetli aylar olarak geçen dört aydan birisi olması, Müslüman kalplerdeki yerini bir kat daha artırmıştır.

Yazının Devamı

Regaip Gecesi ve üçaylar

Mübarek üç aylar dediğimiz Receb, Şaban ve Ramazan aylarının ilk gecesi Perşembeyi cumaya bağlayan gece ve ilk günü de bu mübarek cuma günüdür. Rabbimiz hepimize ve tüm mü'minlere mübarek eylesin.

“Receb ayının ilk Cuma gecesine(11 ocak perşembeyi cumaya bağlayan gece) Regaib gecesi denir. Regâib, Arapça bir kelimedir ve "reğa-be" kökünden gelmektedir. "Reğa-be" kelime olarak, değerli ve kıymetli olan, pahası olan, herhangi bir şeyi istemek, arzulamak, ona karşı meyletmek ve onu elde etmek için çaba sarfetmek, rağbet etmek demektir.

Regâib kelimesi Kur'an'da doğrudan geçmemektedir. Ancak "reğabe"den türemiş olan çeşitli kelimeler, Kur'ân'da sekiz yerde geçmekte ve "reğabe"nin ifâde ettiği mana için kullanılmaktadır (el-Bakara, 2/ 130; en-Nisa, 4/ 127; et-Tevbe, 9/59,120; Meryem, 19/46; el-Enbiyâ, 21/90; el-Kalem, 68/32; el-İnşirah, 94/8).

Yazının Devamı

Kelime-İ T E V H İ D/ Kelime-İ Şehadet

Yüce dinimiz İslam’ın temeli ve giriş anahtarı, kelimei şehadet/kelimei tevhittir. Kelime i Şehadet ve Kelime i Tevhidin arasında bir fark yoktur. Biri genel bir ifadedir diğeri de içinde ‘ben’ vurgulaması olan bir ifadedir. Temelde ikisi de aynıdır. Kelime-i Tevhidde, doğrudan inanma vardır. Kelime-i Şahadette ise inanma ile birlikte “şahitlik” vardır. Peygamberimiz (s.a.s.) İslâm'ın beş esas temel üzerine bina edildiğini, bunun birincisinin ‘şehâdet’ getirmek, yani kelime-i tevhid olduğunu söylemiştir.[1]

Kur'an'da tevhid inancı çeşitli yönleriyle sayısız ayette dile getirilir. Özellikle Mekke'de inen ayetler, tam olarak kavranması amacıyla tevhid inancı üzerinde yoğunlaşmıştır. Kur'an, tevhid inancını Allah'ın zatı, tekliği, sıfatları, evren ve insanla ilişkileri açılarından çeşitli boyutlarıyla ortaya koyar. Allah birdir, O'ndan başka ilâh yoktur. O hiçbir şeye muhtaç değildir; her şey O'na muhtaçtır. O'na benzer bir şey yoktur. O, bir ortağı olmaktan münezzehtir. Eğer O'nun yanı sıra başka tanrılar olmuş olsaydı, onlardan kimileri diğerleri üzerinde egemenlik kurmak isterlerdi. O birdir, ama Hristiyanların sandığı gibi üç içinde bir değildir. O'na oğulları, kızları isnat edenler, İsa (a.s)'ın O'nun oğlu ya da kendisi olduğunu söyleyenler Allah'a iftira etmiş olurlar. O'nun ne oğulları, ne de kızları vardır. O, doğurulmamıştır, doğurmamıştır. Ancak kafirler, hiçbir şey yaratmayan ve kendisi için yaratılmış olan şeyleri O'na ortak koşarlar. O sözde tanrılar ki, ne kötülük, ne de iyilik yapmaya güç yetirebilir; ne ölümü, ne hayatı, ne de yeniden dirilmeyi kontrol edebilirler. Bu nedenle, Allah'la ilişkili olabilecek bir tanrı yoktur. İnsanların uydurduğu tanrılar, zanna dayalı isimlerden ve onların nefislerinin hevasından başka bir şey değildir.[2]

Tevhid, birlik ve birlemek demektir. Allah'ın varlığını ve birliğini tüm yetkin niteliklerin kendisinde toplandığını, eşi ve benzeri bulunmadığını bilmek ve buna inanmaktır. Tevhid kelimesini söyleyen ve buna inanan kişi mümin ve muvahhid adını alır. İnanmayan kişide Mü’min olamaz. Yeryüzünde ne kadar Mü’min varsa onların hepsi de din kardeşidir.

Yazının Devamı

Yılbaşı kutlamak, piyango bileti almak günah mıdır?

Ay ve Güneş; ilâhî kudret, azamet ve sanatın iki büyük tecellîsidir. Âyet-i kerîmede:

“Güneşi ışıklı, Ay’ı da parlak kılan, yılların sayısını ve hesabı bilmeniz için ona (Ay’a) birtakım menziller takdir eden O’dur…” (Yûnus, 5) buyrulmaktadır.

