Antonio Negri göreve!
“Ruknettin’in kalbi için kehanetler”, Kemal Sayar’ın sevdiğim şiirlerindendir. Yazımızın konusu değil ama alıntıyı yaparken bahsetmek istedim, tanımayanlarda belki bir okuma kapısı açılır ümidiyle. “Korkarım sevgili doktor, bu mektuba kendimi üzerek başlayacağım” deyip devam ediyordu Kemal Bey. Bugün ben de böyle bir giriş yapmak istedim konuma. “ korkarım sevgili futbolseverler, bu yazıya sizi üzerek başlayacağım.” Artık trenin kaçtığı bir konu var ki, “Biz bir futbol ülkesi değiliz.” Zira yukarıdan aşağıya futbolumuza şiddet hakim olmuş durumda.
TOP OYUNUNUN RUHUNDAKİ REKABETİ TRİBÜNE TAŞIR
Şuradan başlayalım. Taraftarlık, bir yandan futbol takımlarını camialaştıran, büyüten, iyi muhalefetle gelişme imkanı sunan, oyunun romantik tarafına dahil olan bir kurum olarak vardır. Stada maça gelir. Takımının formasının atkısını alır, gündelik hayatında bu imgeleri kullanmayı önemser. Top oyununun ruhundaki rekabeti tribüne taşır. Daha iyi beste, daha iyi kareografi, daha canlı atmosferler… Gelgelelim bir süredir taraftarlar, taraftar grupları, liderleri gibi taraftara dair çoğu kavramın dahil olduğu haberleri inceleyelim… Ne az değil mi taraftarın yaptığı bir organizasyonla şehrin kırılgan gruplarına dokunması… Ne az üretmeye ve güzele dahili… İçerisini dolduran şeylerden bir çoğu şiddet temelli meseleler.
FUTBOL ÜLKESİ MİYİZ?
Maç esnasında, maçtan önce sonra, maç önemsiz herhangi bir vakitte, herhangi bir yerde, sadece farklı bir şehirde doğduğu, farklı bir takımı tuttuğu, farklı bir rengi sevdiği için şiddet… ya da bir suç networku olarak taraftar liderliği meselesi… bu şiddet sarmalının doğal bir sonucu olarakta, taraftarımızın stadyumlardan uzaklaşıyor. Konuşulmuyor ama sahada oynanan kötü bir oyun kadar etkili. Bizim bir futbol ülkesi olmadığımızı gösteren en net delillerden birisi de, üst liglerimiz ve büyük takımlarımız dahil olmak tribünlerimizin halidir aslında.
REKABET VE GERİLİM
Oyuna gelmişken buradan devam edelim. Top oyununun ruhunda, her oyunun temelinde yattığı gibi, kazanmaya dair bir gerilim söz konusu. İşin sonunda olası ganimet senaryoları, kazanmayı istekli kılar, şevklendirir. Kazanmak, doğal olarak başka bir gerilimi, rekabeti doğuracaktır. Ucundaki ganimet senaryoları, rekabetin seviyesini etkileyen ana argümanlardandır. Fakat biz memleket olarak takındığımız şiddet dolu dil, oyunun bir oyun olduğundan, en masumane haliyle kazanmak için çaba sarf etmekten bambaşka yerlere taşındık. “Büyüdük ve kirlendi dünya”
ANTİ FUTBOL
Mesela 90 dakikalık maçın ne kadarı oynanıyor? Saha zeminleri ne kadar oyun oynamaya müsait? Kaç hoca oyunun önde gelenlerine göre oyununu revize etmeye çalışıyor ya da kendi oyununu geliştirmek adına vakit harcıyor? Bir maçın ne kadarlık kısmı herhangi bir oyuncunun sakatlık numarası yatarak geçirdiği vakit durumunda? Oyun oynamaktan, göze hoş gelen futbol oynamaktan, ya da bir vesileyle bir felsefeye ait futbol yapısı kurgulamak şöyle bir kenarda dursun, sahalarımızda yukarıdan aşağıya anti futbol, rakibi bozan, temponun yükselmesinin istenmediği bir futbol anlayışı hakim duruma gelmiş durumda. Bu da izleyenler açısından bir nevi psikolojik şiddet değil mi?
DÜŞMAN MI GÖRÜYOR?
Derbi maçlarını özel kılan işlerin başından ekstra bir rekabetin söz konusu olması gelir. Bizim derbi maçlarımız ise oyunsal rekabet şöyle dursun, gerilim ve şiddet dolu bir filmden hallice. Az oyun, bol şiddet soslu bir şeye dönüşmüş durumda. Tribünlere deplasman taraftarının alınmadığı, ev sahibi taraftarın en galiz küfürlerini rahatlıkla edebildiği, her türlü maddeyi “düşman” gördüğü rakibine boca edebildiği, yer yer stadın alternatif yerlerinde de olayların yaşandığı bir şey olarak, derbi maçı…
SEVİNME KÜLTÜRÜ
Hatta biz bunların arasından şunları tartışıyoruz: belki bir hafta belki iki hafta öncesinden maçın önemine, rekabetin geçmişine dair yüzlerce öge ile doldurulan futbolcular, çıkıp deplasmanda maç kazandığı bir ortamda asla sevinmemeli, sevinmesi gündeme bile getirilmemeli, sevinmeleri durumunda rakip taraftarlar veya futbolcu ve yöneticilerle işledikleri cürüm ıslah edilebilir…Keşke şaka olsaydı ama maalesef hepsi gerçek örnekler.
REZİL EDEBİLECEK YÖNETİCİ PROFİLİ
Biraz da buraya bakıp üzülmeliyiz belki de, üst ligde dahil futbol oynamak için sağlanması gereken koşulların ne kadarı karşılanıyor meselesi tartışmalı iken, oyuncusuna imzaladığı sözleşme ile esir eden, adam gibi konaklama, beslenme imkanı sunmayan, parasını gününde yatırmayan, hakkını aradığından da onu kamuoyunun önünde rezil edebilecek bir yönetici profili…
SAHA DIŞINDAKİ KİRLİLİKLER
Ya da hak ettiğine değil, kendi menajeriyle çalışan oyuncuyu oynatan, kimisinin kıldığı namaza, kimisinin etnik kökenine takılan, yeri geldiğinde oyuncusuna fiziksel şiddeti dahi reva gören teknik direktör profili… Yada imzaladığı sözleşmeyle kendi güvencesini sağladıktan sonra yapması gerekli işi yapıp futbol oynamak yerine, sahada veya saha dışında her türlü kirli işi yapan, yeri gelip kulislerle hocayı yiyen, binlerce taraftarın, camiaların durumlarını kendi kişisel hırs, çıkar ve düşünceleri uğruna hiçe sayan futbolcu profili… Okurken aklınıza somut örnekler canlandı değil mi?
PATOLOJİK SORUN KAYNIYOR
Bahis çetelerinden, şikeci kulüplerden, futbolcu döven taklacı yöneticiden, birbirini öldüren taraftar gruplarından, sahada hoşuna gitmeyen herhangi bir iş yaptığında her türlü menfi muameleyi reva gören taraftarlardan adını saymadığımız bu ve bunun gibi nice patolojik gruba rağmen seviyoruz bu oyunu.
KİMİ KİME ŞİKAYET EDELİM
Peki ya düzelmek mi? Üretmeye ve hikayeye dair inancımızı yitirmeyeceğiz. O başka. Ama…
Üzgünüm sevgili okuyucu, Raşit Ulaş’ın “Memleketin ahvâlinden sorduklarında sana / Bağrında duran incirlik hançerinden bahset / Ya söküp atacaksın, ya batıracaksın kalbine kadar” dediği yerdeyiz artık. Yani, toplumsal hayattaki şiddet ne ola ki futbolu bundan ayrı okuyalım. Yani, Antonio Negri lütfen göreve.