Mehmet Sönmezoğlu

Mehmet Sönmezoğlu

Mübarek yolculuk; Hac

Her yıl olduğu gibi bu yıl da milyonlarca Müslüman, Yüce Allah'ın emrine uyarak, büyük bir coşku ve heyecanla kutsal topraklara doğru akın etmektedirler. Bilindiği gibi hac, dünyanın dört bir yanından koşup gelen her ırk, renk ve dilden Müslümanı bir araya getiren büyük bir ibadettir.

Hac, kelime olarak; "kastetmek, yönelmek ve ziyaret etmek" demektir. Dinî anlamı ise; "belirli vakitte Arafat'ta bulunmak (vakfe) ve Kâbe'yi usulüne uygun olarak ziyaret etmek (tavaf) suretiyle yapılan bir ibadettir. Haccı daha geniş anlamıyla şöyle tarif edebiliriz:

Hac; ihram, "lebbeyk Allahümme lebbeyk..." diye seslenmek demek olan telbiye, tavaf, sa'y, Arafat dağında arefe günü öğleden akşam güneş batıncaya kadar kısa bir süre de olsa ayakta durup dua etmek (vakfe). Şeytan taşlama, kurban kesme ve tıraş olma gibi bir takım sembol niteliğindeki uygulamaların bir araya toplandığı en büyük kulluk hareketidir. Bu niteliği sebebiyledir ki İslam'ın beş esasının en son farz kılınanı olmuştur. Bu yönüyle hac, kullukta zirveyi temsil eder, yani o bir kemaldir. En geniş kapsamlı bir kulluk hareketi ve bir ameldir. (Riyâzü's-SâlihînTerc. Erkam Yay. c. 5, sh. 560) Hac, özel mekânı ve zamanı olan bir ibadettir. Hac ibadeti için belirlenenbu özel zamanhicri takvimdeki Şevval ve Zilkade aylarının tamamı ile Zilhicce ayının ilk 10 günü; özel mekânı ise, Mekke-i Mükerreme sınırları içerisindeki harem bölgesidir.

Yazının Devamı

Cennet annelerin ayağının altındadır

Yüce Rabbimizin en mükemmel olarak yarattığı insanların, dünyaya gelmesi için anneye ihtiyaçları vardır. İnsan neslinin devamını sağlama, yetişkinlik çağına kadar onların ihtiyaçlarını temin etme, terbiye ve eğitimleriyle ilgilenme, hastalıklardan ve tehlikelerden koruma görevini de anne-babaya verilmiştir. Bu nedenle Kur'an-ı Kerim'de, Allah'a itaat ve ibadetten sonra anne-babaya saygı gösterilmesi, iyilik ve ikramda bulunulması emredilmiştir.

Kendi ihtiyaçlarını karşılamaktan aciz, ilgi ve şefkate muhtaç olan çocukların yüce Allah'tan sonra en çok muhtaç olduğu insan annedir. Anne; sevgi, şefkat ve merhamet demektir. Annesiz çocuklar; boynu bükük, kalbi kırık ve mahzundur. Bir insan için annenin önemi çok büyüktür, onun yerini hiçbir şeyin doldurması mümkün değildir. Anne kucağı sıcak yuvadır, huzurdur, güvendir, en iyi sığınaktır.

