Bir öğlen vakti özçekim
İnsan olmanın bizatihi kendisini pişman olmakla eşleştiriyorum bu günlerde.
Yanlış yollara sapanlarla kardeşim gibi.
İnşa ettikleri evin temeline dinamit koyanlar, dolaştıkları uçurumlardan yuvarlanıp hayatta kalma savaşı verenler, arayışlarında düştükleri çukurlara daima yeniden düşenler, emeklilik parasını at yarışında yiyenler, o son penaltıda topu dışarı atanlar ve Türkiye İslamcılarıyla bir cemiyet kurmak istiyorum.
Dünyanın en büyük sivil toplum kuruluşu olmak gibi bir yanlışa düşme fikri canlanıyor tam bu anda.
Tam da bu anda zihnimde kasvetli ve Fatihli öğrenci evleri, bol sigara kokulu ve kaçak çaylı çay ocakları, aynı tekneden su içmeyen güneş ve kedi, sonra devlet hastanesinin basık ve kasvetli odasında adına reçete denilen kağıt üzerinde Xanax yazması.
Tıraşlı yüzüyle Osman Konuk canlanıyor karşımda.
Bir çay söylüyorum ona, açık.
Sözü eline alıp “Her yıl yeni modelleri çıkıyor melankolinin “ diyor bana.
Oysa ben her kasım, aynı günün öğleninde, aynı camide, aynı melankolinin içinde buluyorum kendimi tam 4 yıldır.
Doktor -Doz arttıralım- diyor, her yıl Kasımda.
Nedamet ezgileri geçiyor zihnimden.
Zihnimden nedamet ezgileri geçince, Beyazıt geliyor aklıma. –Evet burası da alıntı sevgili okur. Melankoli.-
O büyük pişmanlığım. Vezneciler mi desem yoksa Süleymaniye mi?
İçim, panik ataklarımın arttığı vakitlerdeki gibi, merhale merhale kaygım artıyor ve Xanax bana göz kırpıyor.
Doktoruma anlatırken en zorlandığım histi, gece yarısında beni yakaladığında hani, sende hatırla düşüşünü o rüyadan.
Beni okuyorsunuz değil mi hala? Ne ayıp değil mi anlatmak, düşüşleri?
Oysa herkes gururla anlatmıyor mu yapıp ettiklerini, nasıl zor durumlardan başarılı antlaşmalar devşirdiklerini, çocuklarının “Kutu kutu pense ve prenses” olmalarını, bürokratik ve fetişist bağlantılarını, başkasından dinlediklerini kendisininmiş gibi utanmadan hem de.
Halid Bin Velid olsa, ağlardı bence halimize.
Biz o kadar naif miyiz? Yoksa sadece “Farkındayım, tüm bunlar biraz narsizm, çokça biz…” diyip, çayını yudumlayacak kadar pürüzsüz mü?
Benden beklentileri karşılamakta güçlük çekiyorum.
Teknik direktör olsam, altıncı hafta kovulurdum gibime geliyor. -Allah ise insanı kovmuyor.-
Ne zamandır bilmiyorum ama o zamandan beri kendimle tanışmaya çalışıyorum, sıkışmış, stresli.
Karanlık aydınlanıyor aydınlanmasına, boğazımda vaktin dişlileri.
Her dakika, her saat, her gün, her ay (bilhassa kasım)… Zihnimde kendi beklentilerime karışmış transfer haberleri, hakem hataları.
Başkan Bey çaldırıp kapatmaz. Bense sorunlarıma çözüm aramak için haritadan şehirler seçip, yeni tatil planları yapıyorum.
Her gittiğim şehirde yeni Şeyh Efendiler buluyorum kendime, simyacılar arıyorum arkadaşlık edeceğim.
Çare dileniyorum, dert yanıyorum, çareden adım adım uzaklaşırken.
Kadim şehirlerde kütüphaneler görüyorum, yorgun.
Heyecanla mahalle arasında koşturan çocuklar.
Gittiğim her şehirde başka başka takımlar tutup kaybediyorum.
Ne derdime bir çare, ne de bir vazgeçiş.
Yeni bir yol görüyorum düşümde, her seferinde.
Adına “Kulluk” diyorlar.
Şehirler arasında giderken evvel yolculuklar geliyor aklıma.
Deve sırtında gittiğim yollar geliveriyor.
Pilot o an zihnimden geçenleri okuyup, uçaktan atıyor beni.
Her düşüş daha sancılı.
Her düşüşümde biraz daha özgüvensiz ve parçalı.
Hamzanameler okuyorum, kafire aşık oluyorum.
Sonsuzla bağlantılarımı kuramıyorum, network bende zayıf, İslamcılıkla aram açıldığından beri.
Bütün gün bunları yaşayıp, yatsı namazlarından sonra, meselelere olumlu yönleriyle bakan insanlara gıpta ediyorum.
Kasımlar bitmiyor…