İster Kamerî (Ay), ister Şemsî (Güneş)yıl başlarında mü’mine düşen görev, geçen senelerin muhâsebesini yapıp hatâ ve kusurlarının telâfîsi için istiğfar ve sâlih amellere yönelmek, ömründen kalan kısmın geçen kısımdan daha hayırlı olması için gayret-i dîniyyesini artırmaya çalışmaktır.

Yazının Devamı

Muhasebemizi yapalım

Ömrümüzden bir yıl daha geride kalırken ve yeni bir miladi yıla girerken hem geçmekte olan yılın hem de geçmişimizin hesabını yapmalıyız. Unutmamalıyız ki hesabını kitabını güzel yapan, tam yapan muhasebesinde başarılı olur.

‘Muhasebe’, karşılıklı hesap görme ve hesaplaşma, zararı ve faydayı ortaya koyma anlamlarına gelmektedir.

Müslüman, her gün, her saat, hatta her an iyi-kötü, yanlış-doğru, günah-sevap yaptığı bütün fiilleri gözden geçirip hayırları, güzellikleri şükürle karşılamalı, yanlışlıkları ve kötülükleri de tövbe ve pişmanlıkla düzeltmeye gayret göstermeli gerçek anlamda bir muhasebe, yani hayatının muhasebesini yapmalıdır.

Yazının Devamı

Gerçek müflis kimdir?

İmanın gereği olarak Müslüman, hayatın her alanında mutedil, insaflı ve hakkaniyetli davranır. Kendi haklarını koruduğu kadar çevresindekilerin de haklarını korumak, mümin olmanın şiarıdır. Kişisel menfaatleri için diğer insanların, hatta hayvanların ve tabiatın hakkını çiğneyen kimse, kısa vadede kazançlı çıktığını zannetse de aslında ziyanda ve iflastadır.

İflas eden gerçek müflisin nerede ve ne zaman iflas etmiş olduğunu

Hz.Peygamber (s.a.s) şöyle haber vermiştir:

Yazının Devamı

Aileyi zararlardan korumalıyız

İlk insan Adem(a.s) peygamberi ve ona eş olarak da Havva annemizi yaratan Allah'tır. Adem peygamber ve Havva annemizden oluşan Aileyi Yüce Allah cennette kurmuş ve bu ailenin çocuklarını cennete mirasçı olarak yeryüzüne indirmiştir.

Aile dünya hayatında başlayan ahiret hayatında da devam eden bir kurumdur.

Aile ve bireylerini korumayı bizzat Allah şöyle emretmiştir.

Yazının Devamı

Hesap gününü unutmayalım

Hesap Günü, Dünya hayatında iken insanların yaptıkları iyilik ve kötülüklerden dolayı Allah tarafından âhirette hesaba çekilecekleri günün adı "Din günü - Ceza günü-" ile hemen hemen aynı anlama gelir.

"Hesap gününe iman etmek, İslâm dininin inanç esaslarından birini teşkil eder. Bu günün hak olduğu, bir gün mutlaka gerçekleşeceği Kur'ânla sabittir. "Allah herkesi kazandığının karşılığını vermek üzere (diriltecektir). Şüphesiz Allah, hesabı çabuk görendir" (14/İbrâhim, 51) buyrulmaktadır. Diğer bir âyette Hak Teâlâ şöyle buyurur: "Elbette kendilerine peygamber gönderilenlere de gönderilmiş olan peygamberlere de soracağız. Ve onlara olup bitenleri tam bir bilgi ile mutlaka anlatacağız. Zaten Biz onlardan uzak değiliz." (7/A'râf, 6).

Âyetlerden açıkça anlaşılıyor ki, sorguya çekilmesi gereken herkesin, "Hesap günü", ifadesi alınacaktır. Kendilerine peygamber gönderilen her ümmete peygamberlere itaat edip etmedikleri; peygamberlere de, tebliğ vazifelerini ne dereceye kadar yaptıkları ve nelerle karşılaştıkları sorulacaktır. Şu kadar var ki: "Biz bir Resûl göndermedikçe azap edecek değiliz" (17/İsrâ, I5) âyet-i celîlesi hükmünce, kendilerine "Resûl" gönderilmeyenler bu hesap ve azaptan muaf olacaklardır. Diğer insanlar da dünyadaki amellerine göre hesaba çekileceklerdir:

Yazının Devamı

Haşir/ Ölümden sonra tekrar dirilmek

Dünya hayatı bittikten sonra ebedi hayat yeri olan ahiret yurdunda hesaba çekilmemiz için yeniden diriltileceğiz. İsrafil a.s.ikinci kez sura üfleyecek ve herkes kabirlerinden kalkarak mahşer yerinde toplanacaktır.