Kur'an-ı Kerim'de, çocuğun dünyaya gelişinde annenin üstlendiği görev ve çektiği sıkıntılara dikkat çekilerek, insandan annesine teşekkür etmesi ve iyilikte bulunması istenmiştir: "...Sizi annelerinizin karnında bir yaratılıştan öbürüne geçirerek üç (kat) karanlık içinde oluşturuyor..." (Zümer, 39/6) "İnsana da, anne babasına iyi davranmasını emrettik. Annesi onu her gün biraz daha güçsüz düşerek karnında taşımıştır. Onun sütten kesilmesi de iki yıl içinde olur. (İşte onun için) insana şöyle emrettik: "Bana ve anne babana şükret, dönüş banadır." (Lokman, 31/14), "Biz insana anne babasına iyi davranmayı emrettik. Annesi onu ne zahmetle karnında taşıdı ve ne zahmetle doğurdu!" (Ahkâf, 46/15) Varlık sebebimiz olan annelerimiz hiçbir zaman incitilmemeli; onlara daima hürmet gösterilmeli ve iyi davranılmalıdır. Nitekim Yüce Allah, Kur'an-ı Kerim'de kendisine kulluk edilmesini emrettikten sonra ikinci sırada anne-babaya iyilik edilmesini emretmiştir: "Rabbin, kendisinden başkasına asla ibadet etmemenizi, anaya-babaya iyi davranmanızı/ihsanda bulunmanızı kesin olarak emretti..." (İsrâ, 17/23), "Allah'a ibadet edin ve ona hiç bir şeyi ortak koşmayın, ana babaya (...) iyilik edin." (Nisâ, 4/36)

Yazının Devamı

İbadetlere devam etmenin fazileti

Yüce Allah insanoğluna sayısız nimetler vermiştir.Yerleri ve gökleri insanoğlunun emrine vermiş,insanoğlunun da ibadet etmesini istemiştir.

Yüce dinimiz İslam'a göre, ibadetlerde asıl olan halis bir niyetle, düzenli ve sürekli yapılmasıdır. Ancak o zaman ibadetlerde hedeflenen takvaya ve ebedî kurtuluşa erişme gerçekleşebilir. Bunun için insanın Allah'a kullukta samimi, bilinçli ve azimli olması gerekir.

Müslüman, her şart ve durumda Allah'a kullukta sebat etmelidir. Ne sahip olduğu mal mülk, makam mevkii, ne evlatlar yani hiçbir dünyevî menfaat insanı Allah'a kulluktan alıkoymamalıdır. Kur'an-ı Kerim bu konuda mü'minlere şöyle ikazda bulunmaktadır:"Ey iman edenler! Mallarınız ve evlatlarınız sizi, Allah'ı zikretmekten alıkoymasın. Her kim bunu yaparsa, işte onlar ziyana uğrayanların ta kendileridir."(Münâfikûn, 63/9)

Yazının Devamı

Bin aydan daha hayırlı bir gece “Kadir Gecesi”

Rahmet ve bereket ayı Ramazan'ın son günlerinde kadri, kıymeti ve değeri çok büyük bir gece olan Kadir Gecesi'ne kavuşmuş bulunuyoruz. 17 nisan pazartesiyi salıya bağlayan bu gece, bin aydan daha hayırlı olan mübarek Kadir Gecesi'dir.

Zaman ve mekânlar, kendilerinde meydana gelen önemli hadiselerden dolayı değer kazanırlar. Kadir Gecesi'nin değeri de, insanlara dünya ve ahiret mutluluğunun yollarını gösteren, beşeriyeti karanlıklardan çıkarıp, aydınlığa kavuşturan, yüce kitabımız Kur'an-ı Kerim'in bu gece indirilmiş olmasından dolayıdır.

Kur'an-ı Kerim gibi insanlık için bir hidayet rehberi olan kitabın böyle bir gecede inmesi ona müstesna bir şeref kazandırmış, kadrini yüceltmiştir.

Yazının Devamı

Berat gecesinin önemi

Berat gecesi(kandili) Şaban ayının onbeşinci gecesi,yani önümüzdeki pazartesiyi salıya bağlayan gecedir. Berat sözlükte; “bir zorluktan kurtulmak,azat olmak ve beri olmak” demektir. Ayrıca bu geceye “Leyle-i Mübâreke” de denir, bereketli bir gece. “Leyle-i Berâe” denir. “Leyle-i sâk” vesîka,belge gecesi denir. “Leyle-i rahme” ve rahmet gecesi de denir.

Berat gecesinde , bir yıl içinde olacak bütün işler hükme bağlanıp ifası için Cenab-ı Hak tarafından meleklere görev olarak verilir. Gecesini ibadet ve dua ile gündüzünü oruçlu geçirmek faziletlidir.

