SAHİP olduklarımızın fazlası değil, ANLAMI bizi MUTLU eder

Necmi Kocaman

Necmi Kocaman

Tüm Yazıları

Sahip olduğu dünya malıyla övünen insanlardan korkarım, bu insanlar hayatta bir şeyler olabilir belki; ama insan kalabilir mi bilmiyorum. Bilgeliği ile bana ilham veren bir büyüğüm var. Kendisi nesillerdir süren aile şirketlerinin şimdiki yöneticisi, 60 yaşlarında. Yılın belli zamanlarında teknesiyle açılıp 20 gün kadar ortadan kayboluyor.

Sosyal medya hesabı yok, hiç açmamış. Hala el yazısıyla notlar tutuyor, kalemle yazmayı çok seviyor. Bana söylediklerini önemsiyorum, öyle çok konuşan biri değil, zaten sık bir araya da gelemiyoruz. Gerçek zenginlikten ve gerçek zenginlerden bahsetmişti bir keresinde. Zenginliğin insanın elindekilerin değerini bilmesi gerektiğini, bir de elindekileri kullanabildiği kadar insanın zengin olabileceğini söylemişti. Ama maddi zenginlik kavramına da bakış açısı hoşuma gidiyor.

Zenginliğin yakışmadığı çok insan türedi, sosyal medyada gösteriş yapan, yediğini içtiğinin, bindiği arabasını ve evinin içini paylaşan, para ve parayla alınanlar ağzından düşmeyen ne çok insan var günümüzde. Bir ürün üretmeden, insanlara fayda sağlamadan, hizmet vermeden, hatta gerçekten emek vermeden bir anda zenginleşen insanlar görür olduk. Bunların yansımaları da oldukça tuhaf. Sosyal medya mecralarında mide bulandıran paylaşımlar, lisanımızı bozan ve kelimeleri ağzından gevrek gevrek çıkaran cümlelerle; ulaştıkları büyük kitleleri de bir şekilde etkileyen fenomenler türedi.

Bu, topluma zarar veren ve insanların konuştukları güncel konulardan yaşam tarzlarına kadar, dilimizi kullanış şeklini bile etkileyecek kadar tehlikeli durumlar. Para kazanmak kolay da bunu sindirmek de bir mesele. Elinde arabasının anahtarını sallayarak gezen, sırf logoları görünsün diye kıyafet alan, birileri onun hakkında konuşsun diye o çok meşhur yerlere giden kitleler var. Bu, gelişmiş toplumlarda çok daha az. İnsanın kendisi için yaşamasıyla, insanın başkasına göstermesi için yaşaması arasında uçurumlar var. Özellikle sadeliği ve minimal yaşam tarzıyla, doğaya, hatta gıdaya olan saygılarıyla kalbimde bir yeri olan Japon Kültürünü bu anlamda çok seviyorum.

Sade yaşam şeklini ve evlerindeki ihtiyacı kadar eşya bulundurmalarını çok saygın buluyorum. Gerçekten de, gösteriş ve tüketim odaklı yaşam tarzı, kişiyi dışarıdan tatmin olsa da, iç dünyasında bir boşluk bırakabiliyor. Oysaki sadelik, insanın ruhunu rahatlatan ve içsel huzuru sağlayan bir olgu. Japon kültürüne bakacak olursak, insanların fazlalıklardan uzak durmaları, sahip oldukları her şeyin değerini bilmeleri, yaşamlarının temel taşlarından biri. Bunu, sadece bir yaşam tarzı olarak değil, aynı zamanda bir düşünce biçimi olarak görmek mümkün. Sadeliği seçmiş ve kendi dünyasında mutlu, başkası için yaşamayan birinin evinde fazla eşya bulamazsınız. Her şey yerli yerinde, ihtiyaca yönelik, fazlalık yok. Bu tür bir yaşam tarzı, bir anlamda "az ile çok" felsefesine dayanıyor. Bir şeyin değerini anlamak, onunla barış içinde yaşamak, her anı doya doya yaşamak... Bu, sadece evdeki eşyalarla sınırlı kalmaz, aynı zamanda yemeklerine, giydikleri kıyafetlere, hatta doğaya olan saygılarında da kendini gösterir. Örneğin, Japonların "shun" (mevsimsel tazelik) anlayışı, yalnızca meyve ve sebzeleri mevsiminde tüketmekle kalmaz, aynı zamanda hayatlarının her alanına da yansır. Doğanın döngüsüne saygı duyarlar; her şeyin zamanının geldiğine inanırlar. Böyle bir hayat anlayışına sahip insanlar, dış dünyaya göre değil, kendi iç huzurlarına odaklanırlar. Kimseye kendini ispatlama derdinde değillerdir.

Onlar için önemli olan, sahip oldukları şeylerin anlamıdır. Bu yüzden, fazlalıklar ve gösterişten uzak yaşamak, aslında bir çeşit zenginliktir. İçsel bir zenginlik… Çünkü o insanlar neyi ne zaman kullanacaklarını, neye gerçekten ihtiyaçları olduğunu bilirler. Sahip olduklarımızın fazlası değil, anlamı bizi mutlu eder. Gerçekten insan kalmak, sahip olduğun şeylerle değil, onları nasıl taşıdığınla ilgilidir. Bir şeylere sahip olabilirsin, ama bu seni "insan" yapmaz. Bunu göstermek de gereksizdir. İnsan kalabilmek, içindeki değerlerle, başkalarına ve hayata duyduğun saygıyla ilgilidir. Eğer her şeyinle övünüyorsan, aslında kimseye ne verebileceğini bilememişsindir. Bu tür insanlar, dışarıya gösterdikleriyle kendi iç dünyalarının ne kadar boş olduğunu fark edemezler. Çünkü gösteriş, bir maskedir; o maskenin ardında ne olduğunu görmek gerekir. Zenginlik ya da sahip olunan mal-mülk, seni farklı kılmaz.

Gerçek değer, senin kim olduğunda, nasıl düşündüğünde ve insanlarla nasıl iletişim kurduğunda yatar. O yüzden, mal-mülk sahibi olmakla övünen biriyle değil, içindeki zenginliği dışa vuran bir insanla dost olmak insanı besler. Beni etkileyen, her şeye sahip olmasına rağmen sahip olduklarıyla övünmeyen insanlar oldu. Çünkü onlar, sahip oldukları şeylerin arkasında durmayı değil, kendilerini aramayı tercih ettiler. Gerçek güç, sahip olmakta değil, sahip olana tutunmamaktır. Ve bir insan ne kadar azla yetinirse, o kadar çok insandır.

Necmi Kocaman Kültür Sosyal medya
Henüz bu içeriğe yorum yapılmamış.
İlk yorum yapan olmak ister misiniz?
Yorum yapmak için tıklayınız