Mert Cengiz

Mert Cengiz

Bir öğlen vakti özçekim

İnsan olmanın bizatihi kendisini pişman olmakla eşleştiriyorum bu günlerde.

Yanlış yollara sapanlarla kardeşim gibi.

İnşa ettikleri evin temeline dinamit koyanlar, dolaştıkları uçurumlardan yuvarlanıp hayatta kalma savaşı verenler, arayışlarında düştükleri çukurlara daima yeniden düşenler, emeklilik parasını at yarışında yiyenler, o son penaltıda topu dışarı atanlar ve Türkiye İslamcılarıyla bir cemiyet kurmak istiyorum.

Yazının Devamı

Ağva, Şile ve farklı meseleler

Tatilci bir ailede büyümedim. Ailemizin tatile dair tasavvuru oldukça sınırlıydı. Tabi ki arkasında yatan başta kültürel sebepleri var bu durumun. Hatırladığım birkaç il dışı rota dışında genelde günü birlik Kandıra’nın Karadeniz kıyılarına gezmelere giderdik. Biraz deniz, biraz piknik... Yüzmeye aşinalığım o zamanlardan vardı, fakat denizle kurduğum irtibat, hadi canım çekti bir denize gidelim, yüzelim mesabesinde hiç olmadı.

Gelgelelim deniz, yani suyun varlığı her zaman konfor alanımda yer tuttu. Müthiş bir kurtarıcı oldu benim için. Suyun içerisindeki insanın “kara göründü, kurtulduk” sevinci gibi, denize bakan yerler, uzaktan yada kıyısından köşesinden seyretmek her zaman rahatlatıcı oldu.

Oldukça güzel bir körfez manzarasına sahip bir evde büyüdüm. Ev haricinde İstanbul’da öğrencilik zamanlarımda kaldığım öğrenci yurdunun deniz görmesi ciddi avantaj oluşturdu. En üst katta kantinde çay eşliğinde Galata Kulesi ve Boğaz manzarasıyla az dertleşmedik. Keza mimarisi ve tüm ambiyansı bir yana Süleymaniye Camii deniz görme artısıyla bende başkaca yer edinmiştir. Mevcut evimizde hamdolsun denizi görüyor.

Yazının Devamı

Dil, İşgal ve Taha Kılınç

“Okuyacağınız metin, tek başına Eliezer Ben Yehuda’nın azmine övgüler düzmüyor. Zaten amaç da bu değil. Son bölümde, kendi tarihimizden üç çarpıcı hayat hikayesi eşliğinde, sözü bir yere getiriyorum. Aslında, kitabı sadece o bölümde öne çıakrdığım hisse için yazdığımı bile söyleyebilirim.” Sevgili ağabeyim Taha Kılınç, “Dil ve İşgal” isimli eserinin ön sözünü böyle bitiriyor.

Önce şuradan başlayalım “Dil ile İşgal” modern İbranice’nin doğuşunu anlatan bir eser. Yalnızca dini metinlerde ve dini törenlerde sıkıştırılmış İbranicenin, yeniden sosyal hayata, konuşma ve yazı dili haline gelmesinin hikayesini anlatıyor.Bunun yanında Eliezer Ben Yehuda’nın hayat hikayesinin anlatıldığı bir biyografi de aynı zamanda. Zira Ben Yehuda İbranice’nin yeniden diriltilmesinde çok önemli etkilere sahip olduğunu kitapta detaylarıyla öğreniyoruz.

İlk gençlik yıllarından başlayan İbranice macerasıhayatının ana fikri haline geliyor ve hayatını şekillendiriyor.Ben Yehuda’nın dil rüyasına adadığı hayatının içerisinde Rusya’dan Mısır’a, Amerika’dan Kudüs’e dünyanın dört bir yanına yapılan yolculukları görüyoruz. Dönemin şartlarını gittiği bölgelerden insan, memleket manzaralarına bakarak anlama fırsatı yakalıyoruz.