Dünya hayatı, anlamsız ve gayesiz bir hayat olmadığı gibi, ölüm de sonu hiçlik olan bir yok oluş değildir. Dünya hayatı ahiretin tarlası ve hayırlı faaliyetler alan, ölüm ise bu faaliyetlerin, yapılan işlerin karşılığını bulacağımız ebedi varlık sahasına geçişi sağlayan bir dönüm noktasıdır.

Öldükten sonra tekrar dirilmeğe ve hesap için Allah’ın huzurunda toplanmağa haşir diyoruz. Haşir, kelime olarak zaten toplanmak, bir araya gelmek demektir. Toplanacağımız geniş alana da mahşer yeri diyoruz. Haşir, büyük meleklerden biri olan İsrafil (as) ın Sur’a ikinci defa üfürmesiyle başlar. Bu üfürmeğe Nefha denir. Sur’un sesini duyan bütün mahlûkat süratle kabirlerinden ve bulundukları yerlerden çıkıp hesap yerinde Arasat meydanında toplanırlar. Yüce Allah (cc) bu durumu şöyle haber vermektedir:

Yazının Devamı

İstişare Kur’an-ı Kerim’in emridir

Cenâb-ı Hak, Resûlü’ne ve biz ümmetine hitâben:

“(Yapacağın) işlerde onlarla (müminlerle) istişâre et. (Bir işe) azmettiğin zaman da, artık Allâh’a tevekkül et. Muhakkak ki Allâh, kendine tevekkül edenleri sever.” (Âl-i İmrân, 159) buyurmak sûretiyle Resûlullâh’ın şahsında bütün müminlere istişârenin ehemmiyetini bildirmiştir.

Müminlerin önemli hususlarda birbirleriyle istişâre hâlinde bulunmaları gerektiğini de “Onların işleri, kendi aralarında istişâre iledir.” (eş-Şûrâ, 38) âyetiyle beyân buyurmuştur.

Yazının Devamı

ALLAH DİNİNE YARDIM EDENE YARDIM EDER

Allah, yarattığı her şeyi güzel yapmıştır (32/Secde, 7). O, insanı da en güzel biçimde yaratmıştır (95/Tîn, 4). İnsana şekil verip şeklini güzel yapan ve onları temiz/güzel besinlerle rızıklandıran Allah’tır (40/Mü’min, 64). Allah, insanı şan ve şeref sahibi kılarak ona ikram etmiş, güzel rızıklar vermiş, yarattıklarının çoğundan üstün kılmıştır (17/İsrâ, 70). Gökleri ve yeri yaratan, gökten suyu indirip onunla rızık olarak bize türlü meyveler çıkaran, izni ile denizde yüzüp gitmeleri için gemileri emrimize veren, nehirleri de bize akıtan ancak Allah’tır (14/İbrâhim, 32). Âdetleri üzere seyreden güneşi ve ayı bize faydalı kılan, geceyi ve gündüzü istifâdemize veren yine Allah’tır (14/İbrâhim, 33). O, yerde ne varsa hepsini bizim için yaratmıştır (2/Bakara, 29). O bize istediğimiz her şeyden vermiştir. Eğer Allah’ın nimetlerini sayacak olsak, onu sayamayız (14/İbrâhim, 34; 16/Nahl, 18).

Bunca nimet ve ihsânını sunan Yüce Allah insanları ancak kendisine ibâdet/kulluk yapsınlar diye yaratmıştır (51/Zâriyât, 56). Kur’an’ın nazarında, hayat bir imtihan, daha doğrusu bir imtihanlar zinciridir. Semâvât ve arzın yaratılışının gâyesi de zaten insanın imtihana tâbi tutulmasıdır (11/Hûd, 7). Ölüm ve hayatın yaratılışı da aynı gâyeyi taşır (67/Mülk, 2). Allah’ın dünya ve âhirette yardımını ve vaad ettiği cenneti kazanabilmesi için, insanın hayatı boyunca tâbi tutulacağı imtihanlarda İlâhî yardıma lâyık olduğunu ispatlaması lâzımdır (2/Bakara, 155; 3/Âl-i İmrân, 186; 23/Mü’minûn, 30; 29/Ankebût, 2-3). Bu imtihanlar, gerçekten iman edenlerle etmeyenleri birbirinden ayırır (3/Âl-i İmrân, 166-167, 169; 9/Tevbe, 16; 29/Ankebût, 3; 47/Muhammed, 31).

