Ağva, Şile ve farklı meseleler

Tatilci bir ailede büyümedim. Ailemizin tatile dair tasavvuru oldukça sınırlıydı. Tabi ki arkasında yatan başta kültürel sebepleri var bu durumun. Hatırladığım birkaç il dışı rota dışında genelde günü birlik Kandıra’nın Karadeniz kıyılarına gezmelere giderdik. Biraz deniz, biraz piknik... Yüzmeye aşinalığım o zamanlardan vardı, fakat denizle kurduğum irtibat, hadi canım çekti bir denize gidelim, yüzelim mesabesinde hiç olmadı.

Gelgelelim deniz, yani suyun varlığı her zaman konfor alanımda yer tuttu. Müthiş bir kurtarıcı oldu benim için. Suyun içerisindeki insanın “kara göründü, kurtulduk” sevinci gibi, denize bakan yerler, uzaktan yada kıyısından köşesinden seyretmek her zaman rahatlatıcı oldu.

Oldukça güzel bir körfez manzarasına sahip bir evde büyüdüm. Ev haricinde İstanbul’da öğrencilik zamanlarımda kaldığım öğrenci yurdunun deniz görmesi ciddi avantaj oluşturdu. En üst katta kantinde çay eşliğinde Galata Kulesi ve Boğaz manzarasıyla az dertleşmedik. Keza mimarisi ve tüm ambiyansı bir yana Süleymaniye Camii deniz görme artısıyla bende başkaca yer edinmiştir. Mevcut evimizde hamdolsun denizi görüyor.

Denizle kurduğumuz bu ilişkiden sonra gelmek istediğim yere geleyim. Eskiden yaptığımız yolculuklarda hatırladığım karadenizin iklimi, fırtınalı ve dalgalı haşin tarafı beni hep kendisine çekmiştir. Kıyılarındaki yüksekçe kayaları dahi döve döve yontması, belirli formlara sokup şekillendirmesi... bir ustanın elinde yontulan kayadan farksızdır gözümde. Yazın belirli halleriyle hep durgunluğuna şahit olduğumuz mekanların, mevsimin etkisiyle kızgın hallerine şahit olmayı hep isterdim.

Sonbaharlı günlerin, soğuyan havaların seyrekleştirdiği yerlere sığınmak ümidiyle cumhuriyet bayramını Ağva ve Şile taraflarında değerlendirelim dedik sevgili eşimle.
Gidiş yolculuğunda mümkün mertebe Kandıra’nın gerçekten köy hayatına devam eden beş on hanelik köyleri arasından, bir minareden ötekine selam vererek, sisin de etkisiyle sanat filmi tadında bir yolculuk oldu.

Başiskele’den yola çıkıp geze geze yaklaşık iki iki buçuk saatlik bir yolculukla Ağva’ya vardık. Ağva’nın sahiline selam verdik önce. Oldukça sakinleşmiş, birçok işletmenin kepenk açmadığı güncel tabirler off dönemde, semtteki hayat belirtisi gösterme görevini balıkçılar üstlenmiş durumda. Tekneyle bölgedeki derelerde ve yakın civar kıyılarda gezme imkanı da devam ediyor.

Biraz yol yorgunluğunu üzerimizden attıktan sonra yine yola koyulup sonra, Şile’ye doğru olan hat üzerinde harekete geçtik ve bir sonraki durağımız olan Akçakese köyüne gittik. Akçekese Köyü bir manav köyü. Köyün merkez kısmı ve sahil kısmı var. Köyün en büyük özelliklerinden bir tanesi merkezinde bulunan eski yerleşimli, ahşap ve kerpiçten yapılma köy evlerini muhafaza etmeye devam ediyor. Tek tük betonarme ve büyük evler dışında neredeyse hiç büyük ev yok. Köy kahvesinin karşısında bulunan 1914 tarihli yine ufak köy camisiyle içimizi ısıtan bir köy oldu.

Beş altı dakikalık bir yolculukla inilen plajıysa genel olarak özel teşebbüsler tarafından kapatılmış durumdaydı. Bu sezonda günde belki yirmi otuz aracın ancak geldiği yerde plaja gelen araçlardan otopark parası alarak yollarını devam ettirmeye çalışıyorlardı. Bunun yanında biz gittiğimizde özellikle bu özel alanlara değil, kimsenin olmadığı tarafta bulunmayı tercih ettik. Sandalyelerimizi alıp sahilin sakin ve halktan tarafına gittik. Kumsalın üzerine sandalyelerimizi atıp, dalgaların koy da oluşturduğu seslerin eşliğinde, ufuktaki sonsuzluk, temiz suyun şahane görüntüsüyle güzel bir muhabbet ediverdik. Ve belkide en önemlisi, sohbetin durduğu noktalarda derin düşünebiliyor olmalığın keyfini çıkardık.
Yolculuğumuzun sonraki durağı Şile’ydi. Şile’de genel gezmelerimizden ve bir gece kaldıktan sonra sabah yolumuzu Saklıgöl’e düşürdük. Önceki yıllarda Şile’de görev yapan Cumhuriyet Savcısı Ağabeyim Burhan Ergar’ın özellikle tavsiye ettiği yerlerdendi Saklıgöl. Resmi tatil olmasının ve İstanbullu vatandaşlar için yakın bir kaçış rampası olması dolayısıyla nispeten kalabalık durumdaydı. Özellikle restorant kısmı oldukça doluydu. Biz ise önce gölün çevresinde bulunan yürüyüş alanlarında yürümeyi tercih ettik. Mevsimin getirisi sararmış ağaçların arasında göl manzarası insanın dünyalık meşgalelerinden uzaklaşması için şahane bir imkan sağlıyor. İnsanın içine sekine veriyor. Hafta sonu kahvaltıları için güzel bir rota olabilir düşüncesindeyim.

Bu güzel bir kaç noktadan oluşan gezimizden dünya gözüyle, Rabbimizin sanatına şahit olduğumuz nice kareyi biriktirerek çıktık. Şahane sahiller, rüzgarla dalgalarla şekillenmiş kayalar, ormanlar, mevsimle sararmış yapraklar... İnsanın ölümlüğünü algılayabileceği, gündelik hayat içerisinde sıkıştığı yerlerin dünya üzerinde tekabül ettiği “ufacıklıkları” keşfedeceği, insanın hayatın neyliğine dair düşünme fırsatı bulabileceği bu güzel yolculukların sıklaşması ümidi ve duasıyla..

Burhan Ergar Saklıgöl Akçakese