Berat gecesine ait beş haslet vardır:

Yazının Devamı

Hz. Yunus (A.S) ve Ninovalıların tövbelerinin kabul edilmesi

Hz YUNUS peygamberin görevli olduğu Ninova Halkı, putlara ve heykellere tapıyorlardı. Çok zâlimdiler. YUNUS (a.s) onları tevhîde dâvet etmeye başlayınca, kendisine sâdece iki kişi îmân etti. Biri âlim ve hakîm, öteki âbid ve zâhiddi. Diğerleri Hazret-i Yûnus’a:

“−Aramızda bu kadar kâhin, âlim ve sanatkârlarımız varken, sen tek başına ortaya çıkıyor, atalarımızın yolunun yanlış olduğunu söylüyorsun! Tanrılarımızı inkâr ediyorsun! Sen, kimsenin alışkın olmadığı hükümlerle ayağımızı mı bağlamak istiyorsun?!” dediler.

Ancak bu sözlerle de yetinmeyip Yûnus (a.s)'a türlü ezâ ve cefâda bulundular. Hazret-i Yûnus ise, onların yaptıklarına tahammül ve sabır gösteriyor, kendilerini yine merhametle tevhîde dâvet ediyordu. Allâh’ın azâbının çetin olduğunu hatırlatıyordu. Fakat onlar, bu îkazlara gülüp geçtiler:

Yazının Devamı

İsra ve Mirac

Üç ayların ilk ayı olan Recep ayının 27. gecesi Hz. Peygamber (s.a.s.)'in en büyük mucizelerinden birisi olan "İsrâ ve Mirac" hadisesinin meydana geldiği Mirac Kandili'dir.

İsrâ; Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.)'in Mekke'deki Mescid-i Haram'dan Kudüs'teki Mescid-i Aksa'ya Allahın emri ve iradesiyle geceleyin götürülmesi olayının adıdır. Hz. Peygamber (s.a.s.)'in İsrâ olayının ardından semaya yükselişi ve Allah'ın yüce katına kabul edilişine de "Mirac" denilmektedir.

Mirac, hicretten yaklaşık bir buçuk yıl önce, İslam tarihine "Senetü'l-hazen" olarak geçen hüzün yılında meydana gelmiştir. O yıl Peygamberimiz kendisini himaye eden amcası Ebu Talip ve vefakâr hanımı Hz. Hatice'yi peş peşe kaybetmiş, ayrıca İslam'ı tebliğ için gittiği Taif'te müşriklerin kötü muamelelerine maruz kalmıştı. Bütün bunlar Hz. Peygamber'i son derece üzmüştü. İşte böyle bir ortamda Hz. Peygamber (s.a.s.)'in üzüntüsünü ve sıkıntısını hafifletmek maksadıyla Allahu Teâlâ, O'nu yüce katına kabul etmiş, O'na çok büyük ikram ve ihsanlarda bulunmuştur. Hz. Peygamber (s.a.s.)'in Cenâb-ı Hakk'ın özel iltifatlarına mazhar olduğu mukaddes yolculuğundan kısaca bahsedelim.

Yazının Devamı

İslam'da birlik ve dayanışmanın önemi

Toplumların varlıklarını huzur ve güven içerisinde sürdürebilmeleri için birlik ve dayanışmanın önemi çok büyüktür. Dinimize göre; ferdin mutluluğu kadar, toplumun huzuru ve mutluluğu da önemlidir.

Bundan dolayı yüce dinimiz İslam, mü'minler arasında din kardeşliğini tesis etmiş (Hucurât, 49/10), bu kardeşliğin korunup geliştirilmesi için de karşılıklı sevgi, saygı, birlik-beraberlik ve yardımlaşma ve dayanışmayı şart koşmuştur. Zira kardeşlik, karşılıklı olarak birbirlerine faydalı olmayı, birbirlerine iyilik ve yardımda bulunmayı, sevinçleri paylaşmayı ve acılara ortak olmayı gerektirir.

Kur'an-ı Kerim'de; "Hep birlikte Allah'ın ipine (Kur'an'a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın. Hani sizler birbirinize düşmanlar idiniz de o, kalplerinizi birleştirmişti. İşte onun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz..." (Al-i İmran, 103) buyrularak, birlik ve beraberlik emredilmiş; ayrılığa düşmek, bölünüp parçalanmak ise yasaklanmıştır.

Yazının Devamı

İslam barış dinidir, savaş dini değildir!

Yüce dinimiz İslam'ın temel hedeflerinden biri de insanların dünya ve ahiret mutluluğunu sağlamaktır. Bunun için İslam; toplumda huzur,barış ve güvenin sağlanabilmesi için en temel haklar olan DİN, CAN, AKIL, NAMUS ve MAL güvenliğinin korunmasını temel esas olarak almıştır.

İslam dininin gayesi özelde Müslümanlar arasında kardeşlik, huzur, güven ve barışı gerçekleştirmek; genelde ise tüm insanlığın barış içerisinde yaşamasını sağlamaktır. Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyrulmaktadır: "Ey iman edenler! Hepiniz topluca barış ve güvenliğe (İslam'a) girin. Şeytanın adımlarını izlemeyin. Çünkü o, size apaçık bir düşmandır."(Bakara, 2/208)

İslam tam anlamıyla bir barış dinidir.Zira İslam kelimesi, barış, güven ve huzur anlamına gelen "silm" ile mutluluk, esenlik ve güvenlik manalarına gelen "selam" kelimelerinden meydana gelmiştir.

Yazının Devamı

Tövbei nasuh ile günahlardan arınmak

İnsan, yapısında bulunan zaaflarından dolayı nefsinin arzularına uyarak, dünya hayatının çekiciliğine ve şeytanın hilelerine aldanarak hata yapabilmekte, Yüce Allah'ın emir ve yasaklarına aykırı davranarak günah işleyebilmektedir.

İnsanların günah işlemekten uzak olmaları genellikle mümkün olamadığına göre herhangi bir günah işlendiğinde yapılması gereken hiç vakit geçirmeden bir an önce tövbe ederek bu günahtan kurtulmaktır. Çünkü günahlardan kurtulmanın yolu tövbe ve istiğfar ederek Allah'tan af ve mağfiret istemektir.

Tövbe etme konusunda acele edilmeli,çünkü Cenab-ı Hak, Kur'an-ı Kerim'de tövbeyi ölüm anına kadar ertelemenin doğru bir davranış olmadığını ve makbul olan tövbenin geciktirilmeden yapılan tövbe olduğunu açıklamaktadır: "Allah katında (makbul) tövbe, ancak bilmeyerek günah işleyip sonra çok geçmeden tövbe edenlerin tövbesidir. İşte Allah bunların tövbelerini kabul buyurur. Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.Yoksa (makbul) tövbe, kötülükleri (günahları) yapıp yapıp da kendisine ölüm gelip çatınca, "İşte ben şimdi tövbe ettim" diyen kimseler ile kâfir olarak ölenlerinki değildir. Bunlar için ahirette elem dolu bir azap hazırlamışızdır."(Nisâ, 4/17-18)

Yazının Devamı

Mübarek Üç aylar ve Regaib gecesi

Zaman su gibi akarken yeni bir Bereket ve manevîyat mevsimi üçaylara daha girmek üzereyiz. İnşaallah 23 ocak pazartesi günü mübarek üç ayları idrak etmiş olacağız. Şimdiden mübarek olsun.

Mü'minler için engin bir rahmet, mağfiret,tövbe ve arınma fırsatı sunan, mübarek zaman dilimi üç aylar mevsimine kavuşmanın sevinç ve mutluluğunu yaşıyoruz. Bizleri bugünlere ulaştıran Yüce Mevlamıza sayısız hamdü senalar olsun.

Bilindiği üzere maneviyat mevsimi üç aylar; birbiri ardınca gelen Recep, Şaban ve Ramazan aylarından oluşmaktadır. Kur'an ve hadis-i şeriflerde üç ayların faziletinden bahsedilmiş olması dinî kültürümüzde bu aylara ayrı bir önem verilmesine sebep olmuştur. Nitekim üç ayların ilki olan Recep ayı Kur'an ve sünnetteki ifadesiyle eşhuru'l-haram(Haram aylar) yani kan dökmenin ve savaşmanın yasak olduğu haram aylardandır. (Tevbe, 9/36; Buharî, Ehâdî, 5, Tevhid, 24) Recep ayı, Arapların İslam öncesinde de hürmet gösterdikleri ve aralarındaki savaşlara son verdikleri bir aydır.

Yazının Devamı

Allah zulmetmeyi yasaklamıştır

Yüce dinimiz İslam, yeryüzünde adaleti hâkim kılmayı hedeflermiş, zulmün ve haksızlığın her çeşidinide yasaklamıştır.

Zulüm genelde; bir şeyi kendine mahsus yerinden başka bir yere koymak, bir şeyin gereğini değil de zıddını yapmak, sınırı aşmak, doğru yoldan sapmak, adaletsizlik yapmak, hakkını vermemek olarak tarif edilmektedir.Zulüm, adaletin zıddıdır. Adalet bir fazilet, zulüm ise haysiyetsizliktir. Haksızlık, adaletsizlik, zorbalık, baskı ve işkence, başkasının canına kıymak, malını almak, namusuna göz dikmek gibi büyük küçük her türlü günah, isyan ve itaatsizlik zulümdür. En büyük zulüm ise şirktir.(Lokmân, 31/13)

Zulüm üç kısımdır: 1- İnsan ile Allah arasında vuku bulan zulüm. Bu şirk, küfür, nifak ve isyandır. 2- Kişi ile insanlar arasındaki zulüm. Haksızlık, hırsızlık, öldürme, iftira vb. günahlar. 3- Kişi ile nefsi arasında zulüm. Bu, Allah'a karşı görevlerini yapmayan ve insanlara zulmeden kimse neticede nefsine zulmetmiş olmasıdır. (Dini kavramlar Sözlüğü)

Yazının Devamı

Hz. Musa ve Yağmur Duası

Bir zamanlar Hz.Musanın kavmii, büyük bir kıtlıkla karşılaşmıştı. Uzun zamandan beri bir tek damla bile yağmur düşmüyor, yapraklar sararıyor ve toprak susuzluktan yer yer çatlıyordu.

Bunun üzerine bir gün Hz. Mûsa (a.s.) kendine inananları alıp yağmur duasına çıktı. Tam üç gün yağmur yağması için başta Hz. Mûsa (a.s.) olmak üzere, bütün müminler Allah’a dua ettiler ve niyazda bulundular.

Fakat bir türlü yağmur yağmıyordu. Bu durumda Hz. Musa (a.s.) merak ederek düşünmeye başladı. Yüce Allah (c.c.) bizim dualarımızı acaba niçin kabul buyurmuyor, yoksa büyük bir günah mı işledik? Şeklinde düşünürken Allah’a şöyle yalvardı.

Yazının Devamı

Müminlerde bulunması gereken özellikler (2)

5. Güvenilir insanlardır, emanetlerine ve verdikleri sözlere riâyet ederler

Mü'minlerin en belirgin özellikleri doğru, güvenilir ve dürüst olmalarıdır. Çünkü olgun bir mü'min, asla yalan konuşmaz, verdiği sözü mutlaka yerine getirir, kimseyi aldatmaz ve emanetlerine hıyanet etmez. Kur'an-ı Kerim de; "Emanetlerine ve verdikleri sözlere riâyet ederler" (Mü'minûn, 23/8) buyrularak, mü'minlerin bu özelliklerinden bahsedilir. "Münafığın alameti üçtür: Konuşunca yalan söyler, söz verince sözünü tutmaz, emanete ihanet" (Riyâzü's-Sâlihin, II, 615) buyuran Hz. Peygamber (s.a.s.) de, bu tür kötü huy ve davranışların olgun bir mü'mine yakışmayacağını bildirmiştir.

6. Sabırlıdırlar

Yazının Devamı

Mü'minlerde bulunması gereken özellikler (1)

Yüce Allah, insanoğlunu en güzel bir biçimde yaratmış (Tîn, 95/4), onu şan ve şeref sahibi kılmış (İsrâ, 17/70 ) ve yeryüzünün halifesi yapmıştır. (Bakara, 2/30) Kur'an-ı Kerim'de insanın kendisine bahşedilen bu üstün vasıflarını koruyabilmesinin, dünya ve ahirette hüsrana uğramaktan kurtuluşunun yolunun da iman etmekten ve salih ameller işlemekten geçtiği belirtilmiştir. (Tîn, 95/6; Asr, 103/2-3) Bu demek oluyor ki, insanı, diğer varlıklardan daha değerli ve üstün yapan onun maddî yönü değil, manevî yönüdür. Yani insan, Allah'a kul olması dolayısıyla değer kazanır.

Mü'min; Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe ve kadere iman eden, Allah'ın emirlerine itaat eden, yasaklarından sakınan kimse diye tarif edilmektedir. Mü'min, aynı zamanda iman etmiş olmaktan dolayı kendisi güven içinde olan ve başkalarına da güven veren kimsedir. Kısaca mü'min Allah'a kullukla şereflenerek dünyada huzur ve mutluğa, ahirette ise kurtuluşa erişmiş bahtiyar insandır.

Mü'minlerin Kur'an-ı Kerim ve hadis-i şeriflerde belirtilen önemli özelliklerinden bazıları şunlardır:

Yazının Devamı

Güzel bir yolculuk: Hasta ziyareti

Yüce dinimiz İslam, mü'minlerin kardeşliğine, birlik-beraberliğine ve dayanışma içerisinde olmalarına pek büyük önem vermiştir. Bu maksatla din kardeşliği hukukuna zarar verecek kötü huy ve davranışları yasaklarken; mü'minler arasında kardeşliği pekiştirecek güzel davranışları da teşvik etmiş ve onlara bir takım görevler yüklemiştir. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) bu görevlerden bazılarını şöyle açıklamıştır: "Müslümanın Müslüman üzerindeki hakkı beştir: Selamı almak, hastayı ziyaret etmek, cenazeye iştirak etmek, davete icabet etmek, aksırana "yerhamukellah" demek."(Buhârî, Cenâiz, 2) Dinimizin teşvik ettiği güzel davranışlardan biri olan hasta ziyareti çok sevap ve faziletli bir davranıştır. Zira Hz. Peygamber (s.a.s.)'in bildirdiğine göre Allahu Teâlâ hasta ziyaretini kendisini ziyaret etmek gibi değerlendirmektedir. Bir hadis-i şerifte şöyle buyrulur:

"Allahu Teâlâ kıyamet gününde şöyle buyurur: "Ey âdemoğlu! Hastalandım, beni ziyaret etmedin." Âdemoğlu: "Sen âlemlerin Rabbi iken ben seni nasıl ziyaret edebilirdim?" der.

Allahu Teâlâ: "Falan kulum hastalandı, ziyaretine gitmedin. Onu ziyaret etseydin, beni onun yanında bulurdun. Bunu bilmiyor musun?"(Müslim, Birr, 43) Peygamber Efendimiz (s.a.s.), ayırım yapmadan yani Müslüman-gayr-i müslim, zengin-fakir, hür-köle demeden çevresindeki hastaları ziyaret etmiş, onlara şifa dileğinde bulunmuştur. Müslümanlara da hasta ziyaretinde bulunmalarını tavsiye ederek şöyle buyurmuştur:

Yazının Devamı

Allah sevgisi

Her iyiliğin başı Allah'ı sevmektir. Dünyada mutlu bir hayat, Ahirette cennetin sonsuz nimetleri bu sevgi sayesinde elde edilir. Allah'ı sevmek, O'nu bilmeye ve tanımaya bağlıdır. Çünkü insan, ancak bildiğini ve tanıdığını sever. Allah (cc), âlemlerin Rabbidir, Bütün âlemleri yaratan ve yaşatan O'dur. O'ndan başka yaratıcı yoktur. Her şeyi gören ve bilendir. Yerde ve göklerde O'na saklı hiçbir şey yoktur. Her şeyi görür ve işitir. Hatta gönüllerde saklı olan şeyleri bile bilir. İnsanlara ve bütün canlılara sonsuz şefkat ve merhameti vardır. Yarattığı insanlardan O'na inanmayanları da yedirip içirmekte ve doyurmaktadır. İnsanları öldürüp sonra diriltecek ve huzurunda sorgulayacak olan O'dur. Emirlerine uyup yasaklarından sakınmış olanları cennetle ve cennetin sonsuz nimetleri ile mükafatlandıracak O'dur. Her şeye gücü yeter. Kâinatta olan her şeyi, güneşi de ayı da, denizleri ve nehirleri de hepsini insanoğlunun hizmetine veren ve emrine âmâde kılan O'dur. En üstün varlık olan insandaki yetenekleri insana veren O'dur. Bunun için insanoğlu yalnız O'na ibadet etmek ve her şeyden daha çok O'nu sevmek durumundadır.

Her şeyde bize örnek olan Peygamberimiz Allah'ı sevmede de bize en güzel örnektir. Onun hayatını incelediğimizde, onun Allah'ı ne kadar çok sevdiğini görebiliriz. Allah'ı sevmede, O'na güvenip dayanmada tek örnek alınacak insan Peygamberimizdir. Allah sevgisi insanı Allah'a yaklaştırır ve O'nun rızasını kazanmasına sebep olur. Peygamberimiz buyuruyor: "Davut aleyhi's-selâm'ın duasından birisi şöyle idi: "Allah'ım, senden senin sevgini ve seni sevmeyi ve senin sevgine beni ulaştıracak amelleri dilerim. Allah'ım, senin sevgini bana nefsimden çoluk çocuğumdan ve soğuk sudan daha sevgili kıl"(Tirmizî, Daavât, 73) Peygamberimiz, Allah'ı candan sever ve O'na ibadet etmekten büyük haz duyardı.

Allah’ı Kim Sever? Hiç şüphe yok ki, Allah'ı O'nu tanıyan ve O'na inanan kimse sever. Peygamberimiz şöyle buyuruyor: "Bir kimsede (tam olarak) üç özellik bulunursa imanın tadını duyar. Allah ile Peygamberi kendisine başkalarından daha sevgili olmak. Sevdiği kimseyi yalnız Allah için sevmek, Allah onu küfürden kurtardıktan sonra tekrar küfre dönmekten ateşe atılacakmışçasına hoşlanmamak"(Buhari,İman,9) Allah'ı sevenler, O'nu her zaman anarlar. Bir insanın sevdiğini sık sık anmasından daha olağan ne olabilir? Sevilen Allah olunca, bu anış insanın bütün varlığını kaplayan bir aşk haline dönüşür. Gönüllerinde Allah sevgisi yer etmiş olan kimseler her zaman ve her yerde Allah'ı anarlar. Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyruluyor: "Onlar ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken (her zaman) Allah'ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler ve şöyle derler: Rabbimiz, sen bunu boş yere yaratmadın. Seni tesbih ederiz. Bizi cehennem azabından koru."(Ali İmran,191)

Yazının Devamı

İstiaze ve Besmele

DEĞERLİ hemşerilerim. Bugünden başlamak üzere her Cuma inşallah sizlerle birlikte olacak ve sizlere değişik konularda bilgiler sunmaya çalışacağım.

İlk yazıyada istiaze ve besmeleyle başlıyalım diyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyor ve hayırlı cumalar diliyorum.

İstiâze kelime olarak, sığınma, bağlanma, güvenme ve korunma istemek anlamlarına gelir. İstiâze, şeytanın ve kötülerin şerlerinden, bela, afet ve musibet gibi her türlü zararlı şeylerden, Allah’ın korumasına ve yardımına sığınmak demektir. Halkımızın “Euzü çekmek” diye ifade ettiği istiâze, “Eûzü billahi mineş-şeytâni’r-racîm” demektir ki; “Kovulmuş şeytanın şerrinden ve her türlü kötülüğünden Allah’a sığınırım” anlamına gelir.

Yazının Devamı