İnsandan kendine doğru adım atmasını isteyen Rabbimiz, dünya imtihanını kazanması için insandan gayret ve çaba ister. Tüm âlemlerin rabbi olan Allahu Teâlâ, insana verdiği bunca nimete şükür mü, yoksa nankörlük mü edileceğini dener. Onun için kul ile Allah arasındaki ilişkiler, kul öncelikli olmalıdır. Sünnetullah dediğimiz Allah’ın değişmez kanunlarındaki icraat böyle istemektedir. Kul, Allah’a iman edip Allah ve Resûlüne itaat edecek, Allah da onları büyük kurtuluş olan, içinde ebedî kalacakları cennetlere koyacaktır (4/Nisâ, 13). Kul şükredecek, Allah da (nimetlerini) arttıracaktır (14/İbrâhim, 7). Kul ihsân edecek, Allah da ihsân eden kulu sevecektir (2/Bakara, 195). Kul, Allah uğrunda cihad edecek, Allah da kendi yollarına eriştirecektir (29/Ankebût, 69). Kul, duâ edecek, Rabbi de duâsına icâbet edecektir (40/Mü’min, 60). Kul Allah’ı zikredecek, Allah da kulunu zikredecektir(2/Bakara, 152). Kul Allah’a bir adım yaklaşacak, Allah da bir arşın ona doğru yaklaşacaktır. Kul yürüyerek O’na doğru giderse Allah da koşarak cevap verecektir ( Buhari, Tevhid 5. )Allah, iman edip sâlih amel işleyen kullara, daha önceki ümmetleri hâkim kıldığı gibi, yeryüzünde halife kılacak, dinlerini yerleştirip koruyacak, yani onlara devlet nimetini de ihsan edecektir. Yeter ki, kullar sadece Allah’a kulluk ve ibâdet edip, hiçbir şeyi O’na şirk koşmasınlar, O’na hiçbir şeyi eş tutmasınlar, yani zafere, devlete lâyık olsunlar (24/Nûr, 55).

Yazının Devamı

MÜSLÜMANLAR İÇİN MESCİD-İ AKSÂ'NIN ÖNEMİ

Etrafı mübarek ve bereketli olan Mescid-i Aksâ’nın, yüce dînimizde ulvî bir yeri ve yüksek bir fazîleti bulunmaktadır. Zîrâ o, İslâm’ın ilk kıblesidir. Müslümanlar,namaz farz olduğu andan itibaren hicretin on altıncı ayına kadar Mescid-i Aksâ’ya yönelerek namaz kılmışlardır. Diğer taraftan Peygamberimizin “İsrâ hâdisesi”nin bitiş noktası ve Mîrâc’ın başlangıç noktası da Mescid-i Aksâ olmuştur. Allâh Resûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, bir hadîs-i şerîflerinde şöyle buyurmuşlardır:

“(Ziyâret maksadıyla) ancak üç mescide seyahat edilebilir: Mescid-i Harâm, benim şu mescidim ve Mescid-i Aksâ.” (Buhârî, Fedâilü’s-Salât, 6; Müslim, Hacc, 288/827)

Diğer bir hadîs-i şerîfte de şöyle buyrulmaktadır: “Hazret-i Süleymân, Beytü’l-Makdis’i binâ ettiği zaman, Allâh’tan kendisine üç imtiyaz vermesini istedi: 1–İlâhî hükme muvâfık düşecek hüküm (verme melekesi) taleb etti; bu O’na verildi. 2–Kendisinden sonra kimseye verilmeyecek bir saltanat taleb etti; bu da O’na verildi. 3–Mescidin inşaatını bitirdikten sonra, bu mescide sırf namaz kılmak için gelenlerin, oradan çıkarken, annelerinden doğdukları gündeki gibi bütün günahları affedilmiş olarak çıkmalarını istedi; bu duâsı da kabûl edildi.” (Nesâî, Mesâcid, 6; İbn-i Mâce, İkâmetü’s-Salât, 196/1408)

Yazının Devamı

İslam’da Doğruluk ve Önemi

Doğruluk; doğru olma hali, dürüstlük, sıdk, sadâkat, istikamet, hak, birr, hidâyet anlamına gelen itikadî ve ahlâkî bir kavramdır. Doğruluk, Allah’ın emrine ve yasaklarına uygun bir yol izlemek ve insanların haklarına riâyet etmek demektir. İman eden ve inancını hayata geçiren doğru insan, Hz. Peygamber’in en güzel ahlâkını örnek alır. Kur’ân-ı Kerim, doğruluğa dair birçok âyet içerir. Doğruluk anlamında, hak, istikamet, birr, hidâyet vb. kelimeler de kullanılmasına rağmen doğruluk, daha çok “sıdk” kelimesiyle karşılanır. Sadece “sıdk” kelimesi ve türevleri Kur’an’da 155 yerde kullanılır; yalan ve yalancılık anlamına gelen “kizb” kelimesi ise Kur’an’da tam 282 yerde geçer.

Doğruluk, ahlâkî vasıfların tümünü kendinde toplar. Özünde Allah’a, meleklere, âhirete, kitaplara, peygamberlere inanan, namaz kılan, zekât veren, oruç tutan, sabreden, sözünde duran, cihad eden... mü’minlerin bütün bu vasıfları doğruluk halinin tezâhürleridir. Doğruluk vasfı, doğru yolun anlaşılmasıyla gerçeklik kazanır. “Ancak Sana ibâdet eder ve ancak Senden yardım isteriz. Bizi doğru yola ilet. Nimet verdiğin kimselerin yoluna; gazaba uğramışların ve sapmışların yoluna değil.” (1/Fâtiha, 5-7) âyetleriyle doğru yolun temel istek olduğunu vurgulayan Kur’an, baştan sona doğruluğun yolunu ve bunun aksi olan sapıkların yolunu açıklar. Allah’a kulluk etmek, doğruluğun ve doğru yolun ta kendisidir. Allah, O’na inananları ve kendi yoluna uyanları rahmet ve lutfa mazhar eder, onları doğru yola iletir. “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol.” (11/Hûd, 112; 42/Şûrâ, 15) buyuran Allah, hâlis kullarını şeytandan korumaktadır. Allah, mü’minlerin kendisinden korkmalarını ve ölçüyü doğru tutmalarını emretmektedir. Sözün de doğru olması için uyarılan mü’minler, doğrulukları karşılığında cennete gireceklerdir. Onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.

Doğruluk, en iyi, takvâ halinde gerçekleşebilir. Âyette “Doğrularla beraber olun.” (9/Tevbe, 119) buyurulması, bu kavramın toplumsal oluşuna delâlet eder. Doğruluk bir mîsaktır, kulluk ahdidir. Ahde vefâ ve sadâkatin mükâfatı, hem dünyada, hem âhirette verilecektir. Sıddıkların özellikleri, ana hatlarıyla açıklanmıştır. Bunlar; sabır, itaat, infak, istiğfâr, ihlâs, takvâ, hayâ, emânet gibi özelliklerdir.

Yazının Devamı

HZ. MUHAMMED (S.A.S.)’İN DOĞUMU (Mevlid Kandili)

Yüce Allah, varlıkların en şereflisi olarak yarattığı insanlara, peygamberler ve onların vasıtasıyla göndermiş olduğu suhuf ve kitaplar ile iki cihan mutluluğunun yollarını göstermiştir. Peygamberler, Allah’ın emir ve yasaklarını hem sözleriyle ve hem de davranışlarıyla insanlara açıklamışlar, Allah’a kulluk konusunda onlara rehberlik etmişler, insanlara yaşayışlarıyla örnek olmuşlardır.

Allahu Teâlâ yeryüzüne kesin sayılarını ancak kendisinin bildiği pek çok peygamber göndermiştir. Kendilerine peygamber gönderilmeyen hiçbir toplum yoktur. (Fâtır, 35/24) Peygamberlerden sadece bir kısmının ismi Kur’an’da bildirilmiştir. Peygamberlerin ilki Hz. Âdem (a.s.)’dir. (Ahmed, V, 178) Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.s.) de peygamberlerin sonuncusu yani “Hâtemü’l-Enbiya”dır.

Kur’an-ı Kerim’de bu konu şöyle açıklanmıştır: “…O, Allah’ın Resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur...” (Ahzâb, 33/40) Bu ayet-i kerime Hz. Peygamber (s.a.s.) ile birlikte peygamberliğin sona erdiğini, Yüce Allah’ın artık bir daha dünyaya peygamber göndermeyeceğini haber vermektedir. Allah Resûlü (s.a.s.) de şöyle buyurmuştur: “Benimle benden önceki peygamberlerin benzeri, şu bir kimsenin benzeri gibidir ki, o kişi bir ev yaptırmış, binayı tamamlayıp süslemiş de yalnızca bir köşede bir tuğlası eksik kalmış. Bu durumda insanlar binaya girip gezmeye başlarlar ve eksik yeri görüp hayret ederek; ‘Şu bir tuğlanın yeri boş bırakılmış olmasaydı’ derler. İşte ben o tuğlayım, ben peygamberlerin sonuncusuyum.” (Buharî, Menakıb, 18)

Yazının Devamı

Emr-i Bi’l-Ma’ruf, Nehy-i Anı’l-Münker

Peygamber Efendimiz (s.a.s.)’den sonra nübüvvet kapısının kapanmasıyla birlikte insanları hayra ve iyiliğe davet etme vazifesi Müslümanlara geçmiştir. Kur’an-ı Kerim’de, “Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten men eder ve Allah’a iman edersiniz.”(Âl-i İmrân, 3/110) buyrularak, iyiliği emredip, kötülükten alıkoymanın, Müslümanları diğer insanlardan daha hayırlı bir konuma yükselten önemli bir özellik olduğu belirtilmiştir.

Kur’an-ı Kerim’de ve hadis-i şeriflerde iyiliği emretmek kavramı “emr-i bil ma’ruf” ve kötülükten sakındırmak da “nehy-i anilmünker” tabiriyle ifade edilmiştir.

Ma’ruf sözlükte; bilinen, tanınan, iyi muamele, tatlı dil, ihsan ve İslam’ın hoş gördüğü her şeydir. Dinî terim olarak ma’ruf; İslam’ın hükümleri, genel prensipleri ve emirleri uyarınca yapılması ve söylenmesi gereken her söz ve fiildir. Sözlükte; çirkin, kötü, yadırganan şey anlamına gelen münker, dinî bir kavram olarak, Allah’ın razı olmadığı, İslam’ın çirkin, kötü, kabahat, günah ve haram olarak bildirdiği davranışlardır. Münker, ma’rufun zıddıdır. (Dini Kavramlar Sözlüğü, DİB. Yay. Sh. 408, 497)

Yazının Devamı

En güzel miras eğitim ve öğretim

ilindiği üzere fertlerin ve toplumların maddi ve manevi her alanda yükselmeleri ve ilerlemeleri ilim sayesinde olmaktadır. Bu sebeple dinimiz, ilme, okumaya ve öğrenmeye büyük değer vermiş; ilim tahsilini kadın ve erkek her Müslümana farz kılmıştır. O kadar ki, insanlığa doğru yolu ve gerçek saadeti göstermek üzere indirilmiş olan Kur’an-ı Kerim’in ilk emri “Oku” (Alak, 1-5) olmuştur. Kur’an-ı Kerim’in birçok ayetinde ilim sahipleri diğer insanlar arasından seçilip yükseltilmiş; cehalet ve bilgisizlik de yerilmiştir. “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” (Zümer, 9) , “Allah içinizden iman edenlerle, ilme nail olanların derecelerini yükseltir” (Mücadele, 11), “Kulları içinde Allah’tan gerektiği şekilde ancak ilim sahipleri korkar” (Fatır, 28) ayetleri de bu gerçeği ifade etmektedir.

İlim, küfrü ortadan kaldıran, sapıklığı yok eden ve karanlığı delen ve insanlığın yolunu aydınlatan bir ışıktır. Hak batıldan, hayır şerden, iyi kötüden, doğru eğriden, güzel çirkinden ilim ile seçilir. İlim zenginliği mal zenginliğinden üstündür. Mal sarf etmekle azalır, ilim ise sarf etmekle çoğalır. Vücudun gıdası yemek ve içmek olduğu gibi, ruhun gıdası da ilim ve hikmettir. İnsanın kendisine gerekli olan ilmi öğrenmesi farz, ilmi öğretmek ise sadakadır. Bu sebeple, dinimiz ilim ile uğraşmayı nafile ibadetten üstün saymış ve ilim rütbesini rütbelerin en yükseği olarak kabul etmiştir.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır: “Çocuğun babası üzerindeki hakkı güzel bir isim vermesi ve terbiyesini (eğitimini) güzel yapmasıdır.” (Hadis Ansiklopedisi, s.7, sh. 363) Dolayısıyla çocuğun; ailesine, cemiyetine faydalı bir şekilde yetişmesi; ihtiyaç duyduğu bütün insanî ve ahlakî faziletleri, sosyal kuralları, dini inanç ve değerleri öğrenmesi ve yaşaması; ruhi ve bedeni bakımdan sağlıklı, bilgili ve hünerli olabilmesi için ana babanın bütün imkânları kullanarak gayret sarf etmeleri gerekir. Temiz bir yaratılışla, günahsız olarak dünyaya gelen çocuğun eğitim ve terbiyesinde Peygamber Efendimizin prensiplerine, konuyla ilgili tavsiyelerine uymak işimizi kolaylaştıracaktır. Milletine ve memleketine faydalı evlatlar yetiştirmek için üzerimize düşen görevlerimizi yerine getirmek, bize mutluluk, ülkemize güven vereceği gibi; öldükten sonra da geride hayırlı bir evlat bırakmanın sevincini bize ahiret hayatında da yaşatacağını unutmayalım.

Yazının Devamı

Tevbe ve istiğraf etmeliyiz!

TEVBE ALLAH'A YAKINLIĞIN EN MÜHİM VÂSITASIDIR

Başta peygamberler olmak üzere bütün velîler, sâlihler ve sâdıklar; darlıkta ve bollukta, kederde ve sevinçte dâimâ Cenâb-ı Hakk’a ilticâ etmişler ve O’na niyâz hâlinde bulunmuşlardır. Duâ ve istiğfardan müstağnî kalabilecek hiçbir kul tasavvur olunamaz. Duâ ve istiğfar, gerçek mâhiyetiyle derûnî bir nedâmet ve ilticâ mânâsını ihtivâ ettiğinden, Allâh’a yakınlığın en mühim vâsıtasıdır.

TEVBE ALLAH'A YAKINLAŞMANIN İLK ADIMIDIR

Yazının Devamı

Gıybet ve iftira haramdır

Gıybet ve iftira haramdır

Yüce dinimiz İslam; sosyal ilişkilere, ahlâkî davranışlara, kişilik haklarının korunmasına, güven, huzur ve barış ortamını yok edecek, kavga, tartışma ve dargınlıklara sebep olacak davranışlardan kaçınılmasına büyük önem vermiştir. Gıybet ve iftira bu davranışlar arasında yer almaktadır.

Gıybet; bir insanı gıyabında eleştirmek, çekiştirmek ve hoşlanmayacağı sözler söylemektir. Halk arasında buna “dedi-kodu”da denir. Kişinin bedeni, nesebi, ahlâkı, işi, dini, elbisesi, evi, bineği ve benzeri şeyler dedikodu konusu olabilir. Gözün şaşılığı, saçların döküklüğü, uzun veya kısa boylu, siyah veya sarı renkte olmak gibi nitelikler hakkında alaylı bir şekilde bahsedilmesi gıybet olur.

Yazının Devamı

Mükellefin görevleri

Mükellef İslam Dininin emirlerini yerine getirmek ve yasaklarından sakınmakla sorumlu olan Müslüman

kişiye denir.

Bir kimsenin mükellef olabilmesi için üç şart vardır:

Yazının Devamı

İki aç kurt/mal ve makam düşkünlüğü

O, bu sınırlı ömrün her anından, hesaba çekilecektir. Bunun için insanın, ömrünü ve zamanını çok iyi değerlendirmesi gerekir. Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) her konuda olduğu gibi, çalışma hususunda da bizler için en güzel örnek olmuştur. Peygamberimiz özellikle çalışma ve emek harcama konusunda daima diğer insanlarla eşit bir muameleye tabi olmak istemiştir. Bu hususu kendi ailevi hayatında ve cemiyet hayatında bizzat yaşayarak, tüm insanlığa örnek olmuştur. Başkasına yük olmayı değil, onlara yardımcı olmayı prensip edinmiştir. Yüce dinimiz İslâm; çalışma hayatında karşılıklı sevgi, saygı, hak, hukuk ve adaletli olmayı prensip edinmemizi emretmiş, bu ilkelere uygun hareket edilmesini tavsiye etmiştir. Çünkü çalışmak, hayatımıza huzur ve bereket getirir. Bir Müslüman her konuda olduğu gibi, çalışma konusunda da dünyasını ve ahiretini birlikte düşünmelidir. Zamanı en iyi şekilde değerlendirmek, ancak çok iyi çalışmakla olur. Çünkü dünya ve ahiret saadeti, ancak hayırlı ve verimli bir çalışma ile elde edilir. Helâl kazanmak için alın teri ve göz nuruyla gayretli çalışmak ve helâlinden üretip helâl yolda harcamak Peygamberlerin sünnetidir. Çünkü Peygamberler de terzilik, marangozluk, çiftçilik, ticaret gibi çeşitli meslek ve zanaat ile meşgul olmuşlar, kimseye yük olmadan kendileri ve aileleri için helâl rızık temin etmişlerdir. Nitekim bu gerçek, Kur’an-ı Kerim’de: “Doğrusu insanın eline geçecek olan, kendi çalışmasından başkası değildir”( Necm, 39.) şeklinde ifade olunmuştur. Yüce Rabbimiz Kur’an’da, bizim; hem dünya hem de ahiret için çalışmamızı emrediyor. Kasas Sûresi’nin 77’inci ayetinde: “Allah’ın sana verdiğinden (O’nun yolunda harcayarak) ahiret yurdunu ara. Ama dünyadan da nasibini unutma. Allah’ın sana ihsan ettiği gibi, sen de (insanlara) iyilik et...” buyurulmaktadır.

Müslüman hem dünya hayatını, özelliklede ahiret hayatını kazanmaya çalışmalı dünyaya aşırı bir şekilde dalmamalıdır.

Şu hadisi şerif bu konuda bize ne güzel yol haritası çiziyor.

Yazının Devamı

Sahabeden cennetlik bir adamın hikayesi

Hz.Enes (r.a.) anlatıyor:

Bir gün Resûlullah (s.a.s.) ile birlikte otururken O “biraz sonra size cennetliklerden olan bir adam çıkıp gelecek” diye haber verdi. Sonra baktık ensardan bir adam abdest almış, sakalından sular damlayarak, sol eline ayakkabılarını bağlamış bir şekilde geliyor. Ertesi gün Hz. Peygamber (s.a.s.) yine aynı şeyi söyledi, bir de baktık yine aynı adam çıkıp gelmiş. Üçüncü günde de Allah Resûlü aynı şeyi söyledi, sonra bir baktık yine aynı adam, yine aynı ilk haliyle yanımıza geldi! Allah Resûlü kalkınca Abdullah bin Amr bin As o adamın ardına düştü ve kendisine “babamla biraz tartıştım. Eve girmeyeceğime dair üç kere yemin ettim. Eğer izin verirsen bu üç geceyi senin yanında geçirebilir miyim?” dedi. Adam “evet, olur” dedi. Abdullah üç gece boyunca adamın her hareketini inceden inceye süzüyordu. İlginç bir şekilde adamın geceleyin ibadete kalkmadığını görüyordu. Şu var ki adam, geceleyin uyanıp da sağından soluna dönerken Allah’ı zikrediyor, tekbir getiriyordu. Sonra sabah namazı vakti olunca da namaza kalkıyordu.

Abdullah şöyle demiştir: “Bu üç gün boyunca adamda olağanüstü hiçbir şey göremedim. Şu var ki adam hayırlı sözden başka bir şey konuşmuyordu. Nihâyet üç gün doldu ve ben adamın amelini gözümde küçümsemeye başladım. Sonunda dayanamayıp adama şöyle dedim: Ey Allah’ın kulu! Babamla aramda hiçbir tartışma geçmemişti. Ancak ben Allah Resûlü’nün üç kere “birazdan yanınıza cennetliklerden bir adam gelecek” dediğini duydum. Üç defasında da bu sözden sonra sen çıkıp geldin. Ben senin yanına yerleşip ne yapıp ettiğini görmek ve sana uymak istedim. Ama senin çok fazla bir amel yaptığını görmedim. Seni Allah Resûlü’nün söylediği dereceye ulaştıran şey nedir?” diye sordum.

Yazının Devamı

Torunu ve Kerbela şehidimiz Hz. Hüseyin

“Kerbelâ şehidi” diye tanınan bir sevgili mazlum insan...

Hz.Hüseyin hicretin 4. yılı Şaban ayının 5. günü Medine-i Münevvere’de doğdu. O günün sevincine melekler de katıldı. Hz. Hüseyin (r.a.)'ın doğduğu eve geldiler. Guruplar halinde ziyaret ettiler ve Resûl-i Ekrem Efendimiz ile tebrikleştiler. O gün Resûlullah Hz. Ali'yi (r.a.) kapıda bekçi bıraktı. Kimseyi içeriye almamasını tenbih etti. Meleklerin ziyareti tamamlanınca Efendimiz dışarı çıktı ve bekleyen ashâbını içeriye buyur etti. Hz. Ali’nin (r.a.) ziyarete gelen meleklerin sayısı konusundaki sözü hatırlatıldı. Efendimiz: “Nerden, nasıl bildin ya Ali?" diye sordu. Hz. Ali (r.a.) da: “Melekler gurup gurup geliyorlardı. Her biri ayrı bir dil konuşurlardı ve sayılarını bildirirlerdi” diye cevap verdi. Bunun üzerine Efendimiz: “Allah aklını ziyâde etsin ey Ali!” buyurdu.

Resûl-i Ekrem Efendimiz sevgili torununun kulağına ezan okudu ve adını Hüseyin koydu. Yedinci günü Akîka kurbanı kestirdi. Aynı gün saçlarını traş ettirip kızı Fâtıma’ya verdi ve: “Ey Fâtıma! Hüseyin’in saçları ağırlığınca sadaka ver” buyurdu. O da oğlunun saçları ağırlığınca gümüşü fakirlere dağıttı.

Yazının Devamı

Muharrem ayının önemi

18 Temmuz Çarşamba günü hicrî yılın ilk ayı olan Hürmetli ay Muharrem ayı başlıyor.Hayırlı ve mübarek olsun. Muharrem ayı, biz Müslümanlar açısından olduğu kadar önceki peygamberler ve ümmetleri için de büyük bir önem taşımaktadır. Zira bu ay tarihin seyrini değiştiren bir çok olayın gerçekleştiği bir zaman dilimidir. Bunlar şöyledir.

1. Allah, Hz. Musa'ya (a.s.) Âşura Gününde bir mucize ihsan etmiş, denizi yararak Firavun ile ordusunu sulara gömmüştür.

2. Hz. Nuh (a.s.) gemisini Cûdi Dağının üzerine Âşura Gününde demirlemiştir.

Yazının Devamı

Helal kazanç helal lokma

Yüce Dinimiz İslama göre meşru ve mubah sayılan yollardan elde edilmiş her gelir helal kazançtır. İslam, helal yollardan olması şartı ile para kazanmayı ve mülk edinmeyi teşvik eder. Zira İslam’ın beş şartını, dinen zengin sayılanlar tam olarak yerine getirebilirler. Helal kazanç; sağlık, afiyet, huzur ve sükun vesilesidir.Hayatta gerçekten afiyet istiyorsak, yediklerimizin temiz ve helal olmasına titizlikle dikkat etmemiz gerekiyor.

Allahu Teâlâ, iyi, temiz ve insan sağlığına yararlı maddeleri helâl, kötü, pis ve insan sağlığına zararlı şeyleri haram kılmıştır. Buna göre, helâl dairesinde kalanlar, Allah’ın zaten temiz yarattığı bünyeyi ve sosyal hayatı korumuş olmakta, haramzadeler ise kendilerinden başlayarak temiz olan doğal ortamı kirletmektedirler. Bu konuda Yüce Rabbimizin beyanı şöyledir:

"Orada hem sizin için hem de rızkları size ait olmayanlar için (gerekli)geçim vasıtaları yarattık."[1] o halde "Ey iman edenler! Size verdiğimiz rızkların helal ve temiz (tayyib) olanlarından yiyin." [2]

Yazının Devamı