Yazının Devamı

Bir “Soyunma Odası”nın hikayesi

Futbola ilgim çocukluk dönemlerinden lise yıllarına kadar ziyadesiyle olmuştu. Lise yıllarının sınava hazırlıkla geçen yoğun yılları oynamadaki muhabbetimizi alamadı ancak o zamanlarda futbol izlemeye, takım tutmaya olan ilgim azalma göstermişti. Önemli maçlara gitmeler, uzaktan takip etmeler vardı fakat yoğun bir muhabbet ortamı oluşmuyordu. Üniversitemin ilk zamanları da yoğun okumalarım arasında uzaktan takiplerle devam etti.

Önemli maçlara gitmeler, uzaktan takip etmeler vardı fakat yoğun bir muhabbet ortamı oluşmuyordu. Üniversitemin ilk zamanları da yoğun okumalarım arasında uzaktan takiplerle devam etti. Stada gitmekten, ara ara FM oynamaktan yine keyif alıyordum. Fakat tam bir bağlılık söz konusu değildi. Tekrar bağlılığımı arttıran hikaye, bir camianın diriliş hikayesi oldu. Kocaelispor’un önce BAL Ligi şampiyonluğu, devamında 3.Lig mücadeleleri… O gün bugündür kopamadık, hatta muhabbetimiz arttı, farklı veçheleriyle bereketlendi. O günlerin adamlarından birisidir Ümit Metin Yıldız. Benim için bir ihtimalin, hüzünlü bir hikayenin adıdır,“Bütün olmayanların hikayesi…”. Camianın zor olduğunu, BAL’da şampiyon olmuş takımla, transfer yasaklı, maddi durumu çok da iyi olmayan, iyi zeminde oynamayan, ciddi kazayı atlattıktan sonra henüz koltuk değnekleriyle yürümeye çalışan fakat ona rağmen yine şampiyonluk, hemen her maç 3 puan baskısı hissedilen bir camia… Tribündeyken hatırladığım, acımasızca eleştirilen bir adam… Munis görüntüsüyle bu eleştirilere karşı, bütün bu sertliğe karşı yol gitmeye çalışan bir adam…Bu zorlukların arasında yürünen yol, ekilen tohumlar, yeşermeye dönen tohumlara soğuğun vurması…Antalya’da kaybedilen final bu hikayeye yakışır bir son oluyordu belki de.Sonra sakin bir öğle vakti, elinde kitabıyla Üsküdar- Eminönü vapurunda gördüm kendisini. Cesaretimi toplayıp yanına gittim, bir iki muhabbet, sıfır ego, telefon numarasını aldım, ne için aldıysam… Muhabbet orada kaldı. Aradan geçen birkaç yıl sonra Hoca Gebze’nin başına geçti. Yine benzer sonlu bir hikaye.Kocaelinin havasında herhalde. Arada birkaç denk geliş, ilerlemeyen sohbet…Geçenlerde yeni çıkmış kitapların arasında gezinirken, bir de ne göreyim : “Soyunma Odası” Hemen heyecanla satın alıp, eve dönmek için bindiğim otobüste okumaya başladım. Elbette başından değil “Kocaelispor” bölümünden…“2016’da bir yıllığına Kocaelispor’la anlaşmıştım. Kocaelispor yıkılmak üzere olan koca bir çınarken, varlıklarını tehlikeye atan bir avuç insanın omuz vermesiyle şöyle bir sallanmış ama yıkılmamış. Abartmıyorum, bir an gelmiş herkes yüzünü çevirmiş, elini çekmiş üzerinden. Eline baltayı alan da hiç acımadan indirmiş darbeleri bedenine.” Burnum sızlamaya, gözlerim dolmaya başlamıştı. Devam ettim: “Süper Lig’den BAL’a kadar düşünce çırılçıplak kalmış zemheride. Tam donmak üzereyken biri çıkmışta sıcak nefesini üflemiş. Arkadaşlarıyla yardımlaşarak donmasına izin vermemiş. Devlet destekleri ve oradan buradan toplanan ödeneklerle yeni bir takım kurulmuş. Birkaç şövalye ruhlu adam “Yaşatacağız onu” dediklerinde en yakınındakiler gülmüş: “ nasıl yaşatabilirsiniz, ölmüş gitmiş bir kulübü?” gözlerimden damlalar düşmeye başlamıştı.Futbolun hikaye kısmına düşkün biri olan benim için, her hafta maçını beklediğimiz zamanın asıl kahramanlarından birisi o günleri anlatıyordu. Şahane bir iş. Taraftar ilişkileri, yönetimin tavrı, futbolcu anıları… O günleri genel hatıralar ile anlatıyor Hoca. Hemen birçok paydaşına değinerek. Bu kısma dair fazla detay vermeyeceğim ki, okuyacak olanlar için gizemi bozulmasın…Bu kısımdan sonra kitabın genel halinden de biraz bahsetmek isterim. Kitap üç kısımdan oluşuyor. “İlk Yarı”da önce çocukluğuna, Eski İstanbul’a götürürüyor bizi Hoca. Mahalle anılarına, güvercinlere ve futbola başlama yıllarına... İçinde mahalle arasında oynanan maçta var, yenilen dayaklarda. Genç takım, amatörün her türlüsü, toprak sahalar ve eskinin kısa şortlu profesyonel futbolculuk hayatı… Sık sık zihin dünyasının nasıl kurulduğundan, nelerden etkilendiğinden bahsediyor, atıflar yapıyor. Futbol dünyasının o zamanlarından futbolcu gözüyle birkaç fotoğraf gösteriyor bize. Batıl inançlar, teşvikler, taraftarlar…“İkinci Yarı” antrenörlük yıllarına dair. Hocanın uzun denilecebilecek bir yardımcılık kariyeri olmuş.Bu dönemlerde Adana’dan, efsane Etimesut Şekerspor’dan, Orduspor günlerine kadar birçok kulüpten hatıralar var. Sonra birinci adamlık döneminde yaşananlar Çerkezköy, Kocaelispor ve alt ligler deneyimleri…Kitap boyunca okura farklı eserlerden alıntılar eşlik ediyor. Genel olarak kullandığı edebi dil, son bölümde daha da görünür olup hayat, edebiyat ve futbol denklemindeki geçişlerin üzerinden başarıyla geliyor. Hoca metinler arasında sağlam bir işçiliğin olduğunu, arka planda yıllar boyu sürdürülmüş okumaların bulunduğunu da bu sayede bize ispat ediyor. Bir solukta okuduğum çokça keyif aldığım bu güzel kitap için, sevgili Hocamız Ümit Metin Yıldız’a teşekkür ediyoruz. Yazarlık ve yeni giriştiği yorumculuk kariyerinde de kendisine başarılar diliyorum.

Yazının Devamı

Ruhsuz formalara inat!

Geçtiğimiz “Forma” yazısında formayı insan ruhuyla benzer kılıp, üzerinden bir söylem üretmeye çalışmıştım. Bugün benzer noktadan devam etmek niyetindeyim.

Şöyle ki…

Formalar günümüz endüstrisinin getirisi olarak oldukça standartlaşma görüyoruz. Benzer üreticiler, farklı takımlara aynı modelleri renk değiştirmek suretiyle tasarım olarak sunmakta çoğu zaman. Haliyle formalarda bir tekdüzeleşme söz konusu olabiliyor.

Yazının Devamı

Aramak ve oburluk üzerine

Geçtiğimiz günlerde büyük şair İsmet Özel 80. yaş gününü kutladı. Bu vesileyle ömrüne bereket dileyerek başlamak istedim yazıma. Şüphesiz son dönemin en büyük kalemlerinden olan İsmet Özel, birçok okuru üzerinde çok çeşitli tesirlerde bıraktı.

Düz yazılarını sevmek ve takip etmekle beraber, şiirleriyle alakalı genelde şöyle bir durum oluştu ben de, nice şiirlerini okuma-dinleme, o süreçte hayatın ekseninde yaşadığım iliştirmeler dolayısıyla bir konu başlığı olarak o şiiri ele alma, gündemde tutma ve alakanın yavaşça kaybolması…

Kendi sesinden Amentü ile başlamıştım yolculuğa ve beni çok sarsmıştı. Ne demek istediğini yarım yamalak anladığım Şair, bir halenin içerisine çekiyordu. Üzerinden yıllar geçti.

Yazının Devamı

Manisa yenilgisini neresinden okumak lazım?

Uzunca süredir futbolun değişik veçheleriyle irtibatım sürüyor. Sokakta top oynayıp, televizyonda maç izlemeyle başlayan yolculuğumuz, köşe yazarlığı, futbolcu avukatlığı, kulüp vekilliği derken başka başka merhalelere taşındı.

Dışarıdan bakınca büyülü ve çekici gelen bu dünyanın ya da daha somut tabiriyle endüstrinin, içerisinin ne kadar kaotik ve kirli olduğunu elbette içerisine girdikçe anlamaya başladım. Bu kadar kirin pasın arasında, sektörün içerisindeki insanların her insanın bağlanması için bir sebebi vardı.

Herhalde her şeye rağmen benim irtibatımı güçlü tutan iş ise güncel tabirle nerrative dedikleri, futbolun hikayesi… Bu oyunu, belki de en çok bu anlatısı yüzünden seviyorum ve vazgeçemiyorum.

Yazının Devamı

Futbol fena halde hayata benzer!

Adına klişe dediğimiz ve çoğu zaman değerini düşürdüğümüz bir nokta burası.

Oysa meselenin klişe olması, sözün doğruluğunu elinden almıyor.

Sözün doğruluğuna kapı aralayan şey elbette oyuna atfettiğimiz anlamdır. Atılan yenilen goller, omuz omuza verilen mücadeleler, çimin tadına bakmalar, neticede galibiyetler mağlubiyetler…

Yazının Devamı

Yaz dersleri

8-5 buçuk işimden geldim. Bu havalarda evde durulmaz deyip atladım arabaya.

Biraz tepelere tırmandım.

Kamp sandalyemi açıp, soğuk kahvemi yudumladım.

Yazının Devamı

Oburluk çağında yolculuk

Bir dönem sevgili ağabeyim Selahattin Ensar Komut ile birlikte kısa sahaflık maceramız oldu. Hem sürekli gündemimizde bulunan kitaplarla uğraşıyor olmak, hem de ticari bir deneyim için böyle bir işe girişmiştik o dönem.

Kendi kütüphanemizde gözden çıkarttığımız kitapların yanında internetteki mezatlardan kelepir fiyata düşürdüğümüze inandığımız kitapları alıyor, pazarlıyorduk. Sefine Sahaf, bizim için bir dönem güzel bir anı olmuştu.

O tarihlerde, muhtevasına ve yazarına bakmadan, ismi hoşuma giderek aldığım kitaplardan bir tanesiydi Oburluk Çağı. İçerisinde felsefe ve politik psikoloji denemeleri bulunan eserin yazarı bugünlerde Boğaziçi Üniversitesi’nde Doçentlik yapan Yıldız Silier hanımefendi.

Yazının Devamı

Nokta Gazetesi’nden hepinize merhaba

Sevgili Nokta Gazetesi okurları, hepinize merhaba.

Ben Mert Cengiz. Hayatımın şu döneminde taze birçok şey var.

Taze sayılabilecek bir dönemde avukat oldum.

Yazının